Sanatta ve hayatta güzelliğin kuramsal bilimi, insan belleğindeki ve duygularındaki güzelliğin tezahürü olan estetik, sanatta, edebiyatta, yapıtlarda, mimaride, giyim ve kuşamda, musikîde hatta tüm varlık alanında, güzel ile çirkinin, âhenk ile uyumsuzluğun, zarafet ile kabalığın, kemal ile nâkışın mihenk taşı ve de nirengi noktasıdır. Mantık, gerçeğe ermek için akla nasıl kılavuzluk ediyorsa, estetik de güzeli bulmak için duyguya öyle yol göstermektedir.
Hiç şüphesiz Yüce Yaratıcının, alemleri emrine verdiği insanda görmesini istediği en mükemmel olgulardan biri estetik olmalıdır. Zira O, yarattığını en güzel bir biçimde, her türlü kusur ve eksiklikten uzak yaratmıştır. Gökleri, yıldızlarla adeta bir merasim gecesinde olduğu gibi milyonlarca fenerle donatmış, dünya üzerinde ise, canlılardan yüz binlerce tur bahsetmiş, aynı tür içerisinde sayısız kümeler ve üyeler meydana getirmiştir. Kuşlar kendi içerisinde başka bir güzel, renkler insanı büyüleyen sayısız tonlarıyla, daha bir hoş, daha bir harikadır. Kâinattaki yeknesaklık ve benzerlik içerisinde her insan, sanki ayrı bir kâinat olarak yaratılmıştır. Tıpkı billur damlalardan oluşan suların harmanlandığı denizler gibi. Kısaca Yüce yaratıcının ihsan ettiği güzellikleri saymak asla mümkün değildir. Yusuf’un (a.ş.) cemalı, Dâvud’un (a.ş.) lâhûtî sesi hep o ilahî neşenin akışleridir.
Diğer taraftan en son din olan İşlâmiyet, gerek insanlar üzerinde, gerekse insanların işlerinde en güzeli, en mükemmeli görmek istemekte, göze ve gönle hoş gelene ulaşmanın yollarını öğütlemektedir. Yaşamın her safhasında hatta ibadet esnasında dahi yüce duyguları harekete geçirecek mânevî hazzın elde edilmesini hedeflemektedir. Örneğin namazlardaki saf düzeni ile karmaşa ve karışıklığa set çekerek insanı düzen ve disipline alıştırmaktadır. Saflardaki bu âhenk ve hep birlikte hareket, en güzele ve en mükemmele erebilme çabası olarak algılanmalıdır. Öte yandan hac ve umrede tavaf esnasında melekleri sembolize ederek pervaneler gibi Kabe etrafında topluca helezon şeklinde dönen insanların manzarası da, bediî duyguları çağrıştıran güzelliklerden değişik tablolar sunmaktadır.
Allah Resulunun hayatı incelendiğinde, onun her işinde estetik duygusunun, hakim olduğu göze çarpmaktadır. Zira güzel ve estetik olan her şey fıtrat tarafından benimsenecektir. Nitekim o, “Allah güzeldir, güzel olanı sever” demektedir. Her konuda ümmetine örnek olan Hz. Peygamber, mescitte itikafa girdiğinde dahi hanımlarına saçlarını yıkatır, taranır ve aynaya bakardı. Öte yandan Allah Resûlu, bir gün vefat eden birinin cenaze merasimine katılmıştı. Ölenin yakınları mezar kazdılar. Ancak Allah’ın Elçisi mezarın bir köşesinde düzeltilmemiş bir yer gördü. O tümseğin de kazılmasını istedi. Yanındakiler, “Az sonra üzerine toprak dökeceğiz kapanacak, ne zararı olabilir!? dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Orayı da düzeltiniz; zira Müslüman yaptığı işi güzel yapar” buyurdu.
Hz. Peygamber’in bir savaşta burnu kesilen şahâbîye, gümüşten taktırdığı burundan şikayeti üzerine, altın taktırmasına müsaade etmesi, sağlık açısından açıklanabileceği gibi, estetik yönü de göz ardı edilemeyecek bir olaydır. Allah Resulunun, ağız bakımı ve dış sağlığı konusunda da aynı duyarlılığı gösterdiğine tanık olunmaktadır. Öte yandan onun, çirkin olacağı için yalnız tek ayağa ayakkabı giyilmesini yasaklaması da oldukça ilginçtir.
Estetik şüphesiz her alanda önemlidir. Ancak giyim ve kuşamda ayrı bir önemi vardır. Bugün her ne kadar Müslümanların bir kısmı, belki de büyük çoğunluğu sık ve zarif giyinemese de, İşlâm dini, bunun aksine güzel giyinmeyi öngörmektedir. Nitekim Kurân-i Kerîm, toplum içerisine giren bir kimsenin örtünmekten öte, ziynet sayılan giysilerini giymesini emretmektedir: “Ey Âdem oğulları! Her mescide gidişinizde ziynetlerinizi /güzel elbiselerinizi giyiniz”. Bu âyetten, toplum arasına çıkan insanların daha bir dikkatli davranmaları, giyim ve kuşamlarına özen göstermeleri gerektiği anlatılmaktadır. Hatta güzel giyinmekle kalmayıp ziynet sayılabilecek eşyalarını da takınarak en sık bir biçimde toplum huzuruna çıkmalıdır.
Asr-ı saadetten günümüze değin İşlâm sanat tarihinde, estetiğin eriştiği boyutlar tartışmasız parmak ısırtacak seviyededir. Harflerin dile geldiği hüsn-ü hat sanatı, renklerin ve şekillerin bayramını andıran tezhip ve minyatür sanatları Müslümanlara ait sanat dalları arasında estetiğin en güzel sunulduğu alanlardır. Buhûrîzâde İtrî Efendi’nin “tekbir” ve “salâvat” ta kullandığı lahûtî ses ve eşsiz beste muşîkîde zirvedir. Özellikle mimaride Müslümanlar adeta sanat yarışı içine girmişçesine harikalar meydana getirmişler, fizik ile metafiziğin buluştuğu olumsuz eserler ortaya koymuşlardır.. Şüphesiz bunlar arasında camilerin payı oldukça büyüktür. Görenlerin büyülendiği Süleymaniye ve Selimiye camileri Mimar Sinan’ın ve Türklerin erişilmesi imkansız olan estetik zevkini hala dünyaya ilan etmektedir. Öte yandan Şah Cihan’ın, Mimar Sinan’ın talebelerinden Mehmed İsa Çelebi’ye yaptırdığı Taç Mahal, mimarı tarihçilere ve uzmanlarına göre dünyanın en güzel binasıdır. Bir güzellik ve zarafet sembolüdür. Ayrıca Müslümanların, hali ve kilim dokumalarındaki müstesna güzellikler, onların insana, sanata ve estetiğe verdikleri değeri göstermeye yeterlidir. Kısaca Müslümanların tarihi pek çok sanat ve estetik harikalarıyla doludur.