İstanbul'un Fethi Hadisi


GİRİŞ
Arapça kökenli bir kelime olan “Fetih”, kapatmanın zıddı olup açmak demektir. Terim olarak anlamı ise, bir düşman beldesini, bir şehri harp veya sulh yoluyla ele geçirmek ve kapılarını müslümanlara açmak anlamına gelmektedir. “Fetih”, İslam’da bazı yerler için kullanılmış olsa da özellikle iki yer için kullanılmış olması konumuz açısından anlamlıdır.
Birincisi, İslam’ın kalbi ve merkezi olan Mekke’nin fethi için Kur’an-ı Kerim’in kırk sekizinci sûresinde kullanılmıştır. Sözkonusu sûrenin ilk ayetinde إنا فتحنا لك فتحا مبينا “Muhakkak ki biz sana apaçık bir fetih verdik” buyrulmaktadır. Bu nedenle bu sûreye Fetih Süresi adı verilmiştir.
Kuran’da Mekke’nin fethiyle ilgili geleceğe ait bir haberi vermesine karşın geçmiş/mâzî zaman kullanılmıştır. Arapça gramer kaidesine göre istikbale ait bir bilgi ve haber için geçmiş zaman kipi kullanılması, o olayın kesinlikle vuku bulacağına işaret etmek içindir ki, Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde geleceğe ait olaylar için bu tür ifadelerin kullanıldığı bilinmektedir. Yukarıda da zikredildiği gibi Mekke henüz fethedilmeden önce Kur'an-ı Kerim’de “Biz sana apaçık fetih verdik” demek suretiyle Mekke’nin fethinin kesin olduğu bildirmiştir. Bu ayet ve bu sûre hicretin altıncı yılında Hudeybiye seferinden sonra zılkade ayında nâzil olmuş ve aradan iki yıl geçtikten sonra hakikaten Mekke kan dökülmeden fetholunmuştur.
İkincisi, “fetih” kavramı Allah’ın elçisi Hz. Muhammed’in kendi sözünde çeşitli yerlerin fethi için ve özellikle de Kostantiniyye yani İstanbul için kullanılmıştır. Hz. Peygamber İstanbul’un Fethi için mazı kalıbı değil müzâri yani geniş zaman kipini seçmiş, ancak fiilin hem başında hem de sonunda Arapça’da sözü pekiştirdiği bilinen tekit harflerini kullanmıştır. Fiilin başına lam harfini, sonuna ise şeddeli nun harfini ilave etmiştir. Bu durumda mana daha çok kuvvetlendirilmiş olmaktadır.
Diğer yandan Mekke’yi kimin fethedeceği Kuran’da açıklanmış, bu fethin Peygambere nasip olacağı bildirilmiştir. Buna karşılık hadiste ise İstanbul’un kesinlikle fethedileceği müjdelenmiş, ancak ne zaman ve kim tarafından fethedileceği net olarak belirtilmemiştir. Dolayısıyla İstanbul’un alınması Hz. Peygamber'den sonra bütün müslüman komutanların hayalini süslemiştir. Ve nihayet Allah Resûlu'nun bu haberinden sekiz asır sonra İstanbul’un fethi, Büyük Türk Hükümdarı Fatih Sultan Mehmet’e ve onun şerefli ordusuna nasip olmuştur.

Fetihlerle İlgili Hadisler
Hz. Peygamber, İslamın ilk yıllarından beri müslümanlar zor günlerde bunaldıkça ashabına, gelecek parlak günleri ve İslam’ın hakimiyetini haber vermiş, bu suretle hem zor ve sıkıntılı anlar yaşayan ilk müslümanları teselli etmiş, hem de düşmanlara karşı tam bir dayanıklık göstermesi bakımından onları eğitmiştir. Örneğin, Mekke’de müşriklerin işkencelerinden şikayet eden Habbab b. Eret’e (r.a.), geçmiş ümmetlerden misaller verdikten sonra, San’a’ dan yalnız başına yola çıkan birinin yırtıcı hayvan korkusu dışında hiçbir korku hissetmeden ta Hadramevt’e kadar emniyet içerisinde yolculuk yapacağı günlerin yakın olduğunu bildirmiştir.
Hz. Peygamber müslümanlara Yemen, Şam ve Irak bölgelerinin feth edileceğini, Kisra’nın sarayındaki hazinelerin müslümanların eline geçeceğini yıllar öncesinden haber vermiştir. Rum diyarının yanı Anadolunun fetholunacağını da bildirmiştir. Bunun yanısıra Kostantiniye ve Roma’nın fetholunacağını, Kostantiniyye’nin mi, Roma’nın mı daha önce fetholunacağı sorulduğunda ise, önce Hirakl’ın şehri olan Kostantiniyye’nin yani İstanbul’un feth edileceğini bildirmiştir.
Medine döneminde de Hendek Harbi (5/627) öncesinde müslümanlar, büyük bir gayret ve fedakarlıkla Medine’yi savunmak için hendek kazmaya çalışırken, Hz. Peygamber kendilerine Şam, Kisra ve Yemen’in saraylarının ve nüfuz bölgelerinin müslümanların eline geçeceğini müjdelemiştir. Bu müjdeler, müslümanlara içinde bulundukları kötü günleri atlatacaklarını, yani bir anlamda zaferi kazanacaklarını önceden haber vermektedir. Kaldı ki, bu durum asla kuru bir cesaretlendirme taktiği değildir; zira Peygamber hiç kimseyi aldatmaz ve gereksiz konuşmazdı. Onun verdiği haberler şayet ona aidiyeti kesin ise doğru çıkacaktır ve çoğu da doğru çıkmıştır. Bugüne kadar Tarih, şayet doğru anlaşılmışsa Hz. Peygamber’in verdiği hiçbir haberde yalan ve yanlış tespit edebilmiş değildir.

İstanbul’un Fethi ile ilgili hadisler
İstanbul’un fethiyle ilgili meşhur olmuş hadisin dışında kaynaklarda fetihle ilgili bir çok hadis daha bulunmaktadır ki, bunlarda da İstanbul’un fethi haber verilmektedir. Bu rivayetlerden başka diğer bazı rivayetlerde İstanbul’a İslam ordularının tekbir ve tesbihlerle gireceği ve pek çok ganimet elde edecekleri de haber verilmektedir. Hatta Abdullah b. Amr’dan gelen bir rivayette de, “Kostantinyye’yi ismi benim ismim olan bir adam fethedecektir” denilerek İstanbul’u fethedecek kimsenin isminin Muhammed olacağının haber verilmesi, haberin yer aldığı kaynak pek sağlam kabul edilmese de ilginç bir rastlantıdır. Zira bu kaynak fetihten altı asır önce kaleme alınmıştır. Ebû Nüaym el-Mervezi’nin el- Fiten adlı bu eserinde daha ilginç olan bir şey de, kıyamet âlametlerinin sayıldığı bir rivayette pek çok şey sıralandıktan sonra İstanbul’da bir ateş ve kibritin çıkacağı, bunların dumanının gökyüzünde kalacağının haber verilmiş olmasıdır. Sanki bir anlamda daha sonra icad edilen toplardan bahsedilmektedir. Ancak bütün bu rivayetler içersinde gerek sıhhat, gerek meşhur olma ve gerekse sonuç bakımından aşağıda metnini ve anlamını verdiğimiz rivayet öne çıkmaktadır ki, fetih hadisi olarak şöhret bulan hadisin orijinal metni ve anlamı şu şekildedir:

حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ أَبِي شَيْبَةَ وَسَمِعْتُهُ أَنَا مِنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مُحَمَّدِ بْنِ أَبِي شَيْبَةَ قَالَ ثَنَا زَيْدُ بْنُ الْحُبَابِ قَالَ حَدَّثَنِي الْوَلِيدُ بْنُ الْمُغِيرَةِ الْمَعَافِرِيُّ قَالَ حَدَّثَنِي عَبْدُ اللَّهِ بْنُ بِشْرٍ الْخَثْعَمِيُّ عَنْ أَبِيهِ أَنَّهُ سَمِعَ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ لَتُفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ
قَالَ فَدَعَانِي مَسْلَمَةُ بْنُ عَبْدِ الْمَلِكِ فَسَأَلَنِي فَحَدَّثْتُهُ فَغَزَا الْقُسْطَنْطِينِيَّةَ

Muhammed b. Ebî Şeybe, Zeyd b. el-Hubâb’dan, o, Velid b. Mügire el-Meâfırî’den işitmiş, Velid b. Muğîre Abdullah b. Bisr el-Has’amî’den o da babasından işittiğine göre Nebi (a.s.) şöyle buyurmuştur:
“İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.”
Abdullah b. Bişr der ki: Mesleme b. Abdülmelik (o. 120/738) beni çağırdı ve bu hadisi sordu. Ben de ona bu şekilde naklettim. Bunun üzerine o, aynı sene Kostantiniyye’yi fethetmek üzere sefere çıktı.

İstanbul’un Fethi ile İlgili Hadisin Kaynakları ve Sıhhat Durumu
Hadis kritiği bakımından özellikle şehirlerin ve şahısların faziletlerine dair rivayetler genel olarak uydurma hadis alanlarıdır. Yani bu sahalarda pek çok hadis uydurulmuş ve yayılmıştır. Dolayısıyla bu tür haberlere temkinle yanaşmak ve araştırma yapmak gerekmektedir. Biz bu nedenle önce hadisin yer aldığı kaynakları sonra da hadisi rivayet eden ravilerin durumunu ele almak istiyoruz.

 

a. Hadisin Yer Aldığı Kaynaklar
Bilindiği gibi hadis kaynaklarının temelini Kutub-i Sitte adını verdiğimiz altı hadis kitabı oluşturmaktadır ki bunlar, Buhârî (o. 256/870) ve Müslim’in (o. 261/875) Sahihleri, Ebû Dâvûd (o. 275/888), Tirmizî (o. 279/892), Nesâî (o. 303/915) ve İbn Mâce’nin (o.273/886) Sünenlerinden oluşmaktadır. Daha sonraki dönemlerde ise, yine ilk devir hadis kitaplarından olan ve muteber kabul edilen eserlerden Dârimî’nin (o. 255/869) Sünen’i, İmam Mâlik’in (o. 179/795) Muvatta’i ve Ahmed b. Hanbel’in (o. 241/855) Müsned’i bu sayılan altı kitaba ilave edilerek dokuza çıkarılmış ve dokuz kitap anlamında Kutub-i Tis’a adıyla anılır olmuştur. Hadislerin tamamı olmasa da çok büyük bir kısmının söz konusu bu dokuz kitapta yer aldığı, bunların dışında farklı olabilecek çok az hadis bulunabileceği ifade edilmiştir ki, kanaatimizce bu iddia tutarlıdır. Şüphesiz bu eserlerden önce de telif edilmiş hadis sayfaları ya da kitapları olmuştur. Ancak onlar gerek hacimleri itibariyle gerekse sıhhat itibariyle bu sayılanların gölgesinde kalmıştır. Kaldı ki, bu sayılan eserler kendilerinden önce yazılan yüzlerce hadis dokümanından istifade edilerek telif edilmişlerdir.
Konumuz olan fetih hadisi, Sahihayn adını verdiğimiz en güvenilir iki hadis kaynağı olarak bilinen Buhârî ve Müslim’in Sahîh’lerinde yer almamaktadır. Ancak Buhârî ve Müslim’in şartlarını haiz olduğu halde onların kitaplarına almadıkları hadisleri derlemek maksadıyla el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn adlı eserini kaleme alan Hakim en- Neysabûrî (o. 405/1014) fetih hadisini, Buhâri ve Müslim’in şartlarına uygun sahîh bir hadis olduğunu belirterek bilinen şekliyle sözkonusu kitabına kaydetmiştir. Tespitlerimize göre İstanbul’un fethiyle ilgili meşhur rivayetin geçtiği en eski yazılı kaynaklardan biri Ahmed b. Hanbel’in Müsned adlı eseridir. Buhârî ise sözkonusu hadisi, Sahih’ine almamakla beraber et-Târihu’l-Kebîr ve et-Târihu’s-Sağîr adlı diğer iki eserinde rivayet etmiştir.
Diğer yandan metin olarak meşhur olan rivayetle sened ve metin bakımından aynı olmasa da Kutub-i Sitte’ye dahil eserlerden İbn Mâce’nin, Ebû Dâvud’un ve Tirmizî’nin Sünen’lerinde İstanbul’un fetholunacağına dair hadislerin yer aldığı görülmektedir. Yine söz konusu Sünen’lerdeki rivayetlere benzer rivayetler onlardan daha önce yaşamış olan Ebû Bekir Muhammed b. Ebî Şeybe’nin (o. 235/849) Müsannef’ adlı eserinde bulunmaktadır. Ayrıca sahih hadisleri derlemek amacıyla yazılmış hadis kitaplarından biri olan İbn Hibbân el-Büstî’nin (o. 354/965) es-Sahih adlı eserinde de benzer bir rivayet yer almaktadır. Süleyman b. Ahmed et-Taberânî’nin (o. 360/971) el-Mu’cemu’l-Kebîr adlı eserinde de İstanbul’un fethedileceğine dair haberlere rastlanılmaktadır.
Yukarıda zikredilen eserlerden başka İstanbul’un fethedileceğini bildiren rivayetleri, ilk dönem kaynaklardan sayılabilecek eserler arasında Nüaym b. Hammad el-Mervezî’nin (o. 228/843) el-Fiten adlı eserinde, Ebu’l-Hüseyn Abdu’l-Bakî b. Kânî’nin (o. 351/962) Mü’cemu’s-Sahabe’sinde, Ebu’l-Hasan ed-Dârekütnî’nin (o. 385/995) el-İlel adlı eserinde, Yusuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdilberr el-Kurtubî’nin (o. 463/1071) el-İstiâb fî Marifeti’l-ashab adli eserinde de görmek mümkündür.
Daha sonraki dönemlere ait eserler arasında Ebû Suçâ ed-Deylemî’nin (o. 509/1115) el-Firdevs, Sadrüddîn Ebu’l-Meâlî Muhammed b. İbrahim el-Münâvî’nin (o. 803/1401) Feyzu’l-Kadîr adlı kitabında İstanbul’un fethini bildiren rivayetler bulunmaktadır. Daha geç dönemlerde yazılmış eserleri ise öncekilerden yapılan nakillerden ibaret olacağı için zikretmeye gerek yoktur.

b. Hadisin Ravilerinin Durumu
Hadis alimleri bir hadisin Peygamberimiz'e ait olup olmadığını tespit etmek için bir takım esaslar koymuşlardır. Bunlardan biri de hadisin senedinin güvenilir olmasıdır. Bilindiği gibi hadisi eserine kaydeden kitap sahibi muhaddis ile Hz. Peygamber arasındaki vasıtalar zincirine o hadisin senedi denilmektedir. Şayet senedi teşkil eden raviler zincirinde zaman bakımından bir bağlantı bulunursa, yani sıra ile raviler arasında bir hoca talebe ilişkisi varsa ve raviler de kendilerinde aranan şartları haiz, itimada sayan güvenilir kimseler iseler, böyle bir senedle rivayet edilen hadis, usul bakımından “sahih” kabul edilir ve sözün Hz. Peygamber’e ait oluşu kuvvet kesbeder. Durum bunun aksini ortaya koyarsa, o tip hadislere “zayıf hadis” denir ki, bu taktirde metnin Peygamber’e ait oluşu şüpheli demektir. Dolayısıyla bu esasa göre sözkonusu fetih hadisinin ravilerini tek tek incelemek gerekmektedir.
Metnini esas aldığımız Ahmed b. Hanbel’in Müsned’indeki hadisin, bütün kaynaklardaki senedleri hemen hemen aynıdır. Hadisin senedi ise muttasıl olup herhangi bir inkita/kopukluk sözkonusu değildir. Yani hadis teknik tabirle “merfû” bir hadistir. Hz. Peygamber’den itibaren eserin müellifine gelinceye kadar oluşan sened zincirine baktığımızda şöyle bir tabloyla karşılaşmaktayız.

Hz. Peygamber

Biir el-Ganevî

Abdullah b. Bisr

El-Velîd b. el-Muğîre

Zeyd b. el-Hubâb

Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe

Ahmed b. Hanbel

Görüldüğü gibi hadis Hz. Peygamber’den Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned adlı eserine aradaki beş ravi vasıtasıyla intikal ettirilmiştir. Şimdi bu tabloda yer alan ravileri sırasıyla ele alalım:

Bişr el-Ganevî
Künyesi Ebû Abdullah’tır. Kaynaklarda ismi Bişr el-Ganevî ya da Bişr el-Has’ami şeklinde geçmektedir. Ashabın hayatından bahseden elimizdeki kaynaklarda, onun sahabî olduğunu ve Hz. Peygamber'in sohbetinde bulunduğunu kaydedilmektedir. Yine onun biyografisine yer veren eserlerde, fetih hadisini ilk rivayet eden kişi olduğu zikredilmektedir. Ne yazık ki, Bişr el-Ganevî’nin vefat tarihi hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlayamadık.

Abdullah b. Bişr el-Ganevî (o. 125/743)
Yukarıda bahsedilen Bişr el-Ganevî’nin oğludur. Künyesi Ebû Ümeyr olan Abdullah Küfe’de ikamet etmiştir ve tabiûnun orta tabakasındandır. El-Has’amî ve el-Kâtib nısbesiyle tanındığı bildirilmektedir. Babası Bişr’den fetih hadisini işitmiştir.
Hocaları arasında babası Bişr’den başka Ebû Zur’a b. Amr b. Cerîr zikredilmektedir. Şu’be b. Haccac (o. 160/776 ), el-Velid b. el-Muğîre (o. 172/788), Sufyan es-Sevrî (o. 161/777) ve Sufyân b. Üyeyne (o. 198/813)’nin hocalarından biridir. Ayrıca oğlu Ümeyr ve torunu Bişr b. Ümeyr de kendisinden hadis rivayet etmişlerdir.
Abdullah Cerh ve tadil alimleri tarafından “şeyh”, “sıka”, “saduk” gibi sıfatlarla tanımlanmıştır. Diğer yandan Abdurrauf el-Münavî, Feyzu’l-Kadîr adlı eserinde her ne kadar Zehebînin, Abdullah b. Bişr’ı zayıf kabul ettiğini söylese de, tespit edebildiğimiz kadarıyla Zehebî Kutub-i Sitte ravilerine tahsis ettiği el-Kâşif adlı eserinde bunun tam aksine Abdulah b. Bişr’ın güvenilir bir ravi olduğunu zikretmektedir.

3. el-Velid b. el-Muğîre el-Meâfırî (o. 172/788)
İsmi el-Velid b. el-Muğîre b. Süleyman’dır. Tabiinin büyüklerinden olan el-Velîd, el-Meâfırî nesebiyle anılmaktadır. Künyesi Ebu’l-Abbâs olan Velid’in Merv şehrinde ikamet ettiği ve hicri 172 tarihinde vefat ettiği haber verilmektedir.
Fetih hadisinin üçüncü tabaka ravisi olan Velid’in, hadis öğrendiği hocaları arasında Abdullah b. Bişr’den başka, Abdullah b. Hubeyre (o. 126/743), Mısrah b. Haan (o. 128/745), Hâris b. Yezîd (o. 130/747), Vahib b. Abdullah (o.137/754) sayılmaktadır.
Güvenilir/sika bir ravi olarak vasıflandırılan Velid’i, İbn Hibbân da güvenilir ravilere yer verdiği es-Sıkat adlı eserinde zikretmiştir.

4. Zeyd b. el-Hubâb (o. 230/844)
Zeyd b. el-Hubâb er-Reyyân tabiinin küçüklerindendir. Nesebi al-Aklî olan Zeyd, Ebu’l-Hüseyn künyesiyle bilinmektedir. Aslen Horasanlı olup, Küfe’de yaşamış ve hicrî 230 tarihinde vefat etmiştir.
Fetih hadisinin dördüncü tabaka ravisi olan Zeyd b. el-Hubâb hadis uğruna devrinin bütün ilim merkezlerini dolaşmış ve meşhur âlimlerden hadis tahsil etmiştir. Bu amaçla onun Endülüs’e kadar gittiği söylenmektedir. Bu özelliğinden dolayı ölsa gerek “cevvâl” (çok hareketli) ve “rahhal” (çok seyahat eden) vasıflarıyla tanınmaktadır.
Doğru sözlü, hafızası kuvvetli ve güvenilir bir ravi olduğu kaydedilmektedir. Hocaları arasında İbrahim b. Osman, İbrahim b. Nafî, Ebû Seleme, Usâme b. Zeyd, Eflah b. Said, Sabit b. Kays, Cerir b. Hâzim, Hammad b. Zeyd, Hâlid b. Dînâr, Şu’be, ed-Dahhâk, İmam Malik gibi meşhur âlimler bulunmaktadır.
Yahya b. Main, Ahmed b. Hanbel ve Ebu Hâtim er-Râzî tarafından “saduk” olarak nitelenen Zeyd’in, Sevrî’den yaptığı rivayetlerde hatalı olduğu ileri sürülmektedir.


5. Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe (o. 235/849)
Ebû Bekir künyesiyle maruf olan İbn Ebî Şeybe Küfe’de ikamet etmiş ve hicrî 235 tarihinde vefat etmiştir. Fetih hadisinin beşinci tabaka ravisi olan Abdullah, aynı zamanda erken dönem kaynaklarından biri olan el-Müsannef adlı hadis eserinin de müellifıdır.
Hocaları arasında Ebû Bekir b. Ayyâş b. Salim, Ahmed b. İshak b. Zeyd, İshak b. Süleyman, el-Esved b. Âmir, Halid b. Mahled, Ravh b. Ubade, Zekeriyya b. Adiyy, Ziyad b. er-Rebî, Sufyan b. Üyeyne, Süleyman b. Harb ve Vekî b. el-Cerrâh gibi alimler bulunmaktadır. Talebesi olarak da Ahmed b. Ali b. Said zikredilmektedir.
İbn Ebî Şeybe hakkında Ahmed b. Hanbel, “saduk”, İbn Ebî Hâtim er-Râzı “sika” derken, Ebû Zur’a er-Râzî de hıfzının çok kuvvetli olduğunu belirtmektedir. Kaldı ki, Ahmed b. Hanbel, İbn Ebî Şeybe’nin el-Musannef adlı hadis eserinden yararlanmış ve kendisinden de fetih hadisini rivayet etmiştir.
Pek çok kaynakta yer aldığını gördüğümüz ve ravilerinin durumunu tespit ettiğimiz hadisin beş ravisini incelemiş bulunuyoruz. Senedi teşkil eden bu beş raviden her biri zaman içerisinde zincirleme olarak birbiriyle görüşmüş ve biri diğerinden sözkonusu hadisi öğrenmiştir. Bu durum hadis tekniği bakımından senedin muttasıl (kesiksiz) oluşunu ortaya koymaktadır. Ayrıca her bir ravi, hadis ravilerinde aranan vasıfları taşımaktadır. Bu hadisin senedindeki ravilerin tamamı güvenilir ravilerdir. Dolayısıyla sözkonusu hadisin, senedin kesintisiz oluşu ve ravilerin güvenilir olması gibi bir hadisin senedinde aranan özellikleri taşıdığı ortaya çıkmaktadır.

İstanbul’un Fethiyle İlgili Hadislerin, İstanbul’u Fethetme Girişimlerine Etkisi
Hz. Peygamber’in İstanbul’u fethiyle ilgili müjdesi sebebiyle müslümanlar İstanbul fethedilinceye kadar pek çok defa İstanbul’u fethetme girişiminde bulunmuş Fatih Sultan Mehmed’in fethine kadar tam on bir kez İstanbul önlerine gelmişlerdir. Bunlardan ilki, 655 tarihinde Hazreti Osman (r.a.) zamanında gerçekleştirilmiştir. Bu seferde Suriye valisi Muaviye (r.a.), Abdullah b. Sarh komutasında Bizans’a bir donanma göndermiştir...
İkincisi ise, 668 tarihinde Muaviye, Emevî Halifesi iken, oğlu Yezid kumandasında bir orduyu İstanbul’a göndermiştir. Bu orduda Hz. Peygamber’in akrabası Medineli Ensar müslümanlarından Halid b. Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensâri (r.a.) de bulunmaktaydı. Ebû Eyyûb, Bizans surlarına yakın bir yerde şehid olmuş ve aynı yere defnedilmiştir. Sözkonusu bu seferler tarihçileri ilgilendirdiği için konumuz açısından bu kadarla iktifa ediyoruz.
Ancak şu husus gayet açıktır ki, İstanbul’un fethiyle ilgili Hz. Peygamber tarafından verilmiş olan bu müjde, müslümanların gönlünde vazgeçilmez bir fetih sevdası oluşturmuştur. Müslümanlar Hz. Peygamber’in gösterdiği o günün iki süper gücünden birinin merkezini İslam’a açmayı hedeflerin ve şereflerin en büyüğü bilmişlerdir. Sonuçta belli bir disiplini, geleneği ve teknolojisi bulunan genç Fatihin komutasındaki Osmanlı ordusu bu görevi yerine getirmiş ve böylece hadiste gösterilen hedefe ulaşmış ve Hz. Peygamber’in övgüsüne layık olduklarını bütün insanlığa göstermişlerdir.

SONUÇ
İstanbul’un fethiyle ilgili hadisin yukarıda zikrettiğimiz bunca kaynak içerisinde yer almış olması hadis kritiği bakımından oldukça önemlidir. Ayrıca hadis eserleri bakımından ilk devir hadis külliyatında bulunmuş olması da hadisin sıhhat bakımından değerini artırmaktadır. Muhammed b. İsmail el-Buhârî, hadis eserleri arasında en muteber kabul edilen Sahih adlı kitabına almasa da, fetih hadisine diğer iki eseri olan et-Târihu’l-Kebir ve et-Târihu’s-Sağır’inde yer vermiştir. Sünen’lerde ise, aynı hadis metni olmasa da İstanbul’un fethiyle ilgili başka rivayetler bulunmaktadır. Bu durum sözkonusu hadise olan güveni artırmaktadır.
Diğer yandan bahse konu olan fethin gerçekleşmesi de hadisin sıhhatini olduğu kadar anlamını da pekiştirmektedir. Zira kelime ve kavramların zahirinden değil de batınından hareket ederek farklı yoruma gidilmesini de ortadan kaldırmaktadır. Nitekim bazı rivayetlerde İstanbul’un Müslümanlar tarafından kuşatılması fetih olarak da algılanmış, Peygamber’in verdiği müjdenin gerçekleştiği ifade edilmiştir. Halbuki pek çok kuşatmaya rağmen İstanbul, Fatih Sultan Mehmet’in kuşatmasının ardından fethedilmiştir.
Bütün bunların yanısıra fetih hadisi için Hâkim en-Neysabûrî “isnadı sahihtir” demiş, İmam Zehebî (o. 748/1347) de “sahih” olduğunu bildirmiştir. Üstelik hadis diye uydurulmuş sözler ile ilgili kitapların hiç birinde sözkonusu hadisin uydurma olduğu söylenmemiştir. Ancak son dönemde yaşamış Mısırlı Mahmud Ebû Reyye, “Bu hadisin Yezîd b. Muaviye için uydurulmuş olması muhtemeldir; zira Kostantiniyye savaşında bulunan ordunun komutanı oydu” diye bir iddia ortaya atmıştır. Hadisleri sıhhat durumlarına göre değerlendirmesiyle ün yapmış son dönem araştırmacılarından Nâsirüddîn el-Albânî de hadisin ravilerinden Abdullah b. Bişr el-Ganevî hakkındaki İbn Hibbân’nin müspet görüşünün kendisini tatmin etmediği gerekçesiyle, “Bana göre hadis sahih değildir” demekte ve zayıf olduğuna hükmederek bu hadisi kendi derlediği zayıf hadis koleksiyonuna aldığı görülmektedir.
Ebû Reyye’nin iddiası tamamen kuşkuya dayanmaktadır ve tutarlı bir iddia değildir. El-Albâni’nin tespiti ise, hadisin zayıf sayılmasını gerektirecek kadar kuvvetli bir delil olarak görünmemektedir. Kaldı ki, bu iki şahıs dışında hadisin sıhhati konusunda tartışmaya sebep olabilecek herhangi ciddi bir itiraz bulunmamaktadır. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi bu hadis hakkındaki bir takım kuşkular, özellikle şehirlerin fazileti konusunda pek çok hadis uydurulmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu endişeler sebebiyle bu gibi hadislerin araştırılması gerektiği görüşü doğrudur. Konuyla ilgili yapılan bilimsel çalışmaların gerekçesini de bu yaklaşımlar oluşturmaktadır.
Buraya kadar serdedilen bilgiler ışığında İstanbul’un fethiyle ilgili ele aldığımız meşhur fetih hadisi, kitaplara kaydedilinceye kadar geçirdiği aşamalar bakımından, ravilerin durumu açısından ve yer aldığı kaynaklar bakımından değerlendirildiğinde herhangi bir şüpheye meydan vermeyecek kadar sahih/güvenilir bir hadistir.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse Hz. Peygamber İstanbul’un fethedileceğini sekiz asır önceden müjdelemiş, onun sözüne güvenen ve bu uğurda çalışan Müslüman Türkler de İstanbul’u fethederek Peygamber tarafından tebcil edilen/övülen komutan ve asker olma şerefine ermişlerdir. Bu hadisin sıhhati üzerinde tartışma açmak, İstanbul’la ilgili geleceğe yönelik başka emellere hizmet edebilir.