İ C İ N D E K İ L E R
A. RİVAYETLERİN ÇOĞALMASI KARŞISINDA DUYULAN ENDİŞELER
Hadislerin Kur’ân-i Kerîm ile Karıştırılması 2
Kur’ân-i Kerîm’in İhmâli 3
Uydurma Rivayetlerin Ortaya Çıkışı 5
Müjdeli Haberler Sebebiyle İnsanların Gevşemeleri 6
Hz. Peygamber’e Yalan İsnat Etmek Korkusu 8
B. HADİS RİVAYETİNİN ARTMASINA KARŞI ALINAN ÖNLEMLER
Şahit İstemek 10
Yemin Teklif Etmek 11
Râvilerin Hıfzını Kontrol Etmek 11
Hatalı Rivayetlere Müdahale Etmek 12
Az Hadis Rivayet Etmeye Özendirmek 13
BİBLİYOGRAFYA 16
HADİS RİVAYETİ KARŞISINDA ŞAHÂBENİN TUTUMU
Hz. Peygamber’in son derece önemli olan konumunu idrak eden şahâbîler, onun sözlerini en iyi şekilde tesbit edebilmek ve gelecek nesillere ıntıkalını sağlayabilmek amacıyla hadisleri hıfz ve kaydetme gayreti içerisine girmişlerdir. Bunun sonucu olarak özellikle bir kısım şahâbî bütün mesaisini hadis rivayetine ve hadis ilmine tahsis etmiştir. Ancak zamanla çoğalan hadis rivayeti birtakım olumsuzlukları da beraberinde getirmiştir. Hadislerin rivayeti sırasında yapılan yanlışlıklar ve Hz. Peygamber’in sözlerinin şahâbîler arasında farklı anlaşılması ve yorumlanması gibi sebeplerden dolayı birtakım fikir ayrılıkları ortaya çıkmış ve bazı sahabilerin rivayetlerine yer yer müdahalelerde bulunulmuştur. Ayrıca hadislerle aşırı şekilde meşgul olunmak suretiyle Kur’ân-i Kerîm’in ihmâl edilebileceği endişesi de gözönünde bulundurularak şahâbe devrinde hadis rivayetine karşı birdizi tedbir alınması yoluna gidilmiştir. Hadis rivayetine karşı alınan bu tedbirlere geçmeden önce, rivayetlerin artmasından duyulan endişelere değinmek gerekmektedir.
A. RİVAYETLERİN ÇOĞALMASI KARŞISINDA DUYULAN ENDİŞELER
Hz. Peygamber döneminden itibaren artarak devam eden hadis rivayeti, İşlâm’in ilk devirlerinden beri sürekli bir endişe kaynağı olmuştur. Resûlullah’ın “Ey insanlar! benden çok hadîs rivayet etmekten sizi sakındırırım. Kim benimle ilgili bir söz naklederse ancak gerçeği söylesin. Kim de benim söylemediğim bir sözü bile bile bana isnat ederek söylerse cehennemde oturacağı yerine hazırlansın!” şeklindeki ve benzeri ikazları, çok hadis rivayetine karşı olanlar kadar, hadis rivayet edenleri de sürekli bir endişeye sevk etmiştir. Özellikle Hz. Ebû Bekir (o. 13/632) ve Hz. Ömer (o. 23/643) gibi şahâbenin ileri gelenleri, hadis rivayetinin çoğalmasından din ve toplum adına endişelenerek rahatsız olmuşlardır. Onlar bu endişe ve kaygılarını zaman zaman ifade etmişler ve bu yönde bir takım tedbirler alarak uygulamaya koymuşlardır. Sözkonusu bu endişeleri şu başlıklar altında sıralamak mümkündür.
1. Hadislerin Kur’ân-i Kerîm ile Karıştırılması
Yirmi üç yıla yakın bir zaman zarfında peyderpey inen Kur’an âyetlerinin vahiy kâtiplerine yazdırılarak ve şahâbeden bazılarına ezberletilerek çok sıkı tedbirlerle korunduğu bilinmektedir. Allah Resûlu, çeşitli levhalarda yazılı bulunan Kur’an âyetlerinin arasına yanlışlıkla da olsa herhangi bir sözün ilave edilmesini önlemek maksadıyla, şahâbîlerine Kur’an dışındaki kendi sözlerinin yazılmasını yasaklamıştır. Nitekim “Benden, Kur’ân’dan başka hiç bir şey yazmayınız. Şayet Kur’an’dan başka bir şey yazan varsa, onu imha etsin. Ancak yazmaksızın benden dilediğiniz gibi rivayet edebilirsiniz; bunda sakınca yoktur. Bir de her kim bile bile bana isnat ederek yalan uydurursa, cehennemdeki yerine hazırlansın!..” hadisi bu hususu doğrulamaktadır. Ancak çok özel de olsa bu yasağa rağmen Hz. Peygamber’in başta Abdullah b. Amr olmak üzere bazı şahâbîlere hadislerini yazma iznini verdiği de hatırlanmalıdır.
Diğer taraftan Hz. Ebû Bekir’in, beş yüz kadar hadisi bir kitapta derlediği fakat bazı endişeler sebebiyle imha ettirdiği rivayet edilmektedir ki bu endişenin temel sebeplerinden biri de hadislerin Kur’an ile karıştırılma tehlikesidir. Esasen kağıdın ve yazı yazılabilecek diğer malzemelerin çok sınırlı olduğu ilk dönemlerde, henüz tamamlanmamış olan Kur’an’ın yanısıra başka bir sözün yazılmasına ve ezberlenmesine müsaade edilmemesi yadırganacak bir durum değildir. Kaldı ki böyle bir tehlikenin ortadan kalktığı dönemlerde hadislerin yazılmasına karşı çıkanlar dahi bu kanaatlerini değiştirmişlerdir.
2. Kur’ân-i Kerîm’in İhmâli
Artan hadis rivayeti karşısında duyulan endişelerin sebebi sadece hadislerin Kur’ân’la karıştırılmasından ibaret değildir. Bu endişelerin birçok sebebi bulunmaktadır. Bunlardan biri de, insanların hadislere yönelerek Kur’an-ı ihmâl edebilecekleri düşüncesidir. Nitekim Hz. Ebû Bekir, Resûlullah’ın vefatından sonra insanları toplamış ve onlara şöyle nasihat etmiştir: “Siz Allah Resûlu’nden muhtelif şekillerde hadisler rivayet ediyorsunuz; sizden sonra insanlar ihtilafa düşerler. Resûlullah’tan bir şey rivayet etmeyiniz; size bir kimse sorarsa sizinle bizim aramızda Allah’ın Kitabı var deyiniz.”
Diğer yandan Hz. Ömer’in Resûlullah’ın sünnetini önce bir kitapta toplamak isteyip daha sonra “Ben sünnetleri bir kitapta toplamak istemiştim. Fakat sizden önceki bir topluluk aklıma geldi ki onlar bir takım kitaplar yazdılar ve onunla meşgul oldular, Allah’ın kitabını terk ettiler. Allah’a yemin olsun ki ben hiç bir şeyi Allah’ın kitabının yerine koydurtmam” diyerek bu düşüncesinden vazgeçmesi, onun, hadisler sebebiyle Kur’an’ın geri plana itilmesi endişesi taşıdığını göstermektedir.
Yine Hz. Ömer, Karaza b. K‘ab (o. 30/670) reisliğindeki bir heyeti Küfe’ye uğurlarken Medine’nin “Sırar” denilen mevkiine kadar yürümüş ve “Sizler şimdi öyle bir kavme gidiyorsunuz ki, onlar Kur’ân’i tencerenin fokurdaması ve arı vizildaması gibi okurlar. Sizi gördükleri zaman da “ashâb” diye el pençe divan dururlar. Aman ha! Allah Resulü’nden az hadis rivayet ediniz. Beni yanınızda biliniz.” şeklinde tenbih etmiştir.
Diğer taraftan Abdullah b. Mes’ûd (o. 32/652) kendisine getirilen bir kitabı imhâ ettikten sonra, “Sizden öncekiler Allah’ın kitabını terk edip, başka kitaplara uydukları için helâk oldular” demiştir. Ayrıca Ebû Mûsâ el-Eş’arî’de (o. 51/671) İsrâîloğullarının yazdıkları kitaplara tâbi olup, Tevrat’ı terk ettiklerini ıfâde ederek söz konusu tehlikeye işaret etmiştir.
3. Uydurma Rivayetlerin Ortaya Çıkışı
İlk devirlerde halîfelerin fazîletlerine dair hadisler uydurulmaya başlanmış, daha sonra fırkaların fazîletlerini, siyasi mezhepleri ve dînî grupları destekleyen hadislerin uydurulduğu görülmüştür. Ayrıca ibadetlerin fazîletlerine, beldelerin üstünlüklerine, şahısların şereflerine, edeb ve zuhde, hatta bazı yiyecek ve içeceklerin fazîletine ait hadisler uydurulmuştur. İşlâm düşmanları da kasıtlı olarak hadis uydurma teşebbüsünde bulunmuşlardır. Uydurulan bu hadisler sebebiyle bid’at ve hurafeler daha da çoğalmış, müslümanlar arasında fitne ve tefrika oldukça artmıştır. Halbuki şahâbe zamanında Resûlullah’tan bizzat işitmiş oldukları hadisleri bile rivayet etmekten çekinen pek çok kimse bilinmektedir. Çünkü onlar Allah Resûlu’nun “Kim benim adıma bilerek yalan söz söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın” ve “Kişiye her duyduğunu söylemesi yalan olarak yeter” tehdidini çok iyi anlamışlardı. Fakat grup taassubu daha sonra pek çok siyasi ve dînî fırkaları ister istemez hadis uydurma faaliyetinin içine itmiştir. Bu sayılanlar ve başka birtakım sebeplerle ortaya çıkan uydurma rivayetlere engel olabilmek maksadıyla çok hadis rivayetine karşı teenni ile yaklaşma gereği duyulmuştur.
Nitekim Zeyd b. Erkam’ın hadis dinlemek için etrafına toplananlara “Biz ihtiyarladık ve unuttuk; Resûlullah’tan hadis rivayet etmek güç bir iştir”, ayrıca İbn Abbas’ın “Biz önceleri hadis rivayet ediyorduk; o zamanlar onun üzerine yalan söylenmiyordu. Fakat ne yazık ki, halkın durumu değişti, biz de ondan rivayet etmeyi terk ettik” sözleri, uydurma rivayetlerin zuhuru ile birlikte bazı şahâbîlerin hadis rivayetinde daha ihtiyatlı davrandıklarını göstermektedir.
4. Müjdeli Haberler Sebebiyle İnsanların Gevşemeleri
Hz. Peygamber, zaman zaman şahâbîlerden bazılarına mü’minlerin mutlaka cennete gireceklerine dair bilgiler vermiştir. Ancak gerek Hz. Peygamber’in kendisi, gerekse onun bazı arkadaşları, bir takım endişeler sebebiyle bu haberlerin her yerde söylenmesini isabetli bulmamışlardır. Bu endişelerden biri de insanların sözkonusu haberlere güvenerek kulluk vazifelerini ihmal etmeleridir. Nitekim Muâz b. Cebel’in (o. 18/639) rivayet ettiği şu hadis müjdeli haberlerin insanları ibadetlere karşı gevşeteceğinin en güzel örneğini teşkil etmektedir:
Müâz b. Cebel şöyle anlatıyor: Ben bir gün Allah Resûlu’nun terkişinde idim. Hz. Peygamber’in bindiği bu merkebe “Üfeyr” denirdi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki; “Ey Muâz! Allah’ın kulları üzerinde hakkı nedir, bilir misin?” Ben, “Allah ve Resûlu daha iyi bilir.” dedim. Bunun üzerine Resûlullah, “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, Allah’a ibadet edip O’na hiç bir şeyi sirk koşmamalarıdır; Kulların Allah üzerindeki hakkı ise, kendisine sirk koşmayan kuluna azap etmemesidir” dedi. Ben, “Bunu insanlara müjdeleyim mi?” dedim. Resûlullah; “Hayır! o zaman gevşerler” buyurdu. Ancak Muâz b. Cebel’in, vebalde kalmamak için bu hadisi ölüm anında haber verdiği bildirilmektedir. Benzer bir durum Ubâde b. Sâmit (o. 34/654) için de anlatılmaktadır.
Ayrıca Hz. Peygamber’in, Ali b. Ebî Tâlib’e (o. 40/660), Hz. Ebû Bekir ve Ömer’i kastederek “Bu ikisi nebî ve resûller hâriç cennet ehlinin büyüklerindendir, fakat onlar hayatta oldukları müddetçe bunu sakin onlara haber verme ya Ali!” dediğini bildiren rivayetlerden de bu tür haberlerin yayılmasının istenmediği anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan Hz. Ömer’in, Abdullah b. Mes’ûd’a, Ebû’d-Derda’ya (o. 32/652) ve Ebû Mes’ûd el-Ensârî’ye (o. 40/660) haber göndererek çok hadis rivayet etmelerinden dolayı onları ikaz etmesini ve daha sonra Medine’ye çağırarak kendi vefatına kadar orada göz altında tutmasını Hatîb Bagdâdî (o. 463/1070) şöyle açıklamaktadır: Hz. Ömer’in şahâbenin hadis rivayetine karşı takındığı bu tavır, onun dînî konularda ihtiyatlı davranmasından ve müminlerin müjde içeren hadislere güvenerek gevşemeleri endişesinden kaynaklanmaktadır. Hatîb Bagdâdî’nin, Hz. Ömer’in bu tutumunu tek bir sebebe bağlaması ayrıca tartışılabilir. Ancak burada konumuz açısından üzerinde durulması gereken nokta, Hatîb Bagdâdî’nin böyle bir kaygıyı ifade etmiş olmasıdır.
5. Hz. Peygamber’e Yalan İsnat Etmek
Şahâbîler sünnetin önemini çok iyi biliyorlardı ve Allah Resûlu’nun sözlerinin olduğu şekliyle korunması gerektiğine inanıyorlardı. Onun sözlerini naklederken yanlış ve hata yapmaktan son derece sakınıyorlardı. İşte bu yüzden bir çok şahâbî hadis rivayeti konusunda çekingen davranıyordu. Nitekim İmrân b. Huşayn’in (o. 52/672) hadis rivayetinden çekinmesinin sebebini açıklayan şu sözü bu konuda çok net bir fikir vermektedir: “Allah’a andolsun ki, eğer istesem iki gün pes peşe hiç durmadan Hz. Peygamber’den hadis nakledebilirim. Ancak şahâbeden bazı kimselerin içine düştüğü durum beni bundan alıkoydu; onlar benimle beraber işittiler; benimle beraber müşahede ettiler; ancak öyle hadisler naklettiler ki, gerçek dedikleri gibi değildir. Onların karıştırdığı gibi ben de karıştırmaktan korkuyorum. Şunu da belirtmeliyim ki, onlar bu işi kasten yapmıyorlardı; fakat hata ediyorlardı.”
Hata ve yanlış yapma korkusu birçok şahâbîyi hadis rivayetinden uzaklaştırmıştır. Öyle ki, Enes b. Mâlik’ten (o. 93/711) hadis rivayet etmesi istendiğinde, o çok hadis rivayet edenin hata edeceğini söyleyerek bundan kaçınmıştır. Aynı düşünce hadis rivayeti ile meşhur olmuş Ebû Hüreyre’nin (o. 58/677) üzerinde de etkili olmuştur. Ebû Hüreyre yaslandığı zaman fetva vermeyi terk etmiştir. Kendisine bu durumun sebebi sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Vücudum zayıfladı, kalp de vücuttan bir parçadır. Vücudumun zayıflaması gibi kavrayışımın da zayıflamış olmasından korkuyorum.”
Bazı şahâbîler hadisleri aynen kendi lafızları ile değil, mânayı bozmayan başka lafızlarla rivayet ettiklerine dikkat çekmek için, hadisin sonunda “bu mânaya yakın” veya “buna benzer şekilde” anlamlarına gelen, “ev dûne zâlike”, “ev fevka zâlike”, “ev karîben min zâlike”, “ev sebîhen bi zâlike” gibi lafızlar kullanmışlardır.
Görüldüğü gibi şahâbîler, hadislerin Kur’an’la karıştırılması, Kur’an’ın ihmâli, uydurma rivayetlerin ortaya çıkması, müjdeli haberler sebebiyle insanların ibadetlerden uzak durması, yanlışlıkla da olsa Hz. Peygamber’e söylemediği bir sözü isnat etmek gibi endişeler sebebiyle hadis rivayeti konusunda duyarlı davranmışlar ve bu sebeple aşağıda zikredilen tedbirleri almaya gayret etmişlerdir.
B. HADİS RİVAYETİNİN ARTMASINA KARŞI ALINAN ÖNLEMLER
Hz. Peygamber döneminden itibaren sürekli artarak devam eden hadis rivayeti başta Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer olmak üzere şahâbenin ileri gelenleri tarafından kontrol edilmiş ve bu konuda çeşitli önlemler alınmıştır. Şahit istemek, yemin teklif etmek, râvilerin hıfzını kontrol etmek, az hadis rivayet etmeye özendirmek şeklinde özetlenebilecek bu önlemleri müstakil başlıklar halinde ele almak uygun olacaktır.
1. Şahit İstemek
Şahâbe bir haberin doğruluğunu anlamak için iki ya da daha çok râvi tarafından rivayet edilmiş olmasına dikkat etmişlerdir. Herhangi bir şahâbî hadis naklettiğinde, bununla bir hüküm verilmesi gerekiyorsa o takdirde, haberi rivayet edenden kendisi gibi bilen ikinci bir sâhit getirmesi istenmiş, eğer sâhit getirememiş ise yemin teklif edilmiştir. Şayet bunlardan hiç biri yoksa bu durumda rivayet edilen haber kabul edilmemiştir. Nitekim Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber’in nineye mirastan altıda bir hisse verdiğini bildiren Muğîre b. Şu’be’den (o. 50/670) şahit getirmesini istemiş, o da Muhammed b. Mesleme’ye (o. 43/663) şahitlik yaptırmıştır.
Hz. Ömer, huzuruna girmek için üç defa izin isteyen, ancak izin verilmeyince dönüp giden Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’ye (o. 44/664) sinirlenerek bu davranışının sebebini sormuştur. Ebû Mûsâ, Hz. Peygamber’in “ İzin istemek üç defadır; üçüncüde izin verilmezse artık geri dönersiniz” dediğini haber verince Hz. Ömer şahit getirmesini istemiş, nihayet onun şahit getirmesinden sonra Hz. Ömer, “Demek öyle, ben bu şekilde bilmiyordum” demiştir.
Diğer taraftan Abdullah b. Ömer (o. 73/692), cenaze namazı kılmanın ve onu teşyı etmenin faziletine dair Ebû Hüreyre’den nakledilen bir hadis duyduğunda, rivayetin doğruluğunu araştırmak üzere bir arkadaşını Hz. Âişe’ye (o. 58/677) göndermiştir. Hz. Âişe’nin bu haberi tasdik etmesi üzerine, Abdullah b. Ömer kendi bilgisinin hatalı olduğunu itiraf etmiştir.
2. Yemin Teklif Etmek
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Aişe’nin, Ebû Hüreyre’nin bazı rivayetlerini kabul etmedikleri bilinmektedir. Diğer taraftan Hz Ali’nin hadis rivayetini teşvik etmesine rağmen, yine de ihtiyatlı davranarak bazan hadis rivayet edene yemin ettirdiği nakledilmektedir. O hadis rivayet edenlere yaptıkları işin önemini vurgulamak için olmalı ki, “And olsun, gökten düşerek ölmem bana Peygamberin dilinden yalan uydurmaktan daha sevimlidir” demektedir.
Hz. Ali’nin hadis rivayeti esnasında râvinin yemin etmesini istemesi, şahâbenin de birbirlerinin yanılabileceklerini göz önünde bulundurmalarından ya da o rivayetin bir başka hüküm ile çeliştiğini görüp, râvinin hadisi yanlış anlamış olabileceğini düşünmelerinden kaynaklanmaktadır.
3. Râvilerin Hıfzını Kontrol Etmek
Şahâbe arasında ısıtilen sözlerin rivayetinde ihtiyatlı davranmak da rivayet kadar önemli bir görev sayılmaktaydı. Nitekim bir haç esnasında Hz. Aişe, yeğeni Ürve b. Zubeyr’e (o. 93/711) Abdullah b. Amr’a (o. 65/684) gidip ona Hz. Peygamber’den çok sayıda öğrenmiş olduğu hadislerden sormasını istemiştir. Ürve, Abdullah’tan öğrendiği hadisleri Hz. Aişe‘ye rivâyet ettiğinde, Hz. Aişe “Yeryüzünde ilmin ortadan kalkacağı..” hakkındaki hadisin rivayetinden tedirgin olmuş, aradan bir yıl geçtikten sonra Ürve’yi tekrar aynı hadisi sorması için Abdullah’a göndermiştir. Ürve Abdullah’ın önceden olduğu gibi tekrar aynı şekilde rivayet ettiğini haber verdiğinde ise, Hz. Aişe “Onun bu hadise bir şey ilave edip etmediğini ya da eksik söyleyip söylemediğini kontrol etmek istedim” demiştir.
Hadis kitaplarında buna benzer olayları görmek mümkündür. Nitekim Ebû Râfî‘ de (o. 40/660), Abdullah b. Ömer’in kendi rivayetine karşı çıkması üzerine, Medine’ye gelen Abdullah b. Mes’ûd’a, Abdullah b. Ömer’in de bulunduğu bir mecliste aynı hadisi sormuş, dolayısıyla ona kendi rivayetinin doğru olduğunu ispat etmiştir.
4. Hatalı Rivayetlere Müdahale Etmek
Hadisleri rivayet eden şahâbîler sürekli birbirlerini kontrol etmişler, kendi işittiklerinin aksine ya da eksik veya fazla söyleyen birini duyduklarında, hemen ikaz edip düzeltme yoluna gitmişlerdir. Nitekim Ebû Hüreyre’nin cennet ve cehenneme dair rivayet ettiği uzunca bir hadisi, Ebû Saîd el-Hudrî’nin (o. 64/683) hiç bir müdahale etmeden sonuna kadar dinlediği, ancak hadisin son cümlesinde yer alan“Bunların hepsi ve bir o kadarı senindir” sözünün, “Bunların hepsi ve daha ön misli senindir” şeklinde olacağını ileri sürdüğü haber verilmektedir.
Diğer yandan “Şüphesiz ölü, ehlinin arkasından ağlaması sebebiyle (kabrinde) azap görür” şeklindeki hadisi Abdullah b. Ömer’in rivayet ettiğini işiten Hz. Âişe buna itiraz etmiş ve şöyle demiştir: “Allah İbn Ömer’e selâmet versin, yemin olsun ki Hz. Peygamber ölünün arkasından ağlamaktan dolayı onun kabirde azab göreceği konusunda hiçbir söz söylememiştir. Hz. Peygamber kafirin ailesinin ağlaması sebebiyle Allah’ın kabirde azabını artıracağını söylemiştir. Kur’an size yeter, bakınız! “Hiçbir kimse başkasının günahını yüklenemez” buyrulmaktadır.” Sözkonusu hadisin devamında İbn Ömer’in bu söze karşılık hiçbir cevap vermediği de zikredilmektedir. Ancak hemen belirtelim ki, Hz. Âişe hadisi yanlış rivayet eden İbn Ömer’i hiç bir zaman yalan söylemekle itham etmemiş, sadece yanıldığını ifade etmekle yetinmiştir.
5. Az Hadis Rivayet Etmeye Özendirmek
Hz. Ömer’in, “Sizden biriniz herhangi bir âlime âit daha önceden işitmediği bir kitap bulursa onu siyahi beyazına karışıncaya kadar suya koysun (silsin)” dediği nakledilmektedir.
Ebû Hüreyre kendisinden en çok hadis rivayet edilen biri olmasına rağmen, Nebî’den (sallallahü aleyhi ve sellem) iki kap dolusu ilim belledim. Bunlardan birini size aktardım. Diğerine gelince onu meydana çıkaracak olsam benim şu boğazım kesilir, demektedir. Öte yandan Ebû Hüreyre’ye, “Hz. Ömer zamanında da böyle hadis rivayet edebiliyor muydun?” denildiğinde O, “Eğer Ömer zamanında böyle hadis rivayet etseydim kamçı ile beni döverdi.” karşılığını vermiştir.
Sâib b. Yezîd (o. 91/709), “Sa’d b. Ebî Vakkas (o. 55/675) ile bir sene arkadaşlık ettim, sohbetlerinde bulundum. Resûlullah’tan sadece bir hadis rivayet ettiğini duydum” demektedir. Amr b. Meymûn da (o. 75/694), Abdullah b. Mes’ud (o. 32/652) için aynı şekilde söylemektedir. Hatta onun bir gün hadis rivayet ederken alnından terlerin boşandığını ve “İnşaallah Resûlullah bunun gibi, ya da bu mânada buyurdu” dediğini nakletmektedir. Diğer yandan Muâviye de (o. 60/679),“Resûlullah’tan hadis rivayet ederken dikkat edin! Hadis rivayet edecekseniz Hz. Ömer zamanında bilinen hadisleri rivayet edin; çünkü o, insanların en çok Allah’tan korkanı idi.” demektedir.
Bu konuda diğer bazı şahâbîlerden gelen haberler de göz önünde bulundurulduğu taktirde, hadis rivayetinin azaltılması hakkında ortaya çıkan görüşün Hz. Peygamber’in rivayeti teşvik eden sözleriyle çelişmediği anlaşılacaktır. Esasen bu görüş rivayeti azaltmak ve ona engel olmak anlamında değil, hadisin değerine paralel olarak fazla rivayet edilmesi halinde zuhur edebilecek hata ve kusurları önlemek şeklinde değerlendirilmelidir. Bir başka ifade ile, henüz yazıyla da tespit edilmemiş olan ve hâfizadan sıfâhî olarak rivayet edilen hadisi korumak arzusunun bir neticesidir. Nitekim Zeyd b. Erkam’ın (o. 66/685) hadis dinlemek için etrafına toplananlara “Biz ihtiyarladık ve unuttuk; Resûlullah’tan hadis rivayet etmek güç bir iştir” demesi, ayrıca İbn Abbas’ın “Biz önceleri hadis rivayet ediyorduk; o zamanlar onun üzerine yalan söylenmiyordu. Fakat ne yazık ki, halkın durumu değişti , biz de rivayet etmeyi terk ettik” tarzındaki sözleri, aslında hadisi korumak arzusunun en açık delilini teşkil etmektedir.
Şahâbe’ye hadis rivayetini azaltmalarını tavsiye eden ve hatta bu konuda biraz da şiddet gösteren Hz. Ömer’in “Feraiz ve sünneti, Kur’ân-i öğrendiğiniz gibi öğreniniz” demesi de meseleye bir başka yönden ışık tutacak mahiyettedir. Hz. Ömer’in bu son derece titizliğinin yanısıra Hz. Peygamber’den sonra sadece on üç sene yaşamış olmasına rağmen, hadis kitaplarında ondan pek çok hadis rivayet edilmiş olması, onun rivayete tamamen karşı olmadığını, ancak bu işin öneminden dolayı dikkatli davrandığını göstermektedir.
Hadis râvileri her ne kadar âdil, güvenilir ve emin olsalar bile, insan olmaları sebebiyle yanılma, unutma, karıştırma ve tevehhüm halinde bulunabilecekleri bir gerçektir. Fakat bu illet ve kusurları onların yalan söylemiş olmalarını gerektirmez. Bu hatalar başka doğrularla mukayese edilerek düzeltilme imkânina sahiptir. Kaldı ki daha sonraki muhaddişler büyük çaba ve gayret sarfederek bu konuları araştırmışlar ve kendilerinden sonra gelen nesillere sunmuşlardır. Hadis rivayeti konusunda şahâbe döneminde başlayan sözkonusu bu tedbirlerin neticesi olarak tâbiûn döneminde isnâd sistemi doğmuş, daha sonra da hadis râvilerinin durumları araştırılmak ve değerlendirilmek suretiyle çerh ve ta‘dîl ilmi ortaya çıkmıştır.
BİBLİYOGRAFYA
Accâc, eş-Sünne kable’t-tedvîn
Muhammed Accâc el-Hatîb, eş-Sünne kable’t-tedvîn, Kahire 1383/1963.
Ahmed Naim, Tecrid Tercemesi,
Ahmed Naim, Şahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Şarîh Tercemesi ve Şerhi, İ-III, Ankara 1984-85.
Ahmed b. Hanbel
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, İ-Vİ, İstanbul 1982.
Âsık, Şahâbe ve Hadîs Rivayeti
Nevzat Âsık, Şahâbe ve Hadîs Rivayeti, İzmir 1981.
A’zamî, Dirâsât
Muhammed Mustafa el-A’zamî, Dirâsât fi’l-hadîsi’n-nebevî ve târîhi tedvînih, İ-II, Beyrut 1405/1985.
Buhârî
Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail b. İbrahim el-Buhârî, el-Câmı‘u’s- şahîh, İ-VIII, İstanbul 1981.
Cezâirî, Tevcîhu’n-nazar
Tâhır el-Cezâirî ed-Dimeşkî, Tevcîhu’n-nazar ilâ usûli’l-eser (nsr. Abdülfettah Ebû Güdde), İ-II, Haleb 1416/1995.
Dârimî
Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî, eş-Sünen, İstanbul 1981.
Dihlevî, Hüccetüllahi’l-bâliga
Şah Veliyyullah b. Abdirrahîm ed-Dihlevî, Hüccetüllahi’l-bâliga, İ-II, Beyrut 1410/1990.
Ebû Dâvûd
Süleyman b. Eş’aş b. İshak el-Ezdî eş-Sicistânî, eş-Sünen, İ-V, İstanbul 1981.
Hamîdullah, Hadis Târıhı
Muhammed Hamîdullah, Muhtasar Hadis Târıhı ve Sahifa-i Hemmâm İbn Münebbih (trç. Kemal Kuşçu), İstanbul 1967.
Hatîb, Takyîd
Ebû Bekir Ahmed b. Ali b. Sâbit el-Bagdâdî, Takyîdu’l-‘ilim (nsr. Yûsuf el-‘Aş), Beyrut 1974.
______ , Şeref
Şerefu ashâbi’l-hadîs (nsr. Mehmed Said Hatiboğlu), Ankara 1991.
______ , el-Kifâye
el-Kifâye fî ‘ilmi’r-rivâye, Beyrut 1406/1986.
______ , el-Câmı‘
el-Câmı‘ li ahlâki’r-râvî ve âdâbi’s-sâmi‘, İ-II, Beyrut 1412/1991.
İtr, Menheç
Nureddin İtr, Menhecu’n-nakd fî ‘ülûmi’l-hadis, Dimeşk 1401/1981.
İbn Abdilber, Câmı‘u beyâni’l-‘ilim
Ebû Ömer Yûsuf en-Nemerî el-Kurtubî, Câmı‘u beyâni’l-‘ilim ve fadlih, İ-II, Beyrut ts. (Dârü’l-kutubi’l-‘ilmiyye).
İbn Hacer, Fethu’l-bâri
Ahmed b. Ali b. Hacer el-Aşkalânî, Fethu’l-bârî bi şerhi Şahîhi’l-Buhârî (nsr. Fuâd Abdülbâki v.dgr.), İ-Xİİİ, Kahire 1407/1986.
İbn Hazm, Esmâu’s-Şahâbe
Ali b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endülûsî, Esmâu’s-şahabeti’r-ruvât ve mâ li külli vâhidetin mine’l-aded (nsr. Seyyid Kısrevî Hasen), Beyrut 1412/1992.
İbn Hisâm, eş-Sîre,
Ebû Muhammed Abdülmelik b. Hisâm, Sîretu’n-Nebî, İ-İV, Beyrut 1401/1981.
İbn Kuteybe, Te’vîl
Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe, Te’vîlu muhtelifi’l- hadîs, Beyrut 1405/1985.
İbn Mâce
Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd el-Kazvinî, eş-Sünen, İ-II, İstanbul 1981.
İbn Sa’d, et-Tabakât
Muhammed b. Sa’d, et-Tabakâtu’l-kubrâ, İ-İX, Beyrut 1410/1990.
İbnu’l-Cevzî, Telkîh
Ebû’l-Fereç Abdurrahmân b. Ali b. Cevzî, Telkîhu fuhûmi ehli’l-eser fî ‘uyûni’t-târîh ve’s-siyer, Karaçi ts. (İdâretu ihyâi’ş-sünne).
İbnu’s-Salâh, Mukaddime
Ebû Amr Osman b. Abdirrahmân İbnu’s-Salâh, Mukaddimetu İbni’s-Salâh ve Mehâsınu’l-İstilâh (nsr. Âişe Abdurrahman), Kahire ts. (Dârü’l-me‘ârif).
Kettânî, Abdülhay, et-Terâtib
Muhammed Abdülhay el-Kettânî, Hz. Peygamberin Yönetimi: et-Terâtibu’l-idâriyye (nsr. Ahmet Özel), İ-III, İstanbul 1993.
M. Abdülhamîd, Tavdîhu’l-efkâr mukaddimesi,
Muhammed b. İbrahim el-Emîr eş-San‘ânî, Tavdîhu’l-efkâr li me‘âni tenkîhi’l-enzâr (nsr. Muhammed Mühyiddîn Abdülhamîd), İ-II, Beyrut ts. (Dârü’l-fikr).
Mâlik
Mâlik b. Enes, el-Muvatta’, İ-II, İstanbul 1981.
Müslim
Ebu’l-Hüseyin Müslim b. Haccâc el-Kuseyrî en-Nîsâbûrî, el-Câmı‘u’s-Şahîh, İ-III, İstanbul 1981.
Okiç, Hadis Meseleleri
M. Tayyib Okiç, Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tetkikler, İstanbul 1959.
Râmhurmuzî, el-Muhaddişu’l-fâsil
Hasan b. Abdurrahman er-Râmhurmuzî, el-Muhaddişu’l-fâsil beyne’r-râvî ve’l-vâ‘î (nsr. M. Accâc el-Hatîb), Beyrut 1391/1971.
Sibâî, eş-Sünne
Mustafa eş-Sibâî, eş-Sünne ve mekânetühâ fi’t-teşrî‘i’l-İşlâmî, Beyrut 1405/1985.
Sıddîkî, Hadis Edebiyatı
Muhammed Zubeyr Sıddîkî, Hadis Edebiyatı Tarihi: Menşei, Tekâmulu, Husûsiyetleri ve Tenkîdi (trç Yusuf Ziya Kavakçı), İstanbul 1966.
Suyûtî, Tedrîb
Çelâleddîn Abdurrahman b. Ebî Bekr, Tedrîbu’r-râvî fî şerhi Takrîbi’n-Nevevî, İ-II, Beyrut 1409/1989.
Tirmizî
Ebû İşâ Muhammed b. İşâ et-Tirmizî, Sünenü’t-Tirmizî, İ-V, İstanbul 1981.
Tuğ, Zuhayr b. Harb ve Kitâbu’l-‘ilm
Sâlih Tuğ, Zuhayr b. Harb ve Kitâbu’l-‘ilm, İstanbul 1984.
Yemânî, el-‘Avâsim
Muhammed b. İbrahim el-Vezîr el-Yemânî, el-‘Avâsim ve’l-kavâsim fi’z-zebbi ‘an sünneti Ebi’l-Kâsim (nsr. Şuayb el-Arnaût), İ-İX, Beyrut 1412/1992.
Yücel, Hadis İstilahlarının Doğuşu
Ahmet Yücel, Hadis İstilahlarının Doğuşu ve Gelişimi, İstanbul 1996.
Zehebî, Tezkire
Ebû Ebdillah Muhammed b. Ahmed, Tezkiretu’l-huffâz, İ-II, Beyrut ts. (Dârü ihyâi’t-turâsi’l-Arabî).