Sünnetin Önemi


SÜNNET YA DA DİĞER BİR İFADEYLE
HZ. PEYGAMBER’İN KUR’AN YORUMU


Sünnete Yönelik Saldırılar
Son dönemlerde sünnetin teşrîdeki yeri ve önemi üzerinde çeşitli tartışmalar yaşanmaktadır. Daha çok müsteşriklerden ve onların mukallitlerinden gelen bu akımların gayesi, geçmişte hâriciler, mü’tezile ve şia fırkalarının yaptığı gibi müslümanların sünnete olan bağlılık ve güvenlerini zedeleyerek İşlâm’i tahrif etmektir. Allah Teâla’nın koruması altında ve “La raybe fîh” olan Kur’an’a yönelik saldırı ve ithamlar hedefe ulaşamayınca, İşlâm düşmanları sünnetin güvenilirliğine leke sürme yolunu seçmişlerdir.
Şahâbe ve sonrası dönemlerde Hz. Peygamber’in sünneti ve hadislerini öğrenebilmek maksadıyla İşlâm âlimlerinin gösterdikleri faaliyet ve gayretler takdire şayandır. Rıhle adı verilen hadis uğruna yapılan seyahatler ve râvileri en ince ayrıntılarına kadar araştırdıktan sonra hadislerine itibar eden anlayış, başta müsteşrikler olmak üzere kendi bilgi kaynakları isnatsız ve çürük olan İşlâm düşmanlarını içten içe haset ve kıskançlığa sevk etmiştir. Müslümanların sahip oldukları bu sağlam kaynakları yıpratabilmenin yollarını arayanlar öncelikle Kur’an’ın ilk ve şaşmaz yorumu olan sünnet ve hadislere olan güveni zedelemek için fırsat kollamışlardır. Bunlar hadislerin İşlâmiyet’in ilk devirlerinde yazılmadığını, daha sonraki sözlerin hadis adı altında kitaplara geçtiğini ileri sürerek, ilk önce, Kur’an’dan başka güvenilir kaynak olmadığı fikrini empoze etmeye çalışmışlardır. Esasen bunların çoğu Kur’an’a da inanmamaktadırlar. Ancak Kur’anı tahrif ve tagyir edebilmek için hadis ve sünnet kalesinin yıkılması gerektiğini çok iyi teşhis etmişlerdir. Günümüzde sünnete yönelik tenkitlerin pek çoğu bu anlayışın tezahürü olarak ortaya çıkmaktadır.

Kur’an ve Sünnet Bütünlüğü
Kur’an ve sünnet birbirinden ayrılmaz bir bütünün (İşlâm’in) iki parçasıdır. Sünnetin anlaşılması için Kur’an’a mutlaka ihtiyaç olduğu gibi, Kur’an’ın yorumu için de sünnete mutlaka ihtiyaç vardır. Şayet Kur’anın insanlara tebliğ ve beyanı için ikinci bir ser’î delile gerek olmasaydı Hz. Peygamber’in “risalet” görevi de anlamsız olur, belki de Kitab’ın gökten zembille inmesi gerekebilirdi. Böyle bir faraziye akla nasıl gülünç geliyorsa, Hz. Peygamber’in konumunu ve sünnetinin önemini inkar da o derece tutarsız ve gülünç gelmelidir. Zira Kur’ân-i Kerim, Allah Teâlâ’dan sonra Hz. Peygamber’e itaati ve onun sözünü dinlemeyi pek çok yerde emretmektedir. Hz. Peygamber’e itaat etmeyenlerin ve onu üzenlerin yaptıkları hayırlı işlerinin dahi boşa gideceğini, Allah’a ve elçisi Muhammed’e (sallallahü aleyhi ve sellem) itaat edenlerin cennete girecekleri, Allah’ın onları nımetine gark edeceği ve kurtuluşa eren ve de başarıyı elde edenin onlar olacağını haber vermektedir. Bütün bu sayılanların aksine hareket edenlerin ise büyük bir sapıklığa düşecekleri, acı bir azab içerisinde sonsuza dek cehennemde kalacakları bildirilmektedir.

Hz. Peygamber İnsanlığa Örnektir
Hz. Peygamber’in konumunu belirleyen Kur’an onun vasıflarını da bildirmeyi ihmal etmemiştir; Resûlullah’ın hevâsından konuşmadığını, onun her sözünün ancak vahiy olduğunu hatırlatarak, Allah Resûlu’nun sözlerinin de sıradan bir söz olmadığına dikkat çekmektedir. Ayrıca her yönüyle vahyin kontrolünde bir insana itaatin yanısıra onu sevmeyi de tenbihlemektedir. Dünya ve ahiret saadeti olan dinin doğru anlaşılabilmesi ve gerçek mânada Hakk’a kulluk yapılabilmesi için iyi bir modele ihtiyaç vardır. İşte Allah Teâlâ’nin beşeriyete en son gönderdiği ve kıyamete kadar en güzel örnek (üsve-i hasene) insan Hz. Muhammed’dir (sallallahü aleyhi ve sellem). Bu örnek insana Kur’an’ın yanısıra “hikmet” de verilmiş, insanlara Kur’anla birlikte “hikmet”i öğretmesi ve açıklaması istenmiştir.

Kur’an Ana Kuralları Beyan Eder
Kur’ân bazı konular da teferruata girdiği halde bazı konularda da genel kaideler vaz etmekle yetinir. Namazın beş vakit olduğunu bildirdiği halde vakitlerinin ne zaman olduğunu ve nasıl kılınacağını beyan etmez. Zekatın sekiz sınıf insana verileceğini açıkladığı halde hangi maldan ve ne kadar verilmesi gerektiğine değinmez. Kirlilik halinde gusul abdesti almayı emrederken nasıl alınacağını belirtmez. Kur’an’ın bu uslûbunu pek çok yerde görmek mümkündür: Haccın belli aylarda yapılmasının farz oluşuyla birlikte Arafat ve Müzdelife’de Allah’ı anmayı emretmekle yetinmiş, geri kalan kısımlarda nasıl davranılması gerektiğine açıklık getirmemiştir. Yine Kur’an, fâizin haram olduğunu, fâiz yiyenlerin Allah’a ve Resûlune savaş açmış kadar günah kazandığını söylemekle beraber, neyin fâiz olduğunu neyin olmadığını beyan etmemiştir. Allah Teâlâ bu ve daha sayabileceğimiz pek çok konuda beyan vazifesini elçisi Hz. Muhammed’e (sallallahü aleyhi ve sellem) bırakmıştır. Dolayısıyla Resûlullah’ın sünneti bir tarafa konulacak olsa, namazın nasıl kılınacağı, orucun nasıl tutulacağı, haccın nasıl yapılacağı, zekatın hangi mallardan ne kadar verileceği, alış-verişte hangi muamelelerin haram veya faiz, hangi işlemlerin helâl kapsamına girdiği vs. hususlarını öğrenme imkâni kalmayacaktır. Bu nedenledir ki Allah Teâlâ, “Resûlun size verdiğini alın, onun yasakladığından sakının” buyurarak bütün bu mücmel ve müphem hususlarda Hz. Peygamber’in yorumuna uyulmasını emretmektedir.
Kurân-i Kerîm, hayatın içinde yaşandığı ve vakıa olarak karşımıza çıktığı halde bazı hususlara da temas etmemiştir. Nitekim bir erkeğin hanımının üzerine onun teyzesi ve halasıyla evlenemeyeceği, nesep yakınlığı dolayısıyla evlenilmesi haram olan kimselerden başka süt kardeşliği gibi sebeplerle de evlenmenin haram olduğu, nineye ve baba tarafından akrabaya düşecek miras gibi meseleler Kur’an’dan değil Hz. Peygamber’den öğrenilmiştir. İşte bizzat yaşayışı ve hayatın içindeki tatbikatı ve örnek davranışları ile insanlığın önünü aydınlatan Allah Resûlu’nun Kur’an dışındaki emirleri, yasakları, tavsiye ve tasviplerinin tümü Sünnet kapsamı içerisinde mütalea edilmektedir.
Sünnete Duyulan İhtiyaç
Başta sahabîler olmak üzere müslüman âlimler Kur’an’da bulamadıkları konularda Sünnet’e başvurarak çözüm üretmişlerdir. Nitekim Muâz b. Cebel’in (o. 18/639) Yemen’e vali olarak gönderilmesi esnasında Allah Resûlu Muâz’a ne ile hükmedeceğini sormuş, o da Kur’an’la hükmedeceğini söylemiştir. Kur’an’da bulamazsa nereye müracaat edeceğini sorduğunda, sünnete başvuracağını, şayet sünnette de bulamazsa kendi re’yi ile karar vereceğini belirtmiştir. Bunun üzerine Resûlullah, “Allah’ın elçisi’nin elçisini muvaffak kılan Allah’ a hamdolsun” buyurmuştur. Hz. Peygamber ayrıca, “Sözümü dinleyip onu koruyarak başkalarına aktaranların Allah yüzlerini ak etsin,” “Burada sâhit olan gaib olana tebliğ etsin; olabilir ki, kendisine tebliğ olunan, tebliğ edenden daha anlayışlı çıkabilir.” ve “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sarılırsanız asla yolunuzu şaşırmazsınız. Biri Allah’ın Kitabı ve diğeri benim sünnetim.” sözleriyle, sünnetinin önemini ve ümmetinin ileride karşılaşacağı problem ve ihtiyaçlarda kendilerine ışık tutacak iki kaynağı göstermiştir. Nitekim Hz. Ebû Bekir (o. 13/634) ve Hz. Ömer’in (o. 23/643) hilafetleri sırasında Kur’an’da hükmünü bulamadıkları meselelerde Hz. Peygamber’in tatbikatını araştırmaları ve şahitlerle ispat edildiğinde bu sünnetlere uydukları bilinen bir gecektir. Bir defasında yaşlı bir kadın, torununun mirasından hisse almak için kendisine müracaat ettiğinde: “Allah’ın kitabında sana bir şey verileceğine dâir bir âyet görmüyorum. Resûlullah’ın da (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda bir şey buyurduklarından haberdar değilim” diyen Hz. Ebû Bekir, sonra meseleyi meclisinde bulunanlara sormuş. Mügire b. Şu’be (o. 50/670) ayağa kalkarak, “Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) nineye mirastan altıda bir verirdi” demiştir. Hz. Ebû Bekir’in ondan şahit istemesi üzerine, Muhammed b. Mesleme el-Ensârî (o. 47/667) ayağa kalkarak kendisinin de bu şekilde bildiğini haber vermiştir. Böylece Hz. Ebû Bekir o yaşlı kadına altıda bir hissesini vermiştir.
Hz. Ömer ise, ceninin diyeti hakkında Hz. Peygamberden herhangi bir hadis bulunup bulunmadığını araştırırken Hamel b. Mâlik b. Nabiga çıkmış ve ona şu haberi iletmiştir: “Bir gün iki karımdan biri, hamile olan diğerine sopa ile vurdu ve karnındaki ceninin ölü olarak düşmesine sebep oldu. Bu hâdişe üzerine Allah Resûlu (sallallahü aleyhi ve sellem) gürra ile, yani vuranın diğerine bir köle veya cariye vermesine hükmetti.” Hz. Ömer bu haberi duyunca şöyle demiştir: “Eğer bunu işitmemiş olsaydım, az kalsın kendi re’yimle hüküm verecektim.” Görüldüğü gibi Hz. Peygamber’den hemen sonra, daha ilk halifeler devrinden itibaren sünnete gerek duyulmuştur.

Sünnet Kur’an’ın Peygamber Yorumudur
Şunnetin bağlayıcı olduğunu kabul etmemek ya da onu hafife almak Hz. Peygamber’in konumunu kavrayamamak demektir. Bu tür düşünenlere Allah Resûlu ön dört asır öncesinden dikkat çekmiş ve “Kendisine benim emirlerimden veya yasaklarımdan bir haber getirildiğinde Koltuğuna yaslanmış olduğu halde ‘biz bunu bilmeyiz, Allah’ın kitabında var ise tâbi oluruz’ diyenlere sakin ha itibar etmeyiniz!” buyurmuştur. Ayrıca “Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir” ifadesiyle de sünneti inkar edenlerin İşlâm dini ile alâkaşının kalmayacağını ortaya koymuştur. O, aynı zamanda kendisinin olduğu kadar râsid halifelerinin de sünnetinin bağlayıcı olduğunu ve onlara âdeta azı dişleri ile tütünür gibi sarılmayı öğütlemektedir. Ömer b. Hattab’ın “Ferâiz ve sünneti, Kur’an’ı öğrendiğiniz gibi öğreniniz” şeklinde tavsiyesi de şahâbenin, sünnetin bağlayıcı olduğunu ikrar ettiklerine delil teşkil etmeye yeterlidir.
Kısaca sünnet, âlemlere rahmet olarak gönderilen Son Peygamber Allah Resûlu’nun Kur’an’ı yorumudur. Bu yorumu yok kabul etmek ya da hafife almak müslümanca bir tutum olmadığı gibi ilmîlik ve aklîlikle de bağdaşmamaktadır.

 

 

 

 

BİBLİYOGRAFYA

Âmidî, el-İhkâm,
Ali b. Muhammed, el-İhkâm fî usûli’l-ahkâm, İ-İV, Beyrut 1402.
Âmirî, er-Riyâdu’l-müstetâbe
Yahya b. Ebû Bekir el-Âmirî el-Yemenî, er-Riyâdu’l-müstetâbe fî cümleti men ravâ fi’s-Şahîhayn mine’s-şahâbe, Beyrut 1979.
Abdulhâlik, Hucciyyetu’s-sünne
Abdülganî Abdulhâlik, Hucciyyetu’s-sünne, Kahire 1413/1993.
Ahmed b. Hanbel
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, İ-Vİ, İstanbul 1982.
el-Müsned (nsr. Abdullah Muhammed ed-Dervîs), Beyrut 1411/1991.
Buhârî
Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail b. İbrahim el-Buhârî, el-Câmı‘u’s-şahîh, İ-VIII, İstanbul 1981.
Dârimî
Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî, eş-Sünen, İstanbul 1981.
Ebû Dâvûd
Süleyman b. Eş’aş b. İshak el-Ezdî eş-Sicistânî, eş-Sünen, İ-V, İstanbul 1981.
Goldziher, Müslim Studies
Ignaz Goldziher, Müslim Studies, İ-II, London 1971.
Hatîb, er-Rıhle
Ebû Bekir Ahmed b. Ali b. Sâbit el-Bagdâdî, er-Rıhle fî talebi’l-hadîs (nsr. Nureddin İtr), Beyrut 1395/1975.
İbn Abdilber, Câmı‘u beyâni’l-‘ilim
Ebû Ömer Yûsuf en-Nemerî el-Kurtubî, Câmı‘u beyâni’l-‘ilim ve fadlih, İ-II, Beyrut ts. (Dârü’l-kutubi’l-‘ilmiyye).
İbn Ebî Hâtim, el-Çerh
Ebû Muhammed Abdurrahmân b. Ebû Hâtim Muhammed b. İdrîs b. el-Munzîr et-Temîmî, Kitâbu’l-çerh ve’t-ta’dîl, İ- İX, Beyrut 1373/1953.
İbn Mâce
Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd el-Kazvinî, eş-Sünen, İ-II, İstanbul 1981.
Mâlik
Mâlik b. Enes, el-Muvatta’, İ-II, İstanbul 1981.

Müslim
Ebu’l-Hüseyin Müslim b. Haccâc el-Kuseyrî en-Nîsâbûrî, el-Câmı‘u’s-Şahîh, İ-III, İstanbul 1981.
Râmhurmuzî, el-Muhaddişu’l-fâsil
Hasan b. Abdurrahman er-Râmhurmuzî, el-Muhaddişu’l-fâsil beyne’r-râvî ve’l-vâ‘î (nsr. M. Accâc el-Hatîb), Beyrut 1391/1971.
Sâfiî, er-Risâle
Muhammed b. İdrîs es-Sâfiî, er-Risâle (nsr. A. Muhammed Sâkır), Beyrut ts. (Dârü’l-kutubi’l-‘ilmiyye).
Tirmizî
Ebû İşâ Muhammed b. İşâ et-Tirmizî, Sünenü’t-Tirmizî, İ-V, İstanbul 1981.