SÜNEN-İ ERBEA VE BAZI HADİS
KİTAPLARINDA YER ALAN HADİSLERİN DURUMU*
Ebu’l-Hasenât Muhammed Abdülhay el-Leknevî el-Hindî (1264-1304 h.)
Çev: Dr. Mustafa Karataş
SORU: Sünen-i Erbea gibi büyük kitaplar ile, Beyhakî, Dârekütnî, Hâkim, İbn Ebî Şeybe ve diğer meşhur hadis kitaplarında bulunan hadislerin “şahîh lı zâtihî”, “şahîh lı gayrihî”, “hasen li zâtihî”, “hasen li gayrihî” acısından durumları nedir?
CEVAP: Bu tür kitaplar içerisinde yer alan bütün hadisler “şahîh” ya da “hasen” değildir. Bu eserler “şahîh”, “hasen”, “zayıf” ve “mevzû” haberleri içermektedir. Bu konu aşağıda geniş olarak ele alınmaktadır.
SÜNEN KİTAPLARI
İbnu’s-Salâh (o. 643/1245), İrâkî (o. 806/1403) ve diğer hadisçiler Sünenlerde “hasen” hadislerden başka “şahîh” ve “zayıf” hadislerin de bulunduğunu söylemektedirler. Nevevî işe (o. 676/1277), Sünenlerde “şahîh”, “hasen”, ve “zayıf” hadislerin yanısıra “munker” hadislerin de bulunduğunu belirtmektedir. Diğer taraftan Mesâbîhu’s-sünne müellifi Begavî’nin (o. 516/1122), Sünenlerdeki hadisleri “hisân” olarak isimlendirmesine, hadisçiler arasında meşhur olmayan bir istilah olduğu ileri sürülerek itiraz edilmektedir.
Sünenlerdeki hadislerin sıhhati konusunda Irakî şöyle demektedir: “Sünen kitaplarındaki hadislere “şahîh” diyenler yanılmaktadırlar; “Kutub-i Hamse’nin sıhhati konusunda şark ve garp bilginleri hemfikirdirler” diyen Ebû Tâhır eş-Silefî (o. 576/1180) ile, Tirmizî’nin (o. 279/892) Câmıî’ne “el-Câmı‘u’s-şahîh” diyen Hâkim (o. 405/1014) ve “şahîh” tabirini kullanan Hatîb Bagdâdî de (o. 463/1070) bu konuda dikkatli davranmamışlardır.” Sözkonusu eserler sıhhat bakımından mukayeseli olarak aşağıda ele alınmaktadır.
1. Sünen-i Ebî Dâvûd
Zehebî (o. 748/1347) Siyerü a’lâmi’n-nubelâ’ isimli eserinde Ebû Dâvûd’un (o. 275/888) Sünen’inde zikredilen hadisleri şu şekilde derecelendirmektedir:
Birinci Derece: Buhârî (o. 256/869) ve Müslim’in (o. 261/874) yani Şeyhayn’in kitaplarında rivayet ettiği “müttefekün aleyh” hadislerdir ki bunlar kitabın yarısına eşittir.
İkinci Derece: Buhârî ve Müslim’in birinin alıp diğerinin almadığı hadislerdir.
Üçüncü Derece: Buhârî ve Müslim’in rivayet etmediği, ancak “illet” ve “sâz” yönünden senedi “ceyyid” ve “sâlim” olan hadislerdir.
Dördüncü Derece: İki veya daha fazla “leyyin tarık”le gelmesi sebebiyle âlimler tarafından isnadı “sâlih” kabul edilen hadislerdir.
Beşinci Derece: Râvinin hıfzının yetersiz oluşu nedeniyle senedi zayıf sayılan hadislerdir ki, Ebû Dâvûd çoğu zaman bu gibi hadisler hakkında bir şey söylememektedir.
Altıncı Derece: Râvisi sebebiyle zayıf olduğu açığa çıkmış olan hadislerdir ki, Ebû Dâvûd bu hadisler hakkında çoğu yerde susmayıp “zayıf” öldüğünü açıklamaktadır. O, ancak râvinin “meşhur” olması ya da halinin bilinmemesi (nekâret) sebebiyle bir şey söylememiş olabilir.
2. Sünen-i Tirmizî
Zehebî (o. 748/1347), Ebû Nasr Abdurrahman b. Abdilhâlik’in (o. 574/1178) şöyle dediğini zikretmektedir: Tirmizi’nin el-Câmıî’ndeki hadisler dört kısma ayrılmaktadır:
Birinci Kısım: Sıhhati kesin olanlar.
İkinci Kısım: Ebû Dâvûd ve Neşâî’nin (o. 303/915) şartına uyanlar.
Üçüncü Kısım: İlleti açıklanan hadisler.
Dördüncü Kısım:Tirmizî’nin açıkladığı son grup hadisler ki, bunlar da, “...Dördüncü kez içki içerse onu öldürün” ve “Resûlullah Medine’de düşman korkusu ve sefer durumu söz konusu olmadığı halde öğle ve ikindi namazlarını cem ederek kıldı” hadisleri dışında bazı fıkıhçıların amel ettiğini söylemiş olduğu hadislerdir.
3. Sünen-i İbn Mâce
Zehebî, İbn Mâce (o.273/886) için şöyle demektedir: İbn Mâce hâfiz, şadûk ve engin bir ilim sahibi olmasına rağmen kitabına “munker” ve az da olsa “mevzû” hadis almakla Sünen’inin derecesine gölge düşürmüştür.
a. Ebû Dâvûd ile Tirmizi’nin Sünen’lerinin Mukayesesi:
İbnu’s-Salâh (o. 643/1245) Mukaddime adlı eserinde şöyle demektedir: “Ebû İşâ et-Tirmizî’nin kitabı “hasen” hadislerin bilinmesi bakımından sahasında ilk eserdir. “Hasen” hadislerin bulunduğu eserlerden birisi de Ebû Dâvûd’un Süneni’dir. Ebû Dâvûd kitabının içeriği hakkında şu bilgiyi vermektedir: “Bu eserde “sahih”, sahihe benzer ve sahihe yakın olan hadisleri zikrettim”. Ebû Dâvûd, her bab’ta o bölümle ilgili bildiği en sahih hadisleri rivayet ettiğini anlattıktan sonra şunları aktarır: “Kitabımda bulunan hadislerden aşırı zayıflık alameti bulunanları belirttim. Hakkında hiç bir şey demediğim hadisler “sâlih” hadislerdir. Bunların da arasından bir bölümü diğerlerinden daha “sahih”tır.”
Ebû Dâvûd’un Süneni’nde herhangi bir açıklama yapmaksızın mutlak olarak rivayet ettiği hadisler, “sahih” ya da “hasen” öldüğü hususunda herhangi bir delil bulunmayan hadislerden ise; O’na göre bu hadislerin “hasen” öldüğuna hükmederiz. Bu gibi hadisler bazan başkasına göre “hasen” olmayabilir.
b. Ebû Dâvûd’un Sünen’i ile Neşâî’nin Süneni’nin Mukayesesi:
İbnu’s-Salâh sözlerini şöyle sürdürmektedir: “Hâfiz Ebu Abdullah b. Mende (o.395/1004) Mısır’da iken Muhammed b. S’ad el-Baverdi’den (o.301/913) şunları işittiğini anlatmaktadır: “Neşâî’nin usulü; terkinde içmâ olmadıkça herkesten hadis almaktır.” İbn Mende’nin kendisi ise şöyle söylemektedir: “Ebû Dâvûd başka bir hadis bulamayınca, isnadı “zayıf” dahi olsa o hadisi rivayet eder. Çünkü O’nun görüşüne göre “zayıf” hadis kişilerin re’yinden daha üstündür.”
Suyûtî (o. 911/1505) Zehru’r-rubâ ale’l-Müctebâ adli eserinin önsözünde şunları söylemektedir: “Hâfiz Ebu’l-Fadl b. Tahir el-Makdışı (o. 600/1203) Sürûtu’l-Eimmeti’s-Sitte isimli eserinde şöyle der: “Ebû Dâvûd ve Neşâî’nin kitaplarındaki hadisler üç kısma ayrılır;
1. Sahihayn’da yer alan hadisler.
2. Buharı ve Müslim’in şartlarına göre “şahîh” sayılanlar. İbn Mende, Buhârî ve Müslim’in hadis alma şartlarını şöyle açıklamaktadır: “Terkinde içmâ olmayan kimselerden, “inkita” ve “irşâl” olmaksızın “muttasıl” bir senedle gelen “şahîh” hadislerdir.” Bu tarife göre ikinci kısımda yer alan hadisler de “şahîh” olmaktadır. Ancak bu hadislerin tarıkleri, Buhârî ve Müslim’in rivayet ettikleri tarıkler olmayıp, her ikisinin de almadıkları diğer “şahîh” tarıklerdir.
3. Ebû Dâvûd ve Neşâî’nin kanaatlerine göre sıhhati kesin olmadığı halde kitaplarına aldıkları ve fakat daha sonra konunun uzmanlarınca durumu anlaşılan ve illetleri açıklanan hadisler.”
4. Sünen-i Neşâî
Suyûtî’nin aktardığına göre İmam Ebu Abdullah b. Ruseyd (o.721/1321) şöyle demektedir: “Neşâî ’nin Sünen’i sahasında yazılmış kitaplar içersinde tasnifi eşsiz ve tertibi en güzel olan bir eserdir. İlletleri açıklama yönü ile Buhârî ve Müslim’in eserlerinin ortak özelliğini taşır. Genel olarak Sahihayn’dan sonra içersinde en az zayıf hadis ve çerh edilmiş râvi bulunan kitap, Neşâî’nin Süneni’dir. Ebû Dâvûd ve Tirmizî’nin kitapları bu yönüyle Neşâî’nin Sünen’inden ayrılmaktadır. Çünkü İbn Mâce, yalanla itham edilmiş râvilerden ve “serikatü’l-ehâdîs”den hadis almıştır. Üstelik bu hadislerin bir kısmı sadece itham edilen bu râviler tarıkıyle bilinmektedir.
İbn Tâhır’ın, Ebû Zur’a er-Râzî’den (o. 264/877) naklen, İbn Mâce’nin Sünen’indeki hadislerin tamamının otuz kadar olduğunu söylemesi, senedinde “inkita” bulunduğundan doğru kabul edilmemiştir. Şayet doğru ise, Ebû Zur’a er-Râzî bu sözüyle, İbn Mâce’nin kitabında yer alan son derece zayıf hadisleri kastetmiş olmalıdır.
Suyûtî’nin sözleri şöyle sürmektedir: “Bazılarının rivayetine göre, Neşâî’nin Sünen-i Kubrâ isimli eserini tasnif ettiği zaman Remle Emiri’ne sunmuş, Emir, Kitabın içindeki hadislerin tamamının “şahîh” olup olmadığını sormuş, Neşâî’de hayır cevabını vermek durumunda kalmıştır. Ancak Neşâî bu konuşmadan sonra Sünen’ini tekrar gözden geçirerek Müctebâ adı altında yeniden tasnif etmiştir. Zerkesî (o. 794/1391) Tahrîcu ehâdîsi’r-Râfiî adli eserinde, bu esere Müctebâ yerine Müctenâ denildiğini belirtmektedir.
Sünen-i Dârimî
Suyûtî Tedrîbu’r-râvi adlı eserinde naklettiğine göre, Şeyhülislam İbn Hacer (o. 852/1448), Sünen-i Dârimî hakkında şunları söylemektedir: “Dârimî’nin Müsned’idiğer Sünenlerden aşağı kalmaz; şayet Kutub-i Hamse arasına dâhil edilecek olsaydı İbn Mâce’nin Sünen’inden daha üstün olurdu. Çünkü pek çok yönden ondan daha iyidir”
Bu konuda İrâkî işe şunları demektedir: “Buhârî, hadislerinin senedleri “muttasıl” öldüğündan eserine Müsned adını verdiği gibi, Dârimî’nin kitabı da Müsned adıyla meşhur olmuştur. Ne var ki, Sözkonusu eserde çok sayıda “mürsel”, “munkatı‘” ve “maktû” hadisler yer almaktadır. Dârimî’nin biyografisini verenler, onun el-Câmı‘, el-Müsned ve et-Tefsîr gibi eserlerinden bahsetmektedirler. Sanırım şu anda elde mevcut olan eseri el-Câmı‘ kitabı olmalıdır. el-Müsned’e gelince, bu eser kaybolmuş olabilir.”
Dârekütnî’nin Eserleri
Bedrüddîn el-Aynî (o. 855/1451), Dârekütnî’yi (o. 385/995) şöyle eleştirmektedir: “Darekütnî, Müsned’inde “zayıf”, “illetli” , “munker” , “garîb” ve “mevzû” hadisler rivayet etmiştir. Kendisi zayıf olduğu halde nasıl olur da Ebû Hânîfe’yi (o. 150/767) zayıflıkla itham edebilir. Ayrıca onun eseri “zayıf”, “garîb”, “sâz” ve “illetli” hadislerle doludur. Diğer eserlerde bulunmayan pek çok hadis onun kitabında mevcuttur” demektedir. Rivayete göre Dârekütnî Mısır’a geldiği zaman orada bulunan bazı kimseler kendisinden, besmelenin (namazda) açıktan okunacağına dair bir eser yazması istediler; bunun üzerine o bir eser telif etti. Mâlikî mezhebine mensup bazı kimseler Dârekütni”ye gelerek bu yazdıklarının “şahîh” öldüğü hususunda yemin etmesini talep ettiklerinde ise o, şunları söyledi: “Besmelenin açıktan okunması hakkında Nebî (s.a.v) den rivayet edilen hadisler “şahîh” değildir. Şahâbe’den nakledilenlere gelince, onların bir kısmı “şahîh”, diğer bir kısmı ise “zayıf”tır.”
7. Beyhakî’nin Eserleri
Beyhakî’nin (o. 458/1065) eserlerinde de “zayıf” hadisler yer almaktadır.
Hatîb el-Bagdâdî’nin Eserleri
Hatîb el-Bagdâdî (o. 463/1070) hadis sahasındaki otoritesine rağmen tahminlerin de çok üzerinde “mevzû” hadisleri kullanmıştır. Aynî, el-Binâye Serhu’l-Hidâye adlı eserinin “Besmele” bahsinde bu durumu açıklamaktadır.
Hâkim en-Nîsâbûrî’nin Eserleri
Zeylaî (o. 743/1342), Hâkim en-Nîsâbûrî’nin (o. 405/1014) eserleri hakkında Nasbu’r-râye li ehâdışı’l-Hidâye adlı eserinde şunları söylemektedir: “İbn Dihye (o. 633/1235) el-Âlemu’l-meshûr fî fezâili’l-eyyâmi ve’s-şuhûr adlı eserinde der ki: “Hadis ile meşgul olanlar Hâkim’in sözlerinden sakınmalıdırlar. Çünkü onun hatası çok olduğu gibi yanılması da meşhurdur. Hâkim’den sonra gelen pek çok kimse de onun bu durumunu fark edemeyerek aynı hataları tekrarlamışlardır. Aynî, el-Binâye isimli eserinde, Hâkim’in “zayıf”, hatta “mevzû” hadisleri “şahîh” saydığını ve onun “tesâhul” göstermede çok meşhur olduğunu belirtmektedir.
Suyûtî, et-Taakkubât ‘alâ İbni’l-Cevzî adli eserinde, Şeyhülişlâm İbn Hacer’den şunları nakletmektedir: “İbnu’l-Cevzî’nin (o. 597/1200) kitaplarında ve Hâkim’in Müstedrek’inde gösterdikleri “tesâhul”ler, her ikisinin de eserlerinden istifade etmeye engel olmaktadır. Çünkü bu eserlerden alınacak bir hadis onların “tesâhul” gösterdiği hadislerden olabilir. Dolayısıyla hadis tenkidi ile uğraşanların, onlardan nakil yapar iken, söylediklerini aynen tekrarlamak yerine, daha dikkatli davranmaları gerekmektedir.
Takiyyuddîn İbn Suhbe’nin (o. 851/1447), Tabakâtu’s-Sâfiiyye adlı eserinde, Zehebî’nin, Müstedrek hakkında şunları söylediği zikredilmektedir: “Büyük bir bölümü Buhârî ve Müslim’den birinin şartına uygundur ki, eserde yer alan hadislerin yarısı bu şekildedir. Kitabın diğer dörtte biri, senedi “şahîh” ve bazıları da “illetli” olan hadislerden oluşmaktadır. Geriye kalan kısmı ise “şahîh” olmayıp “munker” ve “zayıf” hadislerdir. Ayrıca bunlar arasında “mevzû” olanlar bile vardır. Eseri ihtişar ettiğim çalışmamda bu hususları açıklamış bulunuyorum.”
İbnu’s-Salâh, Mukaddime’de, Hâkim’den şöyle söz etmektedir: “Şahîh hadis şartları konusunda müsamahali, hüküm verme konusunda “mütesâhil”dir. Şayet onun sıhhatine hükmettiği bir hadis hakkında, diğer âlimler tarafından hadisin sıhhatine dair bir açıklama bulunamaz ise, o hadis “hasen” sayılmalıdır. “Zayıf” öldüğünü gösteren bir “illet” ortaya çıkmadıkça delil olabilir ve bu hadisle amel edilebilir.”
Nevevî de (o. 676/1277) Takrîb ismli eserinde İbnu’s-Salâh’in görüşünü benimsemekte ve şöyle demektedir: “Hâkim’in “şahîh” dediği bir hadis hakkında başka birinin hadisin sıhhatine ve zayıflığına delâlet eden bir açıklamasını bulamadığımız taktirde, “zayıf” olmasını gerektirecek bir illet ortaya çıkıncaya kadar, hadisin “hasen” öldüğuna hükmederiz.” Suyûtî, Nevevî’nin bu açıklamasına şöyle bir açıklık getirmektedir: “Nevevî’nin “Hâkim’in “şahîh” dediği...” sözü, onun sıhhatini açıklamadığı hadislerden sakındırmak içindir. Sıhhati kesin olarak ortaya çıkmadıkça bu hadislere güvenilemez.”
İbn Cema‘a (o. 733/1332) Muhtasaru Üsûli’l-hadîs adlı eserinde, İbnu’s- Salâh’i eleştirerek, “İlmî üslup açısından uygun olan, bir kimsenin bu hadisleri araştırarak “şahîh”, “hasen” ya da “zayıf” diye hükmetmesidir” demektedir. Öte yandan Elfiye sârıhleri olan İrâkî, Zekeriyya el-Ensârî (o. 893/1487) ve Şehâvî (o. 902/1496), “İbnu’s-Salâh, zamanımızda artık böyle bir hadisin sıhhatine hüküm verebilecek kimselerin bulunmadığı görüşüne dayanarak bu sözü söylemiştir”, demek suretiyle, bir anlamda Hâkim’i tenkit eden İbn Cema‘a’nın görüşüne katılmışlardır.
Şahîhu İbn Hibbân
İbnu’s-Salâh, İbn Hibbân’in (o.354/965) Şahîh’inin “tesâhul” acısından Hâkim’in Müstedrek’ine benzediğini söylemiş ise de, İrâkî, Hâzimî’nin (o 584/1188) İbn Hibbân’in hadis ilminde Hâkim’den daha üstün olduğunu söylediğini nakletmektedir.
Suyûtî Tedrîb adli eserinde bu konuda şunları söylemektedir: “İbn Hibbân’in “tesâhul”u konusunda söylenenler doğru değildir. Şayet İbn Hibbân’a “tesâhul” atfedilmesi kitabında “hasen” hadisler bulunması sebebiyle ise bu bir kavram karkasasıdır. Çünkü onun “hasen” dedikleri “şahîh” anlamındadır. Yök eğer şartlarının hafif olması sebebiyle ise, İbn Hibbân hadisi, râvisi “sıka” olup “müdellis” olmayan şeyhinden işitmiş, şeyhi de hadisi aldığı kimselerden bizzat işiterek rivayet etmişse Şahîh’ine almıştır. Bu durumda “irşal” ve “inkita” sözkonusu olamaz. İbn Hibbân’a göre, bir râvide “çerh” ve “ta’dîl” bulunmadığı zaman ve bu râvinin hocalarının her biri ile, hadisi kendisinden alan râvisi “sıka” olup, “munker” bir hadis rivayet etmediği taktirde bu kimse “sıka”dır. İbn Hibbân’in Kitâbu’s-Sıkât’ında bu durumda olan pek çok râvi bulunmaktadır. Ancak halini bilmediği râvileri “sıka” sayması sebebiyle çoğu zaman ona itiraz edilmiştir. Oysa kendisine yapılan bu itirazlar yersizdir. Çünkü burada bir karışıklık sözkonusu değildir. Bunlar Hâkim’in şartlarından farklıdır. Sonuç olarak Hâkim kendi şartına riayet etmediği halde, İbn Hibbân kendi şartlarına bağlı kalmıştır.
Suyûtî’nin el-Leâli’l-masnû‘a fi’l-ehâdîsi’l-mevdû‘a eserinde, Zerkesî’nin (o.794/1391) Tahrîcu ehâdîsi’r-Râfi‘î adli kitabından naklettiği şu söz, İbn Hibbân’in Hâkim’den daha müdakkik biri olduğuna delalet etmektedir. Diğer yandan Muhtâra sahibi Ziyâ el-Makdışî’nin şartları, Hâkim’in şartlarından daha kuvvetlidir. Onun şartları Tirmizî ve İbn Hibbân’in şartlarına daha yakındır.
Nevevî, Serhu’l-Mühezzeb adli eserinde, Beyhakî’nin, Hâkim’den daha müdakkik bir araştırmacı olduğu konusunda hadis hafızlarının ittifak halinde olduklarını zikretmektedir. Diğer taraftan İbnu’s-Salâh da şöyle demektedir: “Ebû Dâvûd et-Tayâlîsî (o. 204/819), Ubeydullah b. Mûsâ (o. 213/828), Ahmed b. Hanbel (o. 241/855), İshâk b. Râhûye (o. 238/852), Abd b. Humeyd (o. 249/863), Dârimî (o. 265/878), Ebû Ya’lâ el-Mevsilî (o. 307/919), Hasen b. Sufyân (o. 303/915), Bezzâr’in (o. 292/904) Müsnedleri ve benzeri eserler delil olabilme ve içindeki hadislere güven duyabilme açısından Kutub-i Hamse’ye ve bunlara benzeyen eserlere dâhil edilmezler. Çünkü bu Müsnedlerde delil olup olmamasına bakılmaksızın, her bir şahâbînin bölümünde ondan rivayet edilen hadisleri almak adettir.
İmam Mâlik’in Muvatta’i
Suyûtî’nin Tedrîb adli eserinde yer aldığına göre, Hatîb Bagdâdî ve diğer âlimler, Muvattâ’in bütün “câmî” ve “müsned” turu kitaplardan önde geldiğini belirtmişlerdir. Buna göre o, Hâkim’in Şahîh’inden sonra demektir (!).
İbn Hazm (o. 456/1063), bu konuda şöyle demektedir: “Hadis kitaplarının en üstünü Şahîhayn’dir. Sonra Sa’d b. Seken’in (o. 353/964) Şahîh’i ve İbnu’l-Cârûd (o. 376/986) ve Kâsim b. Esbağ’ın (o. 340/951) el-Muntekâ isimli eserleri gelmektedir. Bu kitaplardan sonra Ebû Dâvûd ve Neşâî’nin kitapları, Kâsim b. Esbağ ve Tahâvî’nin (o.321/933) Müsannefleri, Ahmed b. Hanbel (o. 241/855), Bezzâr (o. 354/965), Ebî Bekr b. Ebû Şeybe (o. 235/849), Osman b. Ebî Şeybe’nin (o. 239/950) Müsnedleri, ayrıca İbn Sencer (o. 258/968), Ali b. el-Medînî (o. 234/848) ve İbn Ebî Garaze’nin (o. 276/889) Müsnedleri ve Sadece Resûlullah’ın (s.a.v.) sözleri için yazılmış bu ayardaki eserler, sonra “şahîh” hadisleri içeren en büyük eser olan Abdurrezzâk’in (o. 211/826) Müsannefi gelmektedir. Bunlardan sonra İbn Ebî Şeybe’nin Müsannef’i ile Bakî b. Mahled (o. 276/889), Muhammed b. Nasr el Mervezî (o. 294/907) ve İbnu’l-Munzir’in (o. 318/930) kitapları gelmektedir. Daha sonra da Hammâd b. Seleme (o. 276/889), Said b. Manşûr (o. 227/841) ve Vekî b. Cerrâh’in (o. 197/812) Müsannefleri, Mâlik (o. 179/795), İbn Ebî Zı’b (o. 159/775) ve İbn Vehb’in (o. 197/812) Muvattaları, İbn Hanbel’in Mesâili ve Ebû Sevr’in (o. 240/854) Fikhi gelmektedir.
Suyûtî, İbn Hazm’in Muvatta konusunda şöyle dediğini nakletmektedir: “İmam Mâlik, Muvatta’da bulunan yetmiş kusur hadisle amel etmeyi bizzat kendisi terk etmiştir. Bu eserde “zayıf” hadisler de bulunmaktadır.”
Zehebî, Siyerü a’lâmi’n-nubelâ’ eserinde, İbn Hazm’dan yukarıda zikredilen söze benzer bir nakilde bulunmuş ve sözlerine şöyle devam etmiştir: “İbn Hazm’a hayret doğrusu! Muvatta’yı Şahîhayn’dan sonra Ebû Dâvûd’un Sünen’i ile birlikte zikretmeli idi. Fakat o bundan kaçınmış ve sadece Resûlullah’ın sözlerine hasredilen Müsnedlere öncelik vermiştir. Ne İbn Mâce’nin Sünen’inden, ne de Tirmizî’nin Câmii’nden bahsetmiştir. Bunun nedenine gelince; İbn Hazm bu iki kitabı görmemiştir. Çünkü bu kitaplar Endülüs’e onun ölümünden sonra girmiştir.”
Diğer yandan Zurkânî (o. 1122/1710) Serhu’l-Muvattâ adli eserinde, Suyûtî’nin, İmamı Malik’in şartına göre Muvattâ’nin tamamının “şahîh” öldüğünü söylediğini nakletmektedir.
Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i
Zehebî, Siyerü a’lâmi’n-nubelâ’ eserinde Müsned konusunda şunları söylemektedir: “Ahmed b. Hanbel’in Müsned’indeki “zayıf” hadislerin bir kısmı nakli câiz ve fakat ihticac için kullanılmayacak hadislerdir. Yine bunlar içerisinde “mevzû” hadislere benzeyenler de bulunmaktadır. Ancak bunların sayısı denizde bir katre misâlidir.”
İbn Teymiyye (o. 728/1327) Minhâcu’s-sünne adlı eserinde şunları zikretmektedir: “Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali (r.a.) gibi şahâbîlerin faziletine dair bir eser tasnif etmiş olan Ahmed b. Hanbel, bu kitabında Müsned’de bulunmayan hadisleri de rivayet etmiştir. Onun Müsned ve diğer eserlerinde rivayet ettiği hadislerin tamamı kendisine göre de hüccet değildir. Aksine o, hadis râvileri ne rivayet etmişlerse onları nakletmiştir.”
Ahmed b. Hanbel’in Müsned’indeki şartı, yalan söylediği bilinen birinden hadis rivayet etmemektir. Kendisi her ne kadar bu şartında zayıf kalmış olsa da, onun Müsned’inde riayet ettiği şartlar, Ebû Dâvûd’un Sünen’inde uyguladığı şartlardan daha kuvvetlidir.
Ahmed b. Hanbel’in faziletlere dair yazdığı kitaplarına gelince; İster “şahîh”, ister “zayıf” olsun o, hocalarından işittiği her şeyi rivayet etmiştir. Onun, kendisinde bulunan hadisleri rivayet etmekten başka bir maksadı yoktur.
Daha sonra Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah (o. 290/902), Müsned üzerine ziyadeler yapmıştır. Ebû Bekr el-Kâti‘î de (o. 368/978) bazı ilavelerde bulunmuştur. Kâti‘î’nin ilaveleri arasında pek çok “mevzû” hadis mevcuttur. Bir kısım cahiller bunları Ahmed b. Hanbel’in Müsned’deki kendi rivayetleri sanmışlardır ki, bu fahiş bir hatadır.
Öte yandan İrâkî, İbn Teymiyye’ye muhalefet ederek, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde “mevzû” hadisler olduğunu iddia etmiştir. Bu konuda müstakil bir cüz telif etmiş olan İrâkî, sözkonusu eserinde besmele, hamdele ve salveleden sonra şöyle demektedir: “Hicrî yedi yüz elli senesinde yahut birkaç yıl sonra Ahmed b. Hanbel’in mukallitlerinden olan bazı arkadaşlar bana, onun Müsned’inde ferd olarak rivayet edilmiş olup “mevzû” denen hadisler hakkında soru yönelttiklerinde, onlara bu tür hadislerin çok sayıda olmadığını ifade etmeme rağmen, yine de bana katılmamışlardı. Yedi yüz altmış yılında Şeyh Alauddin Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed b. Muhammed b. Sâlih ed-Dimeşkî’ye Müsned’i okurken “semâ” esnasında, Müsned’de “zayıf” hadis var mıdır, yoksa tamamı “sahih” midir?” şeklinde bir söz geçti. Ben de Müsned’de çok sayıda “zayıf” hadis olduğunu biraz da “mevzû” hadis bulunduğunu söyledim. Daha sonra Ahmed b. Hanbel’in mezhebine mensup birinin benim bu sözüme şiddetle karşı çıktığını öğrendim. O şahıs, İbn Teymiyye’den bu tür hadislerin, el-Kâti‘î’nin ziyadeleri ile Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah’ın rivayetleri olduğunu nakletti. Onun bu sözü beni böyle bir eser hazırlamaya sevk etmiştir. Bu eser, Müsned’de Ahmed b. Hanbel ve oğlu Abdullah’ın rivayetleri arasında bulunan ve bazı âlimlerin “mevzû” dedikleri hadisleri içermektedir.”
İrâkî, daha sonra Müsned’den dokuz hadis zikrederek, İbnu’l-Cevzî ve diğerlerinin bu hadislere “mevzû” diye hükmettiklerini belirtmektedir. Ancak İrâki, bu hadislerden bazıları hakkında İbnu’l-Cevzî’nin görüşünü de kabul etmemektedir.
Daha sonra Hâfiz İbn Hacer, İrâkî’ye reddiye olarak el-Kavlu’l-müsedded fi’z-zebbi ‘an Müsnedi Ahmed isimli eserini kaleme almıştır. İbn Hacer sözkonusu eserin Giriş kısmında, “Bu kitapta, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer alan ve hadis ehlinin “mevzû” sanarak aleyhinde konuştukları sözlerden bana ulaşan kadarını zikretmeyi düşündüm...” diyerek hocası İrâkî’nin cüz’unu harfiyyen nakletmiş ve hadisleri tek tek ele alarak ona cevap vermiştir. Bundan başka İbnu’l-Cevzî’nin “mevzû” dediği ve fakat İrâkî’nin zikretmediği Müsned’deki diğer hadisleri ele almış ve kesin delillerle bunların “mevzû” olmadığını işbat etmiştir.
İshâk b. Râhûye’nin Müsned’i
Suyûtî’nin Tedrib adli eserinde, İshak b. Râhûye’nin (o. 238/852) şahâbeden zikrettiği hadislerin, Ebû Zur‘a’nın (o. 264/878) naklettiklerinden daha sağlam olduğunu nakletmektedir. İrâkî işe, “Bu durumda İshâk b. Râhûye’nin kitabında bulunan bütün hadislerin “şahîh” öldüğü söylenemez. Belki, terk ettiklerine nispetle bunlar daha iyidir, denebilir. Onun kitabında zayıf rivayetler de vardır, demektedir.
Bezzâr’in Müsned’i
Bezzâr’in (o. 292/904) Müsned’i hakkında, kendisinin hadisleri içinde “şahîh” olanlarını açıkladığı belirtilmiştir. Buna karşılık İrâkî şöyle demektedir: “Bezzâr, hadislerin “şahîh” olanlarını açıklamayı çok az yapmıştır. Ancak o, bazı hadis râvilerinin rivayetlerinde münferid kaldıklarını ve fakat aynı hadisin başka “mutâbeat”ı olduğunu ifade etmiştir.