Din Ve Çevre


HZ. PEYGAMBER’İN ŞEHİRLEŞME VE YERLEŞİM KONUSUNDA 
ÇEVRE BİLİNCİNİ GELİŞTİRMEYE YÖNELİK ÇABALARI

ÖZET



Hz. Peygamber, Medine’deki yerleşimin düzenli ve dengeli olmasına özen gösteriyordu. Belirli alanlarda nüfusun yoğunlaşıp bazı yerlerin ise tamamen boş kalmasını istemiyordu. Câmi merkezli planladığı şehirde boş kalması gereken yerlerin iskâna açılmasını da hoş karşılamıyordu. Bu tutum İslam şehirciliğinin ve günümüzde her geçen gün daha da artan çevreciliğinin ilk ciddi örneğini teşkil etmektedir. Hz. Peygamber’in Medine ile ilgili düzenlemeleri bunlardan ibaret değildi. O su kaynaklarının korunmasından, ziraat alanlarının zayi olmamasına, bazı bölgelerin ağaçlandırılmasından, evlerin yerleşim planı ve mimari görünümüne, yolların genişliğinden çarşı ve pazarlara kadar birçok alanda düzenlemelere katkıda bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Hz. Peygamber, çevre, şehirleşme, yerleşim, câmi, çarşı
SUMMARY
The Prophet (p.u.h.) was caring the settlement of Madinah ordered and well balanced. He did not want population was concentrated in a specific region, while the other areas were empty. He planned a mosque-centered city, and did not approve to open up free areas for settlement. This attitude can be seen the beginning of an Islamic city planning, and an example for the modern environmental approaches increasingly growing at the present day. The environmental planning of Madinah by Muhammed (p.u.h.) does not consist of these. He also conducted many other arrangements, such as protection of water resources, conservation of agricultural areas, plantation of some regions, architectural and environmental planning for housing, widening the roads, and establishing market places.

Key Words: The Prophet, environment, urbanization, settlement, mosque, market.
GİRİŞ
Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed (a.s.), tabiatın henüz hoyratça kullanılmadığı, ormanların katledilmediği, havanın ve suyun kirletilmediği aksine denizlerin, göllerin ve ırmakların saf, berrak ve temiz kaldığı bir coğrafya ve zaman diliminde yaşamasına karşın, çevre konusunda ortaya koyduğu duyarlılık nedeniyle son derece üzerinde durulması gereken bir şahsiyettir. Miladi yedinci asırda Mekke ve Medine şehir merkezlerinin ve civarının yeniden harem bölgesi ilan edilmesi ve sınırlarının çizilmesi, çevre bilincinin geliştirilmesi açısından çok erken dönem olması bakımından anlamlıdır. Söz konusu yasak bölgede bir anlamda kamuya ait sayılabilecek kendiliğinden yetişmiş ağaçların kesilmemesi, hayvanların avlanmaması, her türlü kan dökülmesinin yasaklanması, belli kişilerin bu bölgeye girmesine müsaade edilmemesi gibi tedbirler bugün de geçerliliğini hala sürdüren ilkelerdir. 
Hz. Peygamber’in çevrenin korunması konusunda ortaya koyduğu çabaları, çevrenin korunması bakımından alınan önlemler ve çevre bilincini geliştiren söylem ve eylemler olmak üzere iki ana başlıkta toplamak mümkündür. Harem bölgesinde uyulması gereken ve ihramlı insanların ihram esnasında dikkat edeceği kurallar, hayvanların avlanması sırasında uyulması gereken avcılık kaideleri, her alanda israf ve savurganlığın yasaklanması, çevrenin korunmasına yönelik alınmış en etkili kurallardan bazılarıdır.
Allah’ın Elçisi’nin, mezarların üzerine fidan dikmesi, kıyametin kopacağı bilinse dahi eldeki bir ağacı dikmekten vazgeçilmemesini, dikilen bir ağaçtan insanların, hayvanların hatta kuşların meyvesinden ve gölgesinden istifade ettiği sürece sevap alacağını beyan etmesi, savaş esnasında bile, ağaçlara, ormanlara, hayvanlara dokunulmaması, mezarlıkların ağaçlandırılmasını teşvik etmesi, Medine’nin ekinleri ve mahsulünün bereketi için dua etmesi, suyun paylaşımı ve su dağıtımı konusunda aldığı önlem ve yaptığı tavsiyeler, bazı kuyu ve ırmakların sularını övmesi, zemzem suyuna ayrı bir önem atfetmesi, hastalıklara karşı toplum olarak uyulması gereken kuralları ve alınması gereken önlemleri bildirmesi ve diğer nimetlerin israf edilmemesini ifade etmesi vs. çevre bilinci açısından çağımız insanlarına ışık tutacak eylem ve söylemlerdir.
Allah Resûlü’nün, cemaatleşmeye ve dolayısıyla da toplum halinde yaşamaya çok büyük önem atfettiğini gerek sözlerinden gerekse yaşantısından anlıyoruz. O bedevi kalmayı değil şehirleşmeyi yani medeni olmayı teşvik etmiştir. Ancak toplum halinde yaşanabilecek bir din tebliğ etmiştir. Medine’ye geldiğinde on bin civarında olan şehir nüfusu onun tavsiye ve teşvikleri doğrultusunda ve şehir hayatını yaşanabilir düzeye çıkaran çalışmaları neticesinde on sene gibi kısa bir zaman diliminde, o günün şartlarına göre büyük sayılabilecek kırk elli binlere varan bir şehir haline getirmiştir. 
Hz. Peygamber bu nüfus artışı ve büyüme karşısında, Medine’nin, su, ulaşım, yerleşim, ekonomik ve idari ihtiyaçlarını da düşünmüş, sorunlar büyümeden tedbir alma yoluna gitmiştir. Öncelikle Medine’nin ekolojik dengesinin korunması bakımından Mekke gibi Harem sınırlarının oluşturulması, şehirleşme ve yerleşim konusunda insanlara müdahale edilmesi, binaların inşasında bir onay merciinin oluşması o gün için gerçekten çok önemli çevre bilinci ile alakalı hususlardır. Allah Resûlü’nün Medine için tayin ettiği harem sınırları, bugün itibariyle sit alanları diyebileceğimiz, hatta bundan da öte yasak ve koruma bölgelerinin oluşturulmasına zemin hazırlamıştır.
Hz. Peygamberin Medine ve civarında belli mekanları övmesi, o gün için bir anlamda yerleşim alanları oluşturulacak bölgelerin tayini demektir. Kuba Mescidi’nin ve orayı ziyaret etmenin övülmesi, Uhud Dağı’nın övülmesi bu anlamda üzerinde düşünülmesi gereken hususlardır. Bir kısım insanlara kendi bölgelerinde kalmalarını tavsiye etmesi, güvenlik ve tedbir açısından olduğu kadar, sadece belli bölgelerde toplanılmasına ve nüfusun oralarda yoğunlaşmasının önüne geçilmesi bakımından da üzerinde durulması gereken bir konudur. 
Hz. Peygamberin, Medine ve diğer şehirler konusunda çevre bilincini geliştiren, şehirleşmeyi teşvik eden, yerleşimin tek bir elden müsaade edildiği ölçütlerde oluşmasını sağlayan, şartlar ve ihtiyaçlar doğrultusunda çeşitli bina ve kurumların ihdas ve inşasına zemin hazırlayan, israf ve savurganlıktan uzak, hakkaniyet, eşitlik ilkeleri doğrultusunda insanların ve diğer canlıların rahat edebileceği bir çevreyi oluşturan söylem ve eylemlerini genel olarak Medine eksenli şehirleşme ve yerleşim olmak üzere iki ana konu etrafında incelemek gerekmektedir.
I. ŞEHİRLEŞME
Allah Resûlü, şehirleşmeyi, dolayısıyla medenileşmeyi teşvik etmiş, bedevi kalmayı tasvip etmemiştir. O her vesile ile özellikle Medine şehrinin her bakımdan gelişmesi ve tam bir şehir haline gelmesi için her türlü tedbiri almış, insanları bu yönde teşvik etmiştir. İlk Emri “oku” olan ve bilenlerle bilmeyenleri bir tutmayan, güzel ahlakın tamamının öğretileceği bir toplum inşası için elbette güzel ve kâmil bir çevreye ihtiyaç bulunmakta idi. Çorak bir araziden mahsul alınamayacağı gibi, şartlar ve çevre hazırlanmadan büyük insanlar yetiştirmek ve büyük işler başarmak da mümkün olmayacaktır. Bu nedenle Resûlullah, ashabını her bakımdan eğitiyor, insanlara yol gösterecek bir kandil mesabesinde onların yetişmesi için uğraşıyordu. Onun bu çabaları çok kısa bir zamanda meyvesini vermiş, gerçekten madden ve manen kurumuş bir bölgeyi, büyük bir medeniyetin beşiği haline getirmişti.
Hz. Peygamber’in hicretiyle birlikte Medinetü’r-Resûl olarak isim alan Yesrib, hicretten önce küçük bir kasaba konumunda iken daha sonra büyük bir şehir olmuştur. Bugün dahi pek çok kasabada bulunmayan kurum ve meslekleriyle dikkat çekecek bir boyuta erişmiştir. Hz. Peygamber’in vefat ettiği sıralarda nüfusunun kırk-elli bin civarında olduğu düşünülürse, o dönem için Medine şehrinin bölgedeki diğer şehirlere olan farkı daha iyi anlaşılacaktır. Bu nedenle de olsa gerek, batılı yazar ve araştırmacılar tarafından dahi İslâm’ın şehirli bir din olduğu kabul edilmektedir. 

A. ASR-I SAADET’TE MEDİNE
1. Fiziki Yapı 
Hz. Peygamber Yesrib’e hicret ettiği zaman buranın mahalle sayısı Mekke’den daha azdı. Arap ve Yahudi kabileleri kendilerine ait mahallerde yaşıyorlardı. Evlerin birbirine bitişik ve paralel olarak sıralandığı, Resûl-i Ekrem’in şehre girerken geçmiş olduğu güzergâhın tasvirinden anlaşılmaktadır. Ayrıca şehrin üç tarafı bahçeler ve bunları birbirinden ayıran çit ve alçak duvarlarla çevrilmişti. Bunlar arasında uzanan yollar çok dardı. Hz. Peygamber Medine’ ye geldiğinde şehirde Yahudilerin daha çok oturduğu taştan, üç katlı sayıları altmışa kadar çıkan ve kale olarak kullanılabilecek büyüklükte evler vardı. Resulullah(a.s.), şehrin fiziki yapısında önemli bir yeri bulunan bu yapıların korunmasını istemiş ve hicretten sonra bunlara yenileri eklenmiştir.
Medine hicret esnasında tam anlamıyla şehirleşmemiş, tarıma dayalı bir ekonomik yapıya sahipti. Bundan dolayı kentleşme teşvik edilmiş ve şehrin İslamlaşması ile medenileşmesi arasında paralellik kurulmak istenmiştir. Bu bağlamda idare ve savunma, ekonomi ve pazar, dini hayat gibi medeni hayatın en önemli üç fonksiyonu sırasıyla düzenlendi; şehir planı Mescid-i Nebevî merkez olmak üzere geliştirildi ve bazı yapılar korundu. Gerçekleştirilen yeni yerleşim düzenin de mahallerin sayısı artarken bazı kenar semtler ve şehrin bir parçası haline getirildi. Fetihlerle birlikte gelirlerin artması üzerine geniş ve güzel evler, konak tarzı yapılar inşa edilmeye başlandı. Emevîler döneminde Akik vadisi, yapılan köşklerle Medine şehrinin en müstesna semtlerinden biri haline geldi. Mescid-i Nebevi bir ibadethane işlevinin yanında daha sonraki devirlerde ortaya çıkacak olan bir çok sosyal kurumu bünyesinde barındıran ve külliyle adı verilen geleneğin de çekirdeğini teşkil etti. 
Harem-i Şerif’in Hz. Ömer, Hz. Osman, I. Velîd, Mehdî- Billâh ve Sultan Kayıtbay tarafından genişletilmesi ve çevresinin düzenlenmesi, şehrin fiziki yapısında önemli değişikliklere sebep oldu. Su şebekesi kamu ve çevre sağlığı ile şehir içi ulaşımın sağlanması alanında sürekli tedbirler alınarak şehrin fiziki yapısına sosyal ve kültürel bina kompleksleri ilave edildi. Medine’de Mescid-i Nebevî’nin dışında bir kısmının planlaması ve kıble tesbiti bizzat Hz. Peygamber tarafından yapılan mescidler inşa edildi. Resûl-i Ekrem, ashabından vefat edenlerin defni için Bakî mevkiini mezarlık olarak şehir planına kattı ve burası Cennetü’l-Bakî adıyla tanındı. Medine’de Abbasiler döneminden itibaren halifeler, hanedan mensupları ve diğer ileri gelenler tarafından oluşturulan zengin vakıflar sayesinde idari binalar, mescid, medrese, tekke, zaviye, ribat, imaret, ve sebiller inşa edilmiş bunlar bir taraftan şehrin fiziki yapısını güzelleştirirken diğer taraftan ekonomik hayata önemli katkılar sağlamıştır. Bunlardan medrese, tekke, zaviye ve ribatlar hac mevsimlerinde Medine’ye gelenler için misafirhane görevi de yapıyordu. Malzemelerin genellikle Hicaz dışından getirilmesi inşaatların maliyetini arttırmasına rağmen şehrin mukaddes konumu dolayısıyla burada inşaat yapmak bir prestij vasıtası olarak görülmüştür.
Daha sonra şehrin etrafında görülen surlar, ilk defa Büveyhî Hüküdarı Adudüddevle tarafından 360’ta (971) taş ve kerpiç kullanılarak yaptırılmıştır. Şehri bedevî kabilelerin saldırısından korumak için surlarla çevirmek gerekiyordu. Surların Cennetü’l baki Uhud, Kubâ ve Akik’a çıkan dört adet ahşap kapısı vardı. Bu surlar zamanla harap olmuş ve 540’ta (1145-46) Medine’de bir medrese yaptırmış olan Zengiler’in ünlü veziri Cemâleddin el-İsfahânî tarafından yeniden inşa edilmiştir. Şehri kısmen kuşatan surlar bedevi hücumlarına karşı yetersiz kalınca Nureddin Mahmud Zengi 557’de (1162) yeni bir sur yaptırmış, bunlar daha sonraki dönemlerde tamir edilmiştir. Adudüddevle’nin yaptırdığı hastahaneyi de Memlük Sultanı Birinci Baybars tamir ettirmiştir. 
2. Ekonomik Yapı 
Hicretten önce Mekke Arap yarımadasında önemli bir ticaret merkezi iken Medine’nin bu alanındaki rolü çevresiyle sınırlıydı. Fazla gelir kaynağına sahip olmayan şehrin çevresindeki tarıma elverişli araziler temel ihtiyaçları ancak karşılayabiliyordu. Halk genellikle ziraatle geçinmekle birlikte değişik dallarda sanat erbabı da bulunuyordu. Şehirdeki Arap kabilelerinden Evs ve Hazrec’in yanında Beni Kurayza ve Beni Nadîr tarım ve hayvancılık, ekonomik bakımdan daha güçlü olan Beni Kaynukâ ise silah imalatı ve kuyumculukla meşguldü. Bütün unsurlar ticaretle uğraşıyorsa da şehrin batısında kendi adlarına bir çarşıları bulunan Benî Kaynuka’nın öncülüğünde Yahudiler şehrin ekonomik hayatında daha fazla söz sahibi olmuşlardı.
Hicret öncesinde Yesrib’de mahalli hüviyetleri ağır basan pazar yerleri mevcuttu. Mescid-i Nebevinin inşasından sonra şehir planını tamamlayıcı unsurlarından biri olan çarşı; yeri bizzat Hz. Peygamber tarafından belirlenerek faaliyete geçirildi. Çarşının işleyişine dair bazı düzenlemeler yapıldı. Tarım ve hayvancılık konusunda bilgi sahibi olan ensarla muhacirlerin tecrübelerinin birleştirilmesi çarşının işleyişi konusunda güçlü bir geleneği ortaya çıkardı. Kamu malı sayılan çarşıda yer edinmeye, kiralama ve bazı eşyaların sabitlenmesine izin verilmiyor ve açık bir alan olarak kalmasına dikkat ediliyordu. Hz. Ömer döneminde ticaret hayatıyla ilgili harbî tüccarlardan onda bir oranında vergi alınması gibi bazı binalar yapıldı ve Hişam b. Abdülmelik zamanında kapalı bir alan haline getirildi. Tamamı kiraya verilen ve dışarıdan mal getirenlerden ücret alınan çarşıdan esnaf ve sanatkarlara, meslek gruplarına göre müstakil bölümler ayrıldı. Ekonomik bakımdan dışa bağımlı olan ve Emeviler’in şehirlerine yönelik politikalarından memnun olmayan Medine halkı Halife Hişam’ın vefatının (125/743) ardından çarşıyı tahrip ederek Emevilerden önceki şekline dönüştürdü. Bundan sonra Medine çarşısı, hac mevsimleri dışında ara sıra ticaret kervanlarının uğradığı bir pazar olarak faaliyetini sürdürdü.
Hz. Ömer zamanında kurulan divan teşkilâtı Medine halkının geçim şartlarını kolaylaştırmış ve fetihlerinin ardından buraya getirilen ganimet gelirler ticari hayatını canlandırmıştı. Ancak hilafet merkezinin nakledilmesinden sonra Medine’nin mevcut ekonomik yapısı sakinlerinin ihtiyaçlarını karşılayamaz oldu. Hac mevsimleri dışında şehirde herhangi bir ticari faaliyet imkânı kalmadı. Emevîler döneminde bazı yardımlar yapılmışsa da bunun düzene girmesi Abbasiler devrinde gerçekleşti ve devlet bütçesinde “nafakâtü’l Haremeyn” adıyla bir fon oluşturuldu. Ayrıca halifeler hac için Mekke’ye giderken Medine’ye uğrayarak halka hediye verip insanlarda bulunuyorlardı. Eyyübiler ve Memlükler Medine için kurulan vakıflara yenilerini ilave etmişlerdir.

3. Nüfus 
Medine’nin hicret öncesi nüfusu hakkında fazla bilgi yoktur; bu dönemlerde şehirde yaklaşık 10-20 bin kişinin yaşadığı tahmin edilmektedir. Hicretten sonra ilk nüfus sayımı olarak nitelendirilebilecek, ensar-muhacîrîn arasında gerçekleştirilen muâhâttan 1500 müslümanın varlığı anlaşılmakta ve gayr-i müslim unsurlar buna ilave edildiği zaman nüfusun 10.000’i aştığı görülmektedir. Hicretin ardından şehrin nüfusu sürekli arttı. Hz. Peygamber vefat ettiğinde Medine’de 30.000 sahibinin bulunduğu kaydedilmektedir. Yahudilerin buradan ayrılmasına rağmen şehir ve çevresinde 60.000 kişinin yaşadığı tahmin edilmektedir. İmam Şafi’den ibn Abdilhakem yoluyla şu rivayet nakledilir. Resulullah (s.a.v) vefat ettiğinde Müslümanların sayısı altmış bin idi. Bunun otuz bini Medine’ de, otuz bini de Arap kabileleri ve diğerlerindeydi. 
Medine’nin nüfusu ilk fetihlerden sonrada artmaya devam etti. Hz. Ömer ve Osman zamanlarından Mescid-i Nebevi’nin ihtiyacı karşılayamamasından dolayı genişletilmesini nüfus artışının sürdüğünü göstermektedir. İlk İslam fetihleri sırasında bazı müslümanların fethedilen şehirlere yerleşmeye başlaması ve hilafet merkezlerinin nakledilmesi nüfus artışını durdurdu. Emevi ve Abbasiler’in Medine’ye yönelik siyasetleri, Harre vakası gibi şehre önemli kayıplar verdiren olaylar ve kıtlık sebebiyle bazı yıllarda görülen ekonomik sıkıntılar yüzünden şehrin nüfus kaybı artarak sürdü. Şehrin dış tehditlere açık olması da nüfusu azaltan diğer bir etkendi. 1502’de sur içindeki ev sayısının 300 civarında verilmesi, Osmanlı öncesi dönemde şehir ve çevresinde 3000-8000 civarında bir nüfusun yaşadığına işaret etmektedir. 

B. HZ. PEYGAMBERİN MEDİNE’Yİ VE ORADA YAŞAMAYI ÖVMESİ
Hz. Peygamber, Medine şehrini ve orada yaşamayı ashabına tavsiye ediyordu. Bu ve benzeri haberler sebebiyle müminler Medine’de yaşamayı, oraya yerleşmeyi daha bir ayrıcalıklı saymışlardır. Bu durum Medine şehrinin sürekli büyümesine ve ziyaret edilmesine zemin hazırlamıştır. Fetihler neticesinde dünyanın en güzel coğrafyalarında havası, suyu, manzarası harika yerlerle karşılaşan müslümanlar, Allah Resûlü’nün Medine’yi öven sözleri nedeniyle Resülün şehri olan bu beldeyi bırakmamışlardır. Bu ise, tarih boyunca çok az bir zaman dışında Medine’nin gerek nüfus, gerek ekonomik ve sosyal açıdan hep ayakta kalmasına vesile olmuştur. Aşağıda yer alan hadisler göz önünde bulundurulduğunda, başta sahabîler olmak üzere müslümanların Medine’ye yerleşmek hususunda ne denli istekli olduğu çok daha iyi anlaşılacaktır.
“Benim bu mescidimde kılınan namaz, Mescid-i Haram müstesna diğer mescidlerde kılınan namazlardan bin kat dah sevaptır.” 
“Ancak üç mescid için yol hazırlığı yapmak ibadettir. Benim bu mescidim, Mescid-i haram ve Mescid-i Aksâ” 
“Deccâl her yeri dolaşacak, her şehre girecek ancak Bu şehre yani Taybe’ye giremeyecek. Bu şehrin her sokağında onu Deccâlden koruyacak melekler olacaktır.” 
“Deccâl ve Taun hastalığı Medine’ye giremeyecektir.” 
“Minberim ile evimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim Havzımın üzerindedir.” 
“Kim ben öldükten sonra sadece beni ziyaret maksadıyla kabrime gelirse, kıyamet günü ona şefaatim hak olur.” 
“Kim güzelce abdest alır sonra Kuba mescidine gelir ve orada dört rekat namaz kılarsa sanki bir umre yapmış gibi olur.” 
“Uhud bizi sever, biz de Uhudu severiz.” 
“Medine’nin tozu Cüzzam hastalığını defeder.” 
“Medine’de Ramazan ayı diğer yerlerde geçirilen bin Ramazan ayından daha hayırlıdır.” 
“Kim ara vermeden benim bu mescidimde kırk vakit namaz kılarsa, Cehennemden berat almış, azaptan ve nifaktan korunmuş olur.” 
“Kim bizim Makberimize yani Cennetu’l-Bakî mezarlığına defnolursa, kıyamet günü ona şefaat edeceğiz.” 

II. YERLEŞİM
A. KORULAR VE BOŞ ALANLAR
Mekke’de duğup büyüyen Allah Resûlü, kendi istemediği halde anavatanını terk etmek zorunda kalmıştır. “Ey Mekke! Şüphesiz biliyorum ki, sen Allah’ın en hayırlı ve O’na en sevimli yerisin. Şayet senin ehlin beni çıkarmasaydı ben senden ayrılmazdım” dediği şehirden hicretle birlikte ayrılmak zorunda kalmış ve ömrünün geri kalan kısmını Medine şehrinde tamamlamıştır. Medine’ye yerleştikten sonra tıpkı Mekke’nin olduğu gibi Medine’nin de harem sınırları içersinde olduğunu ilan etmiş ve uygulamaya koymuştur. Hz. Peygamber, Mekke ve Medine’nin koruma alanlarını şu sözleriyle yasalaştırmıştır: “Ya rabbi! Hz. İbrahim Mekke’yi haram kıldığı gibi, ben de Medine’yi haram kıldım. Onun iki kayalığı arası harem bölgesidir. Ağaçları kesilmez, hayvanları avlanmaz, otu yolunmaz, ağaçlarının yaprakları koparılmaz.” Diğer yandan o sadece Mekke ve Medine’nin harem sınırlarını belirlemekle kalmamış, Taif için de onların isteği üzere belli bölgelerini ve vadilerini harem olarak belirlemiştir. 
Hz. Peygamber, Medine’deki yerleşimin düzenli ve dengeli olmasına özen gösteriyordu. Belirli alanlarda nüfusun yoğunlaşıp bazı yerlerin ise tamamen boş kalmasını istemiyordu. Boş kalması gereken yerlerin iskâna açılmasını da hoş karşılamıyordu. Bu tutum İslam şehirciliğinin ve günümüzde her geçen gün daha da artan çevreciliğinin ilk ciddi örneğini teşkil eder. Hz. Peygamber’in Medine ile ilgili düzenlemeleri bunlardan ibaret değildi. O su kaynaklarının korunmasından, ziraat alanlarının zayi olmamasına, bazı bölgelerin ağaçlandırılmasından, evlerin yerleşim planı ve mimari görünümüne, yolların genişliğinden çarşı ve pazarlara kadar birçok alanda düzenlemelere katkıda bulunmuştur.
Hz. Peygamber, Medine’nin merkezinden itibaren her tarafından 12 mil (yaklaşık 20 km) mesafelik bir sahayı harem ilan etmiştir. Allah Resûlü Mescid-i Nebevî’nin etrafını oldukça boş bırakmıştı. Bunun yanı sıra Medine’nin otlarının biçilmesini, diken ve çalılıklarının koparılmasını, ağaçlarının kesilmesini yasaklaması sebebiyle kendiliğinden büyük bir alan yeşil alan olarak korunmuş oluyordu. Bu meralar içerinde hayvanların barınakları, deve otlakları, at yarışlarının yapıldığı, güreşlerin tertip edildiği boş alanlar elde edilmiş oluyordu.
Nebi (a.s.), Müslümanların atları için Medine’ye 20 fersah mesafede Akik vadisinde bir mile bir berid ebatlarında yüzölçüme sahip bir alanı koruluk yapmıştı. Burası o civarda yeşilliği en bol olan vadidir. Ağaçlık da olup bitkilerin çokluğu yüzünden içinde süvari kimse kaybolur denilmektedir. Bakî ya da Nakî denilen bu yer için Bakî kelimesi izafet yapılmadan kullanıldığında burası kastedilir. Muhaddislerin bazıları bu kelimeyi Nakî şeklinde zikrederler ki, “nakî” su biriken yer demek olup bundan dolayı bu adla anılmıştır. 

B. MEZARLIKLAR
Hz. Peygamber, kabirlere yaş dal dikmiş onlar yaş kaldığı müddetçe oradakilerin azapları varsa hafifleyeceğini belirtmiştir. Allah Resulü kabir üzerine oturulmasını da yasaklayarak mezarların düzgün olmasını bir anlamda sağlamak yolunda tedbirler almıştır. Bu konuda, “Sizden biriniz bir kor üzerine oturup elbisesini ateşin yakması ve ateşin vücuduna işlemesi, bir kabrin üzerine oturmasından daha hayırlıdır” demiştir. Resulullah, kabirler üzerine bina yapımını da yasaklamıştır. 
Allah Resûlü’nün övdüğü ve ziyaret ettiği mezarlıklardan Medine’de Baki mezarlığı, Mekke’de ise Cennetü’l-Muallâ mezarlığı bilinmektedir. Medine’de, Mescidin doğu tarafında bulunan Bakî Mezarlığı geniş bir alanı kapsamaktadır. Cennetü’l-Baki olarak adlandırılan bu mezarda bugün pek çok sahâbî medfun bulunmaktadır. Medine’de o devir Benî Seleme Mezarlığı gibi başka mezarlıklardan da bahsedilmektedir. 
Cennetü’l-Muallâ ise, Mekke’de yer almaktadır. Bu da büyük bir alanı kapsamaktadır. Hz. Hatice başta olmak üzere Mekke’de vefat eden Müslümanların ve Hz. Peygamberin akrabalarının da medfun olduğu mezarlıktır.

C. GÜVENLİK ALANLARI 
Resûl-i Ekrem’in Medine’ye hicretinden sonra yaptığı ilk iş bir mescid inşa etmek olmuştu. Mescidin etrafı boş bırakılmış, insanların buraya yerleşmesine izin verilmemişti. Allah Resûlü, uzaktan mescide gidip gelme konusunda zorluk çekenlerin, daha çok sevap kazanacaklarını, bu çektikleri meşakkatin kendileri için her bir adım karşılığında günahlarının silinmesine ve sevap yazılmasına vesile olacağını bildirmiştir. Bu konuda şöyle söylemiştir: “Şüphesiz namazdan en çok sevap kazanacak insanlar, uzak mesafelerden camiye yürüyerek gelenlerdir. Namazı imamla birlikte kılmak için bekleyen kimsenin sevabı, namazı tek başına kılıp sonra uyuyan kimseden daha büyüktür.” , “Karanlık gecelerde mescidlere yürüyerek giden kimselere, kıyamet gününde tam bir nura kavuşacaklarını müjdeleyiniz.” 
Benî Selime Ensar kabilelerinden biri olup, yerleşim alanları mescide bir mil uzaklıktaydı. Benî Selime, Medineli Müslüman kabilelerden biridir. Bu isimle bilinen tek Arap kabilesidir. Müslim’in bir rivayetinden öğrendiğimize göre Câbir b. Abdullah da bu kabileye mensuptur. Bu insanlar, beş vakit namazı daha kolay yoldan cemaatle kılabilmek ve Hz. Peygamber’e daha yakın olabilmek gayesiyle, Mescid-i Nebevî’nin etrafındaki boş arsalara gelip ev yapmak ve oraya yerleşmek istiyorlardı. Hz. Peygamber bu isteği hoş karşılamadı ve Benî Selime mensuplarını çağırarak bu yöndeki düşüncesini kendilerine açıkladı, yerlerinde kalmalarını istedi. Namaz kılmak için mescide gidip gelmedeki kazanacakları sevabın daha çok olacağını onlara haber verdi. Onlar da buna razı olup yurtlarında kaldılar. Çünkü Beni Selime’nin yaşadıkları bölge Medine’nin kenar semti olup adeta bekçiliği durumunda idi. Orayı boşalttıkları takdirde o semtin ve Medine’nin güvenliği tehlikeye düşecekti. Allah Resûlü buna rıza göstermedi. 
Sahih-i Buhâri’de yer alan bir rivayette Muaz b. Cebel’in Mescid-i Nebevi’de Allah Resûlü ile birlikte namaz kıldıktan sonra kendi kavmi Benî Selime yurduna giderek onlara namaz kıldırdığı bildirilmektedir. Hatta bir defasında bu mescidin cemaatinden biri Resûlullah’a gelerek onun kulağına bir şeyler fısıldamış Allah Resûlü de Muâz b. Cebel’e “Sen fettan mısın, sen fettan /fitne çıkaran mısın” şeklinde Muâz’a çıkışmıştır. Muâz b. Cebel’in bu imamlık yaptığı mescid Selime oğullarının mahallesinde bulunan mesciddir. Mescid-i Nebevî’ye uzak oldukları için, Allah Resûlü’nün onlara kendi semptlerinde bir mescid bina ettirdiği anlaşılmaktadır.

D. SULAR VE KUYULAR
Medine’de halkın sularını temin ettiği büyük kuyular bulunmaktaydı. Özellikle Yahudiler bunları işletiyor ve yüksek fiyatlarla satıyorlardı. Hicretten sonra buraya gelen muhacirlerin bir çoğunun bu suları parayla almaya güçleri yetmiyordu. Hz. Osman, Rûme kuyusunu 35 bin dirheme satın aldı ve Müslümanlara vakfetti. Yeraltından su çıkarmasını bilen sahabîler vardı. Malik b. Nadr’in kuyusundan Allaha Resulü’ne tatlı su getirilirdi. Medine ‘de Gars Kuyusu ve Sukyâ Kuyuları da vardı. Aris Kuyusu Kuba yakınlarındaydı. Casum’daki Ebu’l- Heysem b. Teyyihan Kuyusu’ndan da Resulullah’a su getirirlerdi. O devirde suları tulumlara koyarlar hurma dallarına asarak soğuturlardı. 
Ebû Eyyub, Resulullah kendi yanında misafir iken onun için Enes’in babası Malik b. Nadr’ın kuyusundan tatlı su getirtirdi. Sukyâ Kuyusu Medineye iki günlük mesafede idi. Yani 60 km. civarındaydı. 
Resûlullah (a.s.), durgun suları idrar ve benzeri pisliklerle kirletmenin doğru olmadığı konusunda insanları uyarmıştır. Câbir (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (a.s.), durgun sulara idrar yapmayı insanların gölgelendikleri yerlere abdest bozulmasını yasaklamış, hayvan ağıllarının kuyulardan belli mesafede uzak tutulmasını istemiştir. 

E. ÇARŞI, PAZAR VE MESLEKLER
Medine’de o dönem için bir şehirde olabilecek pek çok meslek grubunu ve bunların iş yerlerini görmek mümkündür. Bizim tespit edebildiğimiz bazı meslek ve iş çeşitleri şunlardır: Manifatura, Hz. Osman’ın kumaş ticaretinden çok para kazandığı bilinmektedir. Itriyat, mesala, güzel kolu satan kadınlar vardı; Esma bint Muharibe Medine’ de güzel koku satıyordu, Havla bint Tuvet ve Sâib b. Akra’nın annesi Müleyke’nin de koku sattığı kaydedilir. Bunlardan başka sarraf, anber ve civa ticareti yapanlar, mızrak satıcısı, yiyecek satıcısı (buğday vs.) olduğu bilinmektedir. Resulullah zamanında gece asayiş ve emniyeti sağlamak maksadıyla bekçi görevlendirildiği de zikredilmektedir.
Tıbbî ilaçlar, mesalâ, akakir satışı yapılmaktaydı. Kezâ pazarlarda o güne mahsus şeker satışı, su satışı, ziraazast ve ağaç dikimi için fideler, hurma satışı yapılmaktaydı. Medine’de kadın ayakkabı satıcı ve tamircisinden de bahsedilmektedir. Taif derisi satımı, oduncular, dokumacılık ve terzilik yapanlar, marangoz olup çeşitli ahşap işçiliğ hatta çocuk beşiği yapanlardan, ahşap kapı ve bardak yapanlardan söz edilmektedir. 
Kuyumcu ve nakkaşlar, altından burun dahi yapanlar, kalkan ve miğfer yapanlar, ayrıca ressamlar bulunmaktaydı. Musavvirlik de gelişmişti, daha çok oyma işlerinde kullanıyordu. Canlı suretleri yapılmıyordu. Evlerin ve mescidlerin aydınlatılmasında kullanılan iç yağından kandil ve mum gibi aydınlatma araçları yapılıyordu. Demircilik ilerlemişti. İnşaat ustaları bulunuyordu. Talk b Ali es-Suhaymi şöyle anlatıyor: Hz Peygambere geldim, mescidini yapıyor ve müslümanlar da onunla birlikte mescidin yapımında çalışıyorlardı. Ben çamur yapma ve karıştırması işinde ustaydım. Küreği alıp çamuru karıştırmaya koyuldum. Resulullah, bana bakıyordu, şöyle buyurdu: “Şu Hanif’li çamur ustasıdır. Ona çamuru yaklaştırın, çünkü o, bu işi en iyi bilendir” 
Bunlardan başka Medine’de şu işleri yapan meslek sahipleri de bulunmaktaydı: Hacamatçı, berber (örneğin, kadınların Saçlarını Yapan Ümmi Süleyman bint Milhan’dı), kaşap, fırıncı, kebapçı, ebe hanımlar ve emziren süt anneler, taş yontucusu, kabir kazıcıları, tabut yapımı, buhurcu, temizlikçi, mescidi temizleyen görevliler, anaze (harbe), mızrak ve kılıç yapanların varlığı bilinmektedir. Tulumlarla Mekke’den Medine ye zemzem sularının getirilmesi, ağaçlardan, topraklardan ve kabaktan, hurma ağaçlarından kapı ve kadeh yapılması, cam kadeh kullanılması, yay, eğer, kırba, çanak vs. yapımı vardı. 
Yazı yazmak için deri, kamış kalem, mürekkep yapımı o günün işleri arasındaydı. Ayrıca o gün için aydınlatmak amacıyla kandil yapmak ve yakmak önemli bir işti. Hz. Aişe şöyle anlatıyor. Ben Nebi’nin önünde ayaklarımı O’nun kıblesine gelecek şekilde uyurdum. Secde ettiğinde bana eliyle dokunur bende ayaklarını çekerdim. Kıyama kalktığında da uzatırdım. O sıralarda evlerde kandiller yoktu. Her ne kadar her evde kandiller yoktu denilse de bunun çok yaygın olmadığı veya belli saatten sonra iktisat ve tedbir amaçlı söndürüldüğü anlaşılmaktadır. 
Hz. Peygamber Medine’de pazar yerini kendisi belirlemiştir. Taberânî, Hasan b. Ali b. Hasan b. Ebi’l-Hasan tarikiyle şu rivayette bulunur: Bir adam Resûlullah’a gelerek “Ben pazar için bir yer buldum, ona bakmaz mısın? Dedi. Resûlullah “evet” buyurdu ve onunla birlikte kalkıp pazar yerine geldi, orayı görünce hoşuna gitti ve ayağıyla yere vurarak şöyle buyurdu: “Bu pazarınız ne güzeldir! Burada bir eksiltme (pazarın yerinde veya tartı vs.’de) yapılmasın ve vergi (haraç) konulmasın. İbn Mace bu olayı şu şekilde aktarmaktadır: “Resûlullah (s.a.v.) Nebît pazarına gidip oraya baktı ve bu sizin için pazar olmaz dedi; sonra bu pazara döndü, orada dolaştı ve ‘bu sizin pazarınızdır, burada bir eksiltme yapılmasın ve vergi konulmasın’ buyurdu.” 

F. YOLLAR VE SOKAKLAR
Resulullah, “lanet getirecek iki şeyden sakının” buyurdu. Sahabe,” lanet getirecek iki şey nedir? diye sordular. Peygamber Efendimiz: “İnsanların gelip geçtikleri yollara ve gölgelendikleri yerlere abdest bozmaktır” buyurdu. Allah Resûlü temizliği sağlamak amacıyla pislik yiyen develere binilmesini dahi yasaklamıştır. Yollarda insanlara eza veren şeylerin kaldırılmasının sadaka olduğunu bildirmiş, gelip geçenlere rahatsızlık vermeleri sebebiyle yollara oturanları ikaz etmiştir.

G. BİNALAR
Hz. Peygamber zamanındaki binaların bir kısmı kamuya ait binalar diğerleri de şahıslara ait özel evler ve işyerleridir. Kamuya ait binalar arasında mescidler birinci sırayı almaktadır. Bunun yanı sıra hastane, misafirhane, hapishane, hamam gibi çeşitli ihtiyaçlar için kullanılan binalar da görülmektedir. At, deve ve diğer sığır ve koyunların beslenmesi, kümes hayvanlar, kuşlar, kedi, köpek vs. beslenmesi ve bunların barınakları, çocukların oyun alanları boş alanlar, çocukların kuş beslemeleri vs. de düşünüldüğünde o dönem için hayli boş alan ve çeşitli amaçlara hizmet eden binaların varlığı daha iyi anlaşılacaktır.

1. Mescitler Ve Namazgahlar
Hz. Peygamber’in Medine şehrini cami merkezli kurduğu ve geliştirdiğini söylemek mübalağa olmaz. Medine’nin büyümesi Mescidi Nebevî’nin öncülüğünde diğer mescidlerin kurulması ve şehrin bu mescitler etrafında oluşturulmasıyla gerçekleşmiştir. Hz. Muhammed (a.s.), öğretim ve sosyal dayanışmada mescidleri kullanmıştır. Kadılık, ihtisab, vakıf, eğitim, öğretim gibi medeniyetin metafizik unsurları hep mescidlerde icrâ edilmiştir. Mescid-i Nebevî dışında Medine’de Hz. Peygamber’in sağlığında dokuz mescidin bulunduğu bunlardan başka yine aynı dönemde Riyad ve Dahran arasındaki Cuvâsa’da Cuma kılınan bir mescidin bulunduğu kaynaklarda zikredilmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber’in bayram namazlarını mescid yerine namazgahta yani geniş bir alanda kıldırdığını biliyoruz. 
Mescid gibi umuma ait binaların yapımında temelde taş işçiliğinin kullanıldığı görülmektedir. Yaklaşık yer üstünde 150- 200 cm.’lik bir kısım taşla örüldükten sonra üzerine kerpiçle örülmeye devam edildiği, duvarlarının çamur içerisine saman denilebilecek hurma liflerinden ve birtakım yün ipler karıştırılmak suretiyle oluşturulan kerpiçlerle örüldüğü bilinmektedir. Hz. Peygamber Medine’de Mescidi Nebevî’yi bu şekilde inşa etmiş, hurma ağaçlarının gövdelerinden yüksek sütunlarla mescidi muhkem kılmış, üstünü de hurma ağacının dal ve yapraklarıyla kapattırmıştır. Temellerini taşla direkleri hurma ağacı gövdesi tavanı da hurma dallarından duvarları kerpiçten yapılmıştır. Kıbleye gelen tarafı 100 arşın diğer İki tarafı da bu kadardı. (Yani her taraftan yaklaşık 65 metre) Mescid Kare şeklinde idi. Temel yerden yaklaşık üç arşın yükseliğinde olup taştandı. Üstü de kerpiçle inşa edildi.
Mescidlerin temizliği için görevliler tutulmuştur. Mescidden alınan her bir çöpün sadaka vermeye eşit olduğu bildirilmiş, oraları kirletmek ve mescidlere tükürmek günah sayılmış bunun keffaretinin ise onu temizlemek olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca kötü kokan yiyecek ve içecek yemiş olanların kokularıyla başkalarına rahatsızlık vermelerine razı olmamış, onların bu durumda mescide gelmelerine müsaade etmemiştir. “Güzel koku ikram edilen kimse onu reddetmesin; çünkü onun taşınması kolay, kokusu güzeldir” sözleriyle mescidlerin güzel kokmasını temine çalışmıştır.
Hz. Peygamber mescidlerde tartışmayı, yüksek sesle konuşmayı, kayıp ve yitikleri soruşturmayı, mal alıp satmayı, ev alıp satmayı veya kiralamayı hoş karşılamamış ve “Kim Mescidde yitiğini soruşturan bir adam duyarsa, ‘Allah onu sana buldurmasın’, desin. Zira mescidler yitik araştırmak için yapılmamıştır,” buyurmuştur. Ayrıca “Mescidde mal alıp satan gördüğünüzde Allah kazandırmasın deyiniz, yitik araştırdığında ise, Allah buldurmasın, deyiniz” buyurmaktadır. 
2. Elçiler İçin Misafirhane/Devlet Konuk Evi
Resulullah’ın kullandığı evlerinden biri de “Büyük Ev” diye adlandırmıştı ki bu Humeyd b. Abdurrahman b. Avf’ ın eviydi. Bu ev muhacirlerden birinin Medine de yaptığı ilk ev olması sebebiyle Resulullah misafirlerini burada ağırlardı. Hz. Peygamber bizzat bu evin yapımında çalışmıştı. Bazen yabancı elçilerin müslümanların yaşantılarını görmeleri, onların namaz kılarken, Kuran okurken yaptıklarını izleyebilmeleri için Allah Resûlü Mecside çadır kurdurur, misafirler orada ağırlanırdı. Uzaktan gelen bazı heyetleri Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evinde misafir ettiği de olurdu. 
3. Hastahane 
Hz. Aişe’den şu rivayet nakledilmektedir: Hendek savaşında Sa’d yaralandı. Kureyş’ten biri ona ok atmıştı. Resulullah (s.a.v) mescidde onun için bir çadır kurdurdu, kendisini yakından ziyaret ediyordu.” İbn İshak es-Sîre’ de şöyle der: Resulullah (sav) Sa’d b. Muâz, mescidinde, Eslem kabilesinden Rufeyde adlı bir kadının çadırına koydurttu. Rufeyde yaralıları tedavi ediyor; Müslümanlardan sıkıntıya düşmüş olanların hizmetine kendisini adamış bulunuyordu. Kettânî, “Bu Hz. Peygamber (sav) zamanında hastanelerle ilgili olarak bildiğimiz en geniş bilgidir” demektedir. 
4. Hanlar
İbn Sad’ın et-Tabakât’ında şu bilgi verilir; Hz. Ömer (r.a.) köle (rakîk) evi yaptırdı ki bazıları buna un (dakîk) evi derler. Yolda kalanlara (yolculara) ve kendisine inen yolculara ait olmak üzere oraya un, kavut, hurma, yağ ve ihtiyaç duyulan şeyleri koydurttu. Hz. Ömer, Mekke ile Medine arasında Sebil, yolcuların ihtiyaç duydukları ve kendilerini bir sudan (konak yeri) diğer suya ulaştıracak şeyleri koydurttu. Yine İbn Sa’d’ın Tabakât’ında şu bilgi kaydedilir: Yol boyunca ikamet edenler Hz. Ömer’den Mekke ile Medine arasında yapı kurmak için izin istediler. O da kendilerine izin vererek şöyle dedi: Yolcu su ve gölgeye daha layıktır. 
5. Kimsesizler Yurdu/Suffe
Hz. Peygamber mescidi yaptırırken hemen bitişiğine kimsesizler yurdu da diyebileceğimiz bir barınma yeri yaptırdı. Suffe ehli Kureyş muhacirlerinden ve diğerlerinden 400 kişi idi. Gece Kur’ân öğreniyorlar, gündüz ise hurma çekirdeği kırıyorlardı. Ehl-i Suffe’nin bir ferdi olan Ebû Hureyre buradaki yaşamlarını şöyle özetlemektedir: Ben Ehl-i Suffe’den idim. Akşam olunca Resûlullah yanımıza gelir ve yanındaki bazı kimselere bizlerden birilerini yemeğe götürmelerini söylerdi. Onlardan her biri, bir veya birkaç kişi beraberinde götürürdü. Geriye kalan beş on kişi mescidde bekler, Hz. Peygamber’in akşam yemeği gelirdi, o da onlarla birlikte yemeğini yerdi. Biz yemeği bitirdikten sonra bize ‘mescidde uyuyun’ buyururdu. 
6. Evler
Hz. Peygamber, evlerin ve yolların geniş olmasını istemiştir. Nebi (a.s.) ordugâhta şu duyuruda bulunmak üzere münâdi gönderdi: “Kim bir evi daraltır ve bir yolu keserse ona cihad yoktur.” Bu, insanların (lüzumdan fazla yer kapıp başkaları aleyhine) evleri daraltmaları ve yolları kesmeleri münasebetiyle vaki olmuştu. Bundan da anlaşılıyor ki, Allah Resulü (sav) seferde çadırların kurulmasına varıncaya dek düzenli olmayı severdi. Nerede kaldı ki iskan mevki ve sağlam yapı konusunda bunu sevmesin. Hadisten anlaşıldığı üzere insanların yürüdüğü yolu (geçişi engelleyecek, sıkıntı doğuracak şekilde) daraltmak kimseye caiz değildir. Böyle yapan kimseden cihadın nefyedilmiş olması bu fiili yapmaktan uzaklaştırma ve azarlamada mübalağa kabilindendir. Yine bunun gibi, zarara sebep olduğu için (İhtiyacı dışında yer alıp başkaları aleyhine) evleri daraltmak da caiz değildir.
Allah Resûlü mescidi yaptıktan sonra, mescidin yanına evlerini (hücrelerini) kerpiçle yaptırdı. Evlerin tavanı hurma ağacı gövdesi ve dallarıyla, etrafı (duvarları) kerpiçle, iç bölümler ise, çamurla sıvanmış hurma dalları ve yünden çullarla yapılmıştı. Bu hücrelere hava geçişini güzel sağlayacak, giriş ve çıkışı kolaylıkla ve süratle temin edecek kapılar koydu. Hz. Aişe’nin evi, Hz. Fâtıma’nın evinin sırasında idi ve kıble tarafına açılan bir kapısı vardı. Hz. Hafsa ile Hz. Aişe’nin evleri arasında bir yol vardı, her ikisi evlerinde bulundukları halde, evlerinin yakınlığından dolayı birbiriyle karşılıklı konuşuyorlardı. Hz. Hafsa’nın evi, Hz. Aişenin güney doğusunda bulunan Âl-i Ömer kulubesinin sağında idi. Bu ikisinin evlerinin aşağısında Resûlullah’ın diğer hanımlarının evleri yer alıyordu. Hz. Fatıma’nın evinde babasının evine bakan bir kafesi vardı. Hz. Peygamber (a.s.) oradan onun durumuna muttali olabiliyordu. Hz. Peygamber’in eşlerine ait evlerde kendisine ayrılmış birer bölüm vardı. Hz. Peygamber’in hücresi Ar’ar ağacıyla tutturulmuş kıl örgülüydü. Evlerde zaruri olarak bir tuvalet, yıllık zahire yeri ve mutfak, halkla görüşmek için bir yer, Resûlullah’ın geceleyeceği bir yer bulunmaktaydı. 
İbn İshak Beni Neccâr’dan bir kadının şöyle dediğini rivayet eder; Benim evim Mescid-i Nebevi’nin çevresindeki en yüksek evlerden biriydi. Bilal her gün onun üzerinde sabah ezanını okurdu seher vakti gelerek evin üstüne oturup fecri gözlerdi. 
Hz. Peygamber hanımlarına darıldığı zaman yalnız kalmak istemiş ve bir evde istirahate çekilmişti. Rasulullah’ın istirahat ettiği oda, iki katlı bir evin üst katında idi ve buraya merdivenle çıkılıyordu evin merdivenin ahşap olduğu bildirilmektedir. Oğlu İbrahimi Kuba’da süt anneye vermişti. Onların evi dumanlıydı zira sütannesinin kocası körükçülük yapıyordu. Dumanlar arasından geçerek ziyaret yapılmıştı. 
Hz Peygamber ev yapımı konusunda da ashabına yardımcı olmuştur. İbn Sa’d Talakat’ında şu bilgi verilir; Resulullah (sav) Medine’de evleri ikta verdiği zaman Osman b Affan’a bugünkü evini(n yerini, planını) çizdi. Ashabın evlerinde oturmak için seki (sedir) vardı. İslam da ilk bina yapı ustasının Ammar b. Yasin olduğu zikredilir.
Basra ve Kûfe Hz. Ömer zamanında kurulmuştur. O, Basra ve Küfe’nin kurulması için Sa’d. b. Ebî Vakkas’a yazdığı mektupta, hiçbir evin gölgesinin diğer evi gölgelendirmeyecek kadar aralarının geniş olmasını, büyük caddelerin kırkar arşın (yaklaşık 25 m.), ara yolların yirmişer (15 m.), malikânelerin ise altmış arşın (yaklaşık 40 m.) olarak planlamasını istemiştir. Basra ve Kufe’de Merkez Cami (Cuma Camii) ise, caddelerin ayrıldığı orta yere yapılmıştır. Bu planlama Hz. Ömer’in (r.a.) emriyle yapılmıştır. Bu da mühendisliğin ilk dönemde ister seferde, ister hazarda olsun, imar konusunda yapı işlerinde kullanıldığını göstermektedir. Yine Hz. Ömer’ in bir uygulaması olarak o, hicretin 17. yılında Şam’ a gittiğinde, gazaya kışın çıkan (şevâtî) ve yazın çıkan (savaif) ordular düzenledi. Şam’ın müdafaa hatları ve askerî noktaları olan gedik ve gözetleme yerlerini sağlamlaştırdı.
Behz b. Hâkim, babasından, o da kendi babasından şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Ey Allah’ın Resulü, komşunun benim üzerimde hakkı nedir? dedim şöyle buyurdu: “Hastalanırsa ziyaret etmek, ölürse cenazesine katılman, senden borç isterse vermen, çıplaksa örtmen giyeceği yoka giydirmen, bir hayra nail olursa tebrik etmen, bir belaya uğrarsa teselli etmen, binanı onunkinden yüksek yaparak rüzgar gelmesini engellememen, kendisine biraz vermen hariç, tencerenin kokusuyla ona eziyet vermemendir.” 
İnşaat yaptıran komşulardan biri, bitişik komşusunun duvarından faydalanmak zorunda kalırsa, onun iznini almalıdır. Yapacağı bir işin bir sakıncası bulunup bulunmadığını en iyi komşusu bileceğine göre, onun kararına saygı duymalıdır. İzin verirse, ona teşekkür ederek bu kolaylıktan faydalanmalıdır. Şayet izin vermez ise, onu zorlayıp kalbini kırmamalıdır. Nitekim Hz. Peygamber, “Hiçbiriniz duvarına ağaç çakmak isteyen komşusuna engel olmasın” buyurmuştur. Bu ve benzeri konularda İslam’ın Şuf’a hakkı olarak tanımladığı bugünün hukukunda önalım hakkı olarak belirtilen konu ortaya çıkmıştır. Önalım hakkı çerçevesinde komşunun da önceliği bulunmaktadır. Hz. Ömer akrabaların çok yakın oturmalarını istemez onların birbirini özleyecek mesafede bulunmalarını arzu ederdi. 
Liderlerin milli ve dini yapılara temel taşı koymaları o zaman da vardı denebilir. Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde ilk önce Kuba mescidini inşa etti ve temelinin atılmasına bizzat nezaret etti. İbn Hayseme şunu zikreder: “Resulullah, Kuba mescidini inşa ettiği zaman kıblesine taş koyan ilk kimse oldu. Sonra Ebûbekir bir taş getirip koydu. Sonra da Ömer bir taş getirip Ebûbekir’in taşının yanına koydu. Sonra da insanlar binayı yapmaya koyuldular. İslam’da ilk yapılan mescid buydu. 

7. Hamam
Hz. Peygamber Medine’de uygun gördüğü bir arsaya hamam yapılmasını istemiştir. Hz. Peygamber, bir yerden geçerken “Bu ne güzel hamam yeridir” demiştir. Resulullah bir yere uğradı ve “Bu yer ne güzel” buyurdu ve oraya hamam bina edildi. eş-Şifa’nın kenarına Ebu Zeyd Abdurrahman el-Gırnatî’nin el yazısıyla düştüğü şu not nakledilir; Bu Hz Peygamber’in (sav) mühendislik ve yapı bilgisi çerçevesinde olan bir husustur. Ebû Nuaym bunu Riyâzü’l-müteallimin’de anarak Ebû Rafî’den rivayet eder. Ebû Rafî şöyle dedi: Resulullah (sav) bir yere uğradı ve “ne güzel…” buyurdu ve oraya hamamı bina etti. Hadiste, binaların yerleri ve rüzgârın estiği yerler haber verilmiştir. 
8. Hapishane
Medine’de ilk zamanlar mescidin bir bölümünde suçluların bağlandığı bir yer ayrılmış daha sonra bu işler için evler tahsis edilmiştir. Huneyn dönüşü elde edilen mal ve esirler Cirâne mekiinde tutulmuştur. Hz. Ömer kendi döneminde Mekke’de Safvan b. Ümeyye’nin evini satın almış ve orayı hapishane yapmıştır. Burası uzun yıllar Mekke’de hapishane olarak hizmet vermiştir. 

SONUÇ
Çevre sorunları bütün canlıları ve insanları tehdit eden boyutlara gelmektedir. Müslümanlar inançları gereği olarak da çevre sorunlarına duyarlı olmak zorundadırlar. Çevre sorunlarına duyarlı insanlar yetiştirmenin yollarından biri onları inançlı bir şekilde eğitmektir. Sadece menfaatini düşünen bir insanın başkalarının veya diğer canlıların zarar görmesinden rahatsız olması beklenemez. Çıkarcı insanlar, başkalarının sırtına basarak, kendi dışındaki bütün imkânları sömürerek yükselmek isterler. Ekolojik dengeyi korumak nasıl önemli ise, insanlardaki vicdanı dengenin veya diğer bir ifadeyle oto-kontrol sisteminin de korunması o derece önemlidir. 
Kâinat insanoğluna emanettir. Allah her şeyi düzenli yaratmıştır. Onun yaratmasında herhangi bir boşluk yoktur. O herkese ve her canlıya yetecek miktarda nimetlerini dağıtmış ve bol bol ihsan etmiştir. İsraf edilmediği takdirde dünyanın ve evrenin nimetleri tükenmeyecektir. İslam, insanın, insanla, insanın, diğer canlılarla, insanın çevresiyle, insanın toplumla ve insanın yaratıcısıyla ilişkilerini çok önemli saymıştır. Bu nedenle her bir insan ve her mümin, İslam inancına göre elindeki nimetlerden sorumludur ve bunlardan sorguya çekilecektir. Emaneti en güzel şekilde gelecek sahiplerine devretmek insanlık görevidir.
İnsanca ve en güzel ahlakla yaşamış olan Hz. Peygamber, aldığı risalet emanetini yerine getirmek doğrultusunda başta kendi üzerine düşen görevi en mükemmel şekilde tamamlamıştır. O, Allah’ın insanlara yüklediği misyon bilincini, arkadaşlarına aşılamış, çevresini gelecek olan nesiller için hazırlamış, emanetleri ehline vermek suretiyle zayi olmasının önüne geçmiştir. Temizlik, nizam, estetik, zarafet ve nezakette en ileri seviyeyi yakalayan altın bir nesil yetiştirmek suretiyle, kendisiyle ve çevresiyle barışık bir toplum tesis etmiştir. Böyle bir toplum her işinde ve her eserinde hakkın rızasını aramış, insanların, hayvanların ve diğer bütün canlıların haklarına riayet etmeyi vazife telakki etmiştir. Bunun neticesi olarak yaşadığı çevreyi koruyan, suyu, havayı, yiyecek ve içecekleri ve her türlü enerjiyi israf etmeyen duyarlı bir nesil oluşturmayı hedeflemiştir. Çevre ve enerjinin korunabilmesi için bu duygulara sahip daha çok insana ihtiyaç bulunmaktadır.
Hz. Peygamber’in öğretileri ve yaşayarak gösterdikleri doğrultusunda yetişen Müslümanlar, bedevi hayat yerine şehirleşmeyi öne alan medenî bir yaşantıyı tercih etmişlerdir. Toplum olma ve toluluk kuralarına uymanın yanı sıra, diğer canlılara ve çevresine Allah rızasını gözeten, iyi niyet ve hakkaniyet ölçüleri içerisinde yaklaşmayı esas almıştır. Ben ve öteki yerine Allah’ın bütün nimetlerinin kendisine emanet edildiğinin bilinci içersinde olmuştur. Bu ölçüler doğrultusunda cami merkezli bir yerleşim fikrini geliştirmiş, şehir ve kasabalarında yerleşim ve mimariye hep bu düşünce damgasını vurmuştur.


Doç. Dr. Mustafa KARATAŞ