Mukillun


MÜKİLLÛN VE HADİS SAYILARI

Şahâbe arasında Hz. Peygamber hayatta kaldığı müddetçe onun yanından hiç ayrılmayanlar bulunduğu gibi, onunla sohbeti kısa sürenler de olmuştur. Bu durum tabiî olarak Hz. Peygamber’e ait söz ve fiillerden, bir şahâbînin bildiğini diğer bir şahâbînin bilememesi neticesini doğurmuştur. Esasen Hz. Peygamber’in sohbet halkalarında yetişmiş olan şahâbîlerin tamamının aynı seviyede hadisle iştigal ettiği düşünülemez. Takdir edileceği gibi ilim çok özel bir mesâiyi ve başka işleri terketmeyi gerektirmektedir. Nitekim Hz. Ömer’in, “Yönetici olmadan önce ilim tahsil edin” sözü de bu görüşü teyit etmektedir. Dolayısıyla şahâbe içinde kendisini sırf ilme adamış kişilerin sayısı, şahâbe sayısı ile mukayese edildiğinde arada çok büyük bir farkla karşılaşılacaktır.
Şahâbenin sayısı hakkında bilgi veren ilk kaynakların hemen tamamında sözkonusu bilgiler Ebû Zur‘a’nın bir sözüne atfen şekillenmektedir. Şöyle ki, Ebû Zur‘a’ya hadislerin sayısı konusunda bir soru yöneltildiğinde o, “Kim bunu zapt edebilir? Allah Resûlu ile birlikte vedâ haccına kırk bin, Tebuk Seferi’ne yetmiş bin şahâbî katılmıştı” cevabını vermiştir. Ebû Zur’a ile aynı kanaati paylaşan günümüz ilim adamlarından Muhammed Hamîdullah da düşüncesini şöyle ifade etmektedir: “Klasik bir hadis mütehassısı Hz. Peygamber’in şahâbîlerinin sayısının yüz bini aştığını söylemektedir ki bunların her birinin sonraki nesillere en az bir hadis nakletmiş olabileceğini düşünebiliriz? Bu düşünce tarzında mübalağa olmaz, zira bilindiği gibi Hz. Peygamber veda haccı esnasında Arafat’ta yüz on dört bin Müslümana hitap edebilme fırsatını bulmuştu.”
Gerek Ebû Zur‘a’nın gerekse Hamîdullah’ın yaklaşımlarının ilmi açıdan tutarlı olduğu söylenemez. varsayımlardan hareket ederek şahâbenin tamamını hadis râvisi kabul etmek ve her şahâbînin hadis rivayet etmiş olacağını düşünmek izahı güç bir durumdur; zira bir ihtisas işi olduğu gibi, hadis rivayeti de başlı başına bir ihtisas alanıdır. Nitekim İbn Abdülber’in de ifade ettiği gibi şahâbenin hepsi aynı seviyede hadis bilgisine sahip değildir. Birinin bildiği hadisleri diğerinin bilmemesi gayet tabiîdir. Bu bakımdan şahâbe nesli de dahil hadislerin tamamını ihata etmek mümkün değildir. Zira bu hadisler ancak kitaplarda toplandıktan sonra mümkün olabilir. Bu sebeple kendilerinden bize hadis rivayet edilen şahâbîlerin sayısı, toplam şahâbe sayısının çok çok altındadır. Nitekim Bakî b. Mahled’in (o. 276/889) Müsned’inde hadisleri bulunan sahabîlerin isimlerini ve rivayet ettikleri hadis sayılarını bir cüzde toplayan İbn Hazm’in (o. 456/1063) Kitâbu’l-‘A’dâd isimli risalesinde bizim tesbitimize göre 1.002 şahâbî adı geçmektedir.
Diğer taraftan İbn Hibbân el-Büstî (o. 354/965) kendilerinden rivayette bulunulan şahâbîler için kaleme aldığı “Târîhu’s-şahâbe ellezîne rüviye anhümü’l-ahbâr” isimli eserinde sadece 1.608 şahâbînin biyografisini incelemektedir. Ayrıca Hakim en-Nîsâbûrî (o. 405/1014) hadis rivayet etmiş olan şahâbîlerin sayısının dört bin olduğunu söylemekte, Zehebî işe bu sayının bin beş yüz kadar olduğunu, iki bini asla geçemeyeceğini savunmaktadır. Kutub-i Sitte hadislerini, Tuhfetu’l-esrâf bi ma’rifeti’l-etrâf adıyla şahâbî râvilerine göre yeniden derleyen Mizzî (o. 742/1341), sözkonusu eserinde toplam 1.391 şahâbîden hadis nakletmektedir.
Bu bilgiler ışığında kendilerinden bize hadis ulaşan râvi şahâbîlerin sayısının toplam şahâbe sayısına nispetle yüzde bir oranında olduğu görülmektedir. Ayrıca râvi şahâbîler içerisinde kendilerinden çok hadis rivayet edilmiş olan kişilerin oranı da yine aynı şekilde yaklaşık olarak yüzde bir civarındadır. Çünkü kendilerinden binden fazla hadis rivayet edilen şahâbî sayısı sadece yedi kişidir. Bilindiği gibi sözkonusu şahâbîlere müksirûn, binden az hadis rivayet edilen şahâbîler için ise mükillûn terimi kullanılmaktadır.
Diğer taraftan şahâbîlerin hadis sayıları verilirken Bakî b. Mahled’in Müsned’indeki hadis sayılarına göre bir takım gruplar yapılmış ve bunun neticesinde çeşitli terimler ortaya çıkmıştır. Tespitlerimize göre ilk olarak İbn Hazm tarafından kullanılan ashâbu’l-ülûf”, ashâbu’l-elf, ashâbu’l-miîn, ashâbu’l-aserât, ashâbu’t-tis‘ate aser gibi terimleri, İbnu’l-Cevzî (o.597/1201) de aynı şekilde kitabında zikretmiştir.
Buna göre Bakî b. Mahled’in Müsned’inde kendilerinden hadis nakledilen şahâbîlerden, binden fazla hadis rivayet edilenler sadece yedi, yüz ile bin hadis arasında rivayet edilenler otuz, on ile yuaz hadis arasında rivayet edilenler yüz elli yedi, iki ile ön hadis arasında rivayet edilenler iki yüz kırk iki, kendilerinden ikişer hadis rivayet edilenler ise yüz on beş kişidir. Geriye kalan dört yüz elli bir kişi de “Ashabu’l-vâhid” denilen kendilerinden birer hadis rivayet edilen sahabîlerdir.
Dolayısıyla Baki b. Mahled’in Müsned’inde hadisleri yer alan sahabîlerin yarıya yakınından birer ya da ikişer hadis rivayet edildiği, hadislerin büyük bir kısmının ise geriye kalan çok az sayıdaki şahâbîden geldiği anlaşılmaktadır. Genel olarak müksirûn ve mükillûn adı verilken sözkonusu ravilerden müksirûn ve hadis sayıları ayrı bir makalede ele alındığından burada mükillûn ve hadis sayıları üzerinde durulacaktır.

A.MÜKİLLÛN
Hadis rivayeti ile meşhur olan şahâbî şüphesiz sâdece “müksirûn”u oluşturan Ebû Hüreyre, Hz. Aişe, Enes b. Mâlik, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Câbir b. Abdillah ve Ebû Saîd el-Hudrî’den ibaret değildir. Bu yedi kişi kadar olmasa da, “mükillûn” içerisinde yer alan Abdullah b. Amr, Abdullah b. Mes’ûd, Ömer b. Hattâb, Ali b. Ebû Tâlib, Ummu Seleme, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, Berâ' b. Âzib gibi şahâbîlerden de bize pek çok hadis nakledilmiştir. İlk dört halife ve cennetle müjdelenen diğer şahâbîler “mükillûn” içersinde yer almaktadırlar. Bunlardan Ömer b. el-Hattab 537, Ali b. Ebû Talib 536, Osman b. Affan 146, Hz. Ebû Bekir 142, Abdurrahman b. Avf 65, Saîd b. Zeyd 48, Zubeyr b. Avvam 38, Talha b. Ubeydullah 38 hadisi rivayet edilen zevattır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu rakamlar bu şahısların Bakî b. Mahled’in Müsned’inde yer aldığı bildirilen hadislerinin sayısı olup tekrar içermektedir.
“Mükillûn” arasından birinci sırayı 848 hadis ile Abdullah b Mesud, ikinci sırayı da 700 hadisle Abdullah b Amr almıştır. Yine “mükillûn” içerisinde yer alan ve “ashâbu’l-mie” (yüz hadis rivayet edilenler) arasına dâhil edilen şahâbîlerden Muâz b. Cebel’den 157, Ebû Eyyûb el-Ensârî’den ise 155 hadis rivayet edilmiştir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, şahâbenin bir çoğundan ise bize hiç bir hadis intikal etmemiştir. İbn Hazm’in, Baki b. Mahled’in Müsned’ini esas alarak yaptığı sıralamada kendilerinden on’dan fazla hadis rivayet edilen “mükillûn” sırasıyla şunlardır:
Sıra No Sahabe Adı Hadis Sayısı
1. Abdullah b. Mesud 848
2. Abdullah b. Amr b. el-Aş 700
3. Ali b. Ebû Tâlib 586
4. Ömer b. el-Hattâb 537
5. Ummu Seleme 378
6. Ebû Mûsâ el-Eş’arî 360
7. Berâ’ b. Âzib 305
8. Ebu Zerr el-Gifarî 281
9. Sa’d b. Ebû Vakkas 271
10. Ebu Umâme el-Bahili 250
11. Hüzeyse b. el.Yeman 250
12. Sehl b. Sa’d 188
13. Ubâde b. eş-Sâmit 181
14. İmrân b. Huşayn 180
15. Ebu’d-Derdâ’ 179
16. Ebû Katâde 170
17. Bureyde b. el-Huşayb el-Eşlemî 167
Ubeyy b. Ka’b 164
Müâviye b. Ebû Sufyan 163
Müâz b. Cebel 157
Ebû Eyyûb el-Ensârî 155
Osman b. Affân 146
Câbir b. Şemura el-Ensârî 146
Ebû Bekir eş-Sıddîk 142
Mügire b. Şu’be 136
Ebû Bekre 132
Usâme b. Zeyd 132
Sevban, Mevlâ Rasûlillah (a.ş) 128
Şemura b. Cundeb 123
Numan b. Beşir 102
Cerir b. Abdullah 100
Abdullah b. Ebû Evfa 95
Zeyd b. Sabit 92
Zeyd b. Hâlid 81
Esma bint Yezîd b. eş-Seken 81
Seleme b. Ekva‘ 77
Meymûne Ummu’l-mu’minîn 76
Vâil b. Hücr 71
Zeyd b. Erkam el-Ensarî 70
Ka’b b. Mâlik 70
Rafı‘ b. Hadîc 78
Ebu Rafı, Mevlâ Rasûlillah (a.ş) 68
Avf b. Malik 67
Adıy b. Hâtim 66
Ummu Habîbe Ummu’l-mu’minîn 65
Abdurrahman b. Avf 65
Ammâr b. Yâsır 62
Amr b. Avf 62
Selmân el-Fârisî 60
Hafsa Ummu’l-mu’minîn 60
Esmâ bint Ebu Bekir eş-Sıddîk 58
Vaşile b. Eska‘ 56
Ukbe b. Amir el-Cüheni 55
Seddad b. Evs 50
Fudale b. Ubeyd 50
Abdullah b. Büşr 50
Saîd b. Zeyd b. Nüfeyl 48
Abdullah b. Zeyd 48
Mikdâm Ebu Kerîme 48
Kab b. Ücre 47
Ummu Hâni bint Ebû Tâlib 46
Ebû Berze 46
Ebu Cüheyfe 45
Bilâl el-Müezzin 44
Cundub b. Abdullah b. Sufyân 43
Abdullah b. Mügaffel 43
Mikdâd 42
Müâviye b. Hayde 42
Sehl b. Hüneyf 40
Hakîm b. Hızâm 40
Ebu Sa’lebe el-Huşanı 40
Ummu Atiyye 40
Amr b. el-Aş 39
Hüzeyme b. Sabit Zu’s-şehadeteyn 38
ez-Zubeyr b. el-Avvâm 38
Talha b. Ubeydullah 38
Amr b. Abese 38
el-Abbas b. el-Abdulmuttalıp 35
Ma’kıl b. Yesar 34
Fâtime bint Kays 34
Abdullah b. Zubeyr 33
Habbab b. el-Eret 32
el-İrbâd b. Sâriye 31
Müâz b. Enes 30
İyad b. Himâr el-Mücâşii 30
Süheyb 31
Ummu’l-Fadl bint el-Hâris 30
Osmân b. Ebu’l-Aş eş-Sakafî 29
Ya’la b. Umeyye 28
Utbe b. Abd 28
Ebu Useyd eş-Saîdî 28
Abdullah b. Mâlik b. Buhayne 27
Ebu Mâlik el-Eş’arî 27
Ebu Humeyd eş-Saîdî 26
Yala b. Murre 26
Abdullah b. Cafer 25
Ebu Talha el-Ensari 25
Abdullah b. Selâm 25
Sehl b. Ebu Haşme 25
Ebu’l-Melîh el-Hüzelî 25
el-Fadl b. el-Abbas 24
Ebu Vâkid el-Leysî 24
Rufa‘a b. Râfi‘ 24
Abdullah b. Üneys 24
Evs b. Evs 24
eş-Şerid 24
Lakât b. Âmir 24
Ummu Kays bint Muhsan 24
mir b. Rebia 22
Kurre 22
eş-Sâib 22
Sa’d b. ‘Ubâde 21
er-Rubeyyi bint Muavvız b. Afra 21
Ebû Berze 20
Ebû Süreyh 20
Abdullah b. Cerad 20
Misver b. Mahreme 20
Amr b. Umeyye ed-Damrî 20
Safvân b. Assâl 20

Ashâbu’t-tis‘ate ‘asera
1. Sürâka b. Mâlik el-Cu’sum
2. Sebra b. Mabed el-Cüheni

Ashâbu’s-semâniyete ‘asera
1. Temim ed-Dârî
2. Hâlid b. el-Velîd
3. Amr b. Hüreys
4. İbn Havale el-Ezdi
5. Useyd b. Hüdayr
6. Fatima bint Rasûlîllah (a.ş)

Ashâbu’s-seb‘ate ‘asera
1. en-Nüvaş b. Sem’ân el-Kılabî
2. Abdullah b. Serciş
3. Abdullah b. el-Hâris el-Cez

Ashâbu’s-sittete asera
1. eş-Sa’b b. Cessâme
2. Kays b. Sa’d b. ‘Ubâde
3. Muhammed b. Mesleme

Ashâbu’l-hamsete asera
1. Mâlik b. el-Hüveyris el-Leysî
2. Ebû Lübâbe b. Abdülmunzir
3. Süleyman b. Sard
4. Havle bint Hakîm

Ashâbu’l-erba‘ate asera
1. Abdurrahman b. Sibl
2. Sâbit b. Dahhak
3. Talk b. Ali
4. Ebû Ubeyde el-Cerrâh
5. Şefine
6. Târik
7. eş-Sunâbihi
8. Abdurrahman b. Şemura
9. el-Hakem b. Ümeyr
10. Şefine, Mevla Rasûlillah (a.ş)
11. Ka’b b. Murra
12. Ummu Süleym bint Milhân

Ashâbu’s-selâsete asera
1. Ebû Leyla el-Ensarî
2. Muaviye b. el-Hakem
3. el-Hüseyin b. Ali b. Ebu Talib
4. Hüzeyfe b. el-Eşîd el-Gifârî
5. Selmân b. Âmir
6. ‘Ürve el-Bârikî
7. Safvân b. Umeyye b. Halef

Ashâbu’l-isnâ ‘asera
1. Ebu Basra el-Gifari
2. Abdurrahman b. Ebzî
3. Abdullah b. Ükeym
4. Amr b. Ebû Seleme
5. mir b. Rebia
6. Rebia b. Ka’b
7. Seleme b. Muhabbik el-Hüzeli
8. eş-Şifa bint Abdullah el-Adeviyye
9. Şubey‘a el-Eşlemiyye

Ashâbu’l-ehade ‘asera
1. Nubeyse
2. Ebu Kebse el-Enmarı
3. Amr b. el-Hamik
4. el-Mihleb et-Ta’i Ebu Kaysa
5. Vâbisa b. Ma’bed el-Esedî
6. Ebu’l-Yeşer
7. Zeynep bnt Cahs, Ummu’l-mu’minin
8. Duba‘a bint ez-Zubeyr b. Abdulmuttalıb
9. Büşre bnt Safvân

B. MÜKSİRÛN VE MÜKİLLÛN ARŞINDA MUKAYESE
Şahâbenin ileri gelenlerinden ve özellikle de Hz. Peygamber’in ehlinden olan Ebû Bekir, Zubeyr (o.36/656) Ebû Ubeyde (o.18/639) ve Abbas (o.32/652), kendilerinden az sayıda hadis rivayet edilen kimseler arasında zikredilebilir. Cennetle müjdelenmiş on kişiden biri olan Saîd b. Zeyd (o.51/671) gibi bazı şahâbîler ise neredeyse hiç rivayette bulunmamışlardır.
Bakî b. Mahled’in Müsned’ini esas alarak şahâbeden rivayet edilen hadis sayıları konusunda bir değerlendirme yapıldığı zaman, ilk dört halifeden gelen hadis sayısının, Ebû Hüreyre’den gelen hadis sayısına oranı, tıpkı “müksirûn”un diğer râviler karşısındaki oranında olduğu gibi % 27’dir. Kısaca bu dört halifenin tamamından gelen hadislerin sayısı, Ebû Hüreyre’nin hadislerinin sayısının ancak dörtte biri kadardır.
Şahâbenin hadis rivayetindeki bu farklı durumları sebebiyle hadis rivayeti konusunda özellikle günümüzde bir takım eleştiriler gündeme gelmektedir. Şöyleki; Hz. Peygamber’in ilk dört halifesinin ve cennetle müjdelenmiş şahâbîlerin rivayetlerinin, özellikle kendilerinden çok sonra müslüman olmuş ve Hz. Peygamber ile son üç ya da dört sene kadar kısa bir süre beraber bulunabilmiş olan Ebû Hüreyre’ye nispetle az olması ve yine Hz. Peygamber zamanında çocuk denecek yaşta küçük olan bazı şahâbîlerin rivayetlerinin, yaşlı şahâbîlerden fazla olması birtakım tenkitlere yol açmaktadır. Ayrıca Abdullah b. Amr daha fazla hadis bilmesine rağmen, Ebû Hüreyre’nin rivayetlerinin ondan daha çok olması da, bu konuya kuşkuyla yaklaşanların gerekçelerini oluşturmaktadır. Halbuki aşağıda da görüleceği gibi, bazı şahâbîlerden çok, bazılarından ise az hadis rivayet edilmiş olmasının birtakım sebepleri vardır.

1. “Müksirûn”dan Çok Hadis Rivayet Edilmesinin Sebepleri
“Müksirûn” içerisinde yer alan şahâbîlerin vefat tarihleri incelendiğinde hemen hemen tamamının Hz. Peygamber’den sonra yaklaşık yarım asır daha yaşamış oldukları müşahade edilmektedir; Hz. Âişe 58/678, Ebû Hüreyre 58/678, Ebû Sa‘îd el- Hudrî 64/683, Abdullah b. Abbas 68/687), Abdullah b. Ömer 73/692, Câbir b. Abdullah 74/693 ve Enes b. Mâlik 93/711 tarihlerinde vefat etmişlerdir. Görüldüğü gibi bu şahâbîler Hz. Peygamber zamanında genç yaşta oldukları için onun vefatından sonra da uzun müddet hayatta kalmış ve bir kaç kuşak sonraki nesille görüşme imkâni bulabilmişlerdir. Ayrıca fetihler sebebiyle genişleyen İşlâm coğrafyasında ortaya çıkan yeni problemlere çözüm bulabilmek için de bu şahâbîlerin bilgisine başvurulmuştur.
Müksirûn olarak nitelenen bu şahâbîler kendilerini ilim yoluna adamışlardır. Diğer şahâbîlerin pek çoğu ibadet, cihad, ticaret ve yöneticilik vs. ile uğraşırken, “müksirûn” olarak nitelenen şahâbîler, Hz. Peygamber hayatta iken ilim öğrenmeye yönelmişler, onun vefatından sonra da öğrendiklerini yaymak için çaba sarfetmişlerdir. Nitekim gecesini üçe taksim ederek birini uykuya, birini ibadete ve birini de Hz. Peygamber’in hadislerini ezberlemeye ayıran Ebû Hüreyre, kendisini çok hadis rivayet etmekle itham edenlere karşı şu cevabı vermektedir: “Siz niçin Ebû Hüreyre, Muhacir ve Ensar’dan farklı olarak Resûlullah’tan çok hadis rivayet ediyor diyorsunuz. Muhacir kardeşlerim pazarda alış veriş yaparlarken, Ensar’dan olan kardeşlerim ise ziraatle meşgul olurlarken ben karın tokluğuna Resûlullah’ın yanından ayrılmıyor, onun hadislerini ezberliyordum. Ehl-i Suffe arasında ikamet eden yoksul bir kimse idim. Onlar bulunmazken ben dâima Resûlullah’ın yanında bulunuyor, onlar unuturlarken ben onun hadislerini ezberleyip duruyordum.”
Diğer taraftan Ebû Hüreyre’nin öğrendiği ve duyduğu hadisleri başkalarına öğretmek amacıyla Cuma günleri imam mescide girinceye kadar, etrafına halka kurup oturan insanlara hadis dersi yaptığı da bilinmektedir. Ayrıca Abdullah b. Abbas’ın çok kalabalık talebe gruplarına hadis dersleri verdiği, tâbiûnun ileri gelenlerinden pek çok muhaddisin kendisinden hadis aldığı ve yine “mükşirun”dan olan Câbir b. Abdullah’ın da Mescid’de hadis dersi yaptığı bildirilmektedir.
Diğer sahabilerle karşılaştırıldığında kendilerinden çok hadis rivayet edilmiş olan bu şahâbîler, dikkat edilirse Hz. Peygamber’in çok yakınında olan kimselerdir. Bu şahıslar devamlı onunla birlikte olma imkânina sahiptirler; Ebû Hüreyre “suffe” ashabındandır. Hz. Hz. Âişe Peygamber’in hanımıdır. İbn Abbas yeğenidir. Enes ve Câbir sürekli Resûl-i ekremin hizmetinde bulunmuşlardır. İbn Ömer onun kayınbiraderidir; evine rahatça gidip gelme imkânina sahiptir. Dolayısıyla bu şahâbîlerin, diğerlerine göre, Hz. Peygamber’in değişik söz ve hallerine çok daha fazla muttalı öduklarını söylemek mümkündür. Nitekim “Aşere-i mübessere”den Talha b. Ubeydullah, Ebû Hüreyre’nin Hz. Peygamber’in meclisine devam konusundaki gayretini takdirle karşılamış; kendilerinin işle meşguliyetlerinden Hz. Peygamber’in yanına ancak sabah akşam gelebildiklerini, oysa Ebû Hüreyre’nin her zaman onunla beraber bulunduğunu, kendilerinin duymadığı sözleri onun işitmiş olmasının yadırganmaması gerektiğini belirtmektedir.
Hz. Peygamber zamanında yaşları genç olan bu şahâbîler ondan duymadıkları hadisleri başka yaşlı şahâbîlerden de almışlardır: Özellikle Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer ve Enes b. Mâlik’in, yaşlı sahabîlerden hadis aldıkları bilinmektedir.
“Miksirûn” arasında yer alan şahâbîler, Hz. Peygamber zamanında genç yaşta olduklarından, yaşlı şahâbîlere nisbetle hafızları daha güçlü idi. Yaş durumunun öğrenmedeki ve özellikle de ezberlemedeki rolü düşünüldüğü taktirde, Hz. Peygamber zamanında genç olan şahâbîlerin, diğerlerine göre daha şanslı oldukları anlaşılacaktır. Ayrıca Ebû Hüreyre ve İbn Abbas gibi bazı şahâbîlerin, öğrendiklerini unutmamak için Hz. Peygamber’den dua almış olmaları da. fevkalade önemlidir.
Bu şahâbîlerden bir kısmı sonradan da olsa hadisleri yazmışlardır. Nitekim İbn Abbas’ın da hadisleri yazdığı haber verilmektedir. Bunun yanısıra bu kişiler, devlet memurluğu, yöneticilik gibi, ilme mâni olacak idarî işlere fazlaca yönelmemişler, aksine mesailerinin büyük bir kısmını ilme ayırmışlardır.
“Mükşirun” arasında yer alan şahâbîler, dikkat edilirse Hz. Peygamber’den sonra da genellikle Medine’de ikamet etmişlerdir. En çok hadis rivayet eden yedi kişiden Ebû Hüreyre, Hz. Âişe, Abdullah b. Ömer ve Ebû Sa‘îd el- Hudrî Medine’de yaşamışlardır. Medine ise devletin merkezi olmakla birlikte aynı zamanda bir ilim yuvasıdır. Kaldı ki, hac ve ticaret için Mekke’ye gidenlerin uğrak noktası olduğundan, pek çok muhaddis, şahâbenin ileri gelenleri ile görüşme fırsatı bulabilmiştir. Kısaca Medine’de bulunan şahâbîlerin, diğer şehirlere yerleşmiş şahâbîlere göre ilmi neşretme bakımından daha bir ayrıcalıklı konumda oldukları aşikardır.
Yukarıda zikredilen sebeplere ilave olarak, kendilerinden sonra tabiun arasından aldıkları ilmi neşredecek büyük âlimler yetişmiş olması da, bu sahabilerin hadislerinin daha çok yayılmasına zemin hazırlamıştır. Meselâ Ebû Hüreyre, tâbiûnun ileri gelenlerinden Saîd b. el-Müseyyeb gibi bir öğrenciye sahiptir. Saîd b. el-Müseyyeb aynı zamanda Ebû Hüreyre’nin damadıdır. Ebû Hüreyre’nin hadislerinin büyük bir kısmı, daha sonraki kuşaklara onun aracılığı ile aktarılmıştır.

2. “Mükillûn”dan Az Hadis Rivayet Edilmiş Olmasının Sebepleri
Bâzı şahâbîlerin Hz. Peygamber’den hadis rivayetlerinin az oluşunun bir çok sebebî vardır; “kişi’ye her duyduğunu nakletmesi yalan olarak yeter.” hadisi ve bu manada diğer hadisler, şahâbenin bir çoklarının hadis rivayeti hususunda tereddütlerini artırmıştır. “Mükşirun”dan olmasına rağmen Enes b. Mâlik hadis rivayet etmekten korkardı. O bu konudaki endişesini şöyle ıfâde etmektedir: “Eğer hatâ yapmaktan korkmasaydım Rasûlullah’tan (sallallahü aleyhi ve sellem) duyduğum şeyleri size rivayet ederdim.” Aynı yaklaşım yüzünden şahâbeden bir çok kimse Hz. Peygamber’den bir hadis rivayet ettiklerinde, kendi rivayetlerinde kullandıkları kelimelerin Hz. Peygamber’in telaffuz ettiği lafızların aynısı olmadığını vurgulamak için hadisin sonunda “...ev kemâ kaale” (yahut buna benzer söyledi) gibi terimleri kullanmışlardır.
Diğer taraftan bir kısım şahâbî de unutkanlık gibi illetlerden dolayı Hz. Peygamber’den yanlış, eksik ya da fazla sözlerle hadis nakletmenin vebâlini düşünerek hadis rivayetinden kaçınmışlardır. Zeyd b. Erkam (o.66/685) kendisinden hadis rivayet etmesini isteyenlere şu cevabı vermiştir: “Biz artık yaşlandık ve unuttuk. Resûlullah’tan (sallallahü aleyhi ve sellem) hadis rivayet etmek ise zor bir iştir” Özellikle hadislerin Hz. Peygamber’den ısıtıldığı gibi harfi harfine lafzan rivayet edilmesinin gerekli olduğuna inananlar son derece az hadis rivayet etmişlerdir.
Bazı şahâbîlerin, halifelik, valilik, kadılık ve vergi memurluğu gibi devlet işleri ile uğraşmaktan ilme yeterince vakit ayıramadıkları bir gerçektir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra halife seçilen Hz. Ebû Bekir (o.13/634) yaklaşık iki yıl hilafet makamında kalmış, bu süre zarfında yalancı peygamberlerle, mürtedlerle, yeni fetihlerle uğraşmaktan hadis rivayetine vakit bulamamıştır. Hz. Ömer de (o.23/643) on yıl süren halifelik devrinde, devletin işlerinden, hadis rivayetine zaman ayıramamıştır. Hz. Osman (o.35/655) ve Hz. Ali’nin (o.40/660) hilafet yıllarında ortaya çıkan fitneler ve diğer devlet işleri, bu iki şahâbînin de hadis nakli ile meşgul olmalarına fırsat vermemiştir.
Şahâbeden bir kısmı Hz. Peygamber’in meclisine çok fazla devam etme imkâni bulamamıştır. Bakî b. Mahled’in Müsned’inde kendisinden 38 hadis rivayet edilmiş olan Talha b. Ubeydullah, Ebu Hüreyre’nin, Hz. Peygamber’in meclislerine devam ettiğini, kendilerinin ise yoğun işleri sebebiyle Hz. Peygamber’in meclislerine çok fazla katılamadıklarını itiraf etmiştir.
Şahâbenin ileri gelenlerinden pek çoğu Hz. Peygamber’den sonra fazla yaşamamışlardır. Dolayısıyla kendilerine hadis sorma ihtiyacı hasıl olmadan önce vefat etmişlerdir; Hz. Peygamber’in kızı Fâtima validemiz (o.11/632), babasından altı ay gibi kısa bir süre sonra vefat etmiştir. Pek çok şahâbî de savaşlar sebebiyle erken devirde yaşamlarını yitirmişlerdir. Yine Peygamber’in en yakın arkadaşı ve kayınpederi olan Hz. Ebû Bekir (o.13/634), kendisinden bir buçuk sene sonra vefat etmiştir. Bu yüzden Hz. Ebû Bekir’in rivayetleri, kendisinden sonra on sene kadar yaşayan Hz. Ömer’e (o.23/643) gore daha azdır. “Aşere-i mübessere”ye mensup şahâbîlerin vefatları ise, “müksirûn”a dâhil olan yedi şahâbîye göre çok daha erken tarihlerde vuku bulmuştur.
Siyasî olaylara karışan şahâbîlerden hadis rivayet etmekten kaçınılmıştır. Çeşitli siyasî fırkaların ortaya çıkmasıyla birlikte uydurma rivayetler çoğalmış ve münafıkların, bu rivayetler arasına şüpheli sözler sokuşturmalarından kaygı duyulmuştur. Bu tür endişeler bazı şahâbîlerin az hadis rivayet etmesinde etkin rol oynamıştır.
Bir kısım şahâbî eğitim ve öğretim işi ile hiç uğraşmamışlardır. Hatta okumayı ve yazı yazmayı bilmeyenlerin oranı, bilenlere nisbetle hiç de az değildir. Tabiatıyla hadis rivayeti gibi önemli ve zor bir işi pek çok şahâbî yerine getirememiştir.
Bazı şahâbîlerin rivayet ettikleri hadislerin bir kısmı, çeşitli sebepler yüzünden tasnif döneminde kitaplara kaydedilmemiştir. Nitekim Ebû Ubeyde b. Cerrâh’in hadisleri zayıf kimselerce nakledildiği için, Buhârî ve Müslim’in sahihlerinde yer almamıştır.
Hz. Peygamber’den bin tane mesel ezberlediğini ve ondan duyduğu her şeyi eş-Şahîfetu’s-sâdika adını verdiği kitaba yazdığını söyleyen Abdullah b. Amr, Ebû Hüreyre’nin de haber verdiği gibi şahâbe içerisinde Hz. Peygamber’den en fazla hadis yazan kimsedir. Ancak buna rağmen ondan “müksirûn”a göre daha az hadis rivayet edilmiştir. Şüphesiz bunun bazı sebepleri vardır: Abdullah b. Amr’ın Medine’de değil de Mısır’da ikamet etmesi, devlet işleriyle de uğraşması ve kendisini ilimden daha çok ibadet hayatına adamış olması yanında ehl-i kitaptan nakillerde bulunması, kendisinden az hadis rivayet edilmesinin belki de en önemli sebepleri arasında zikredilebilir. Zira Süryanice bilen Abdullah b. Amr’ın, Yermuk Harbi’nde eskilere ait iki deve yükü kitap elde ettiği bilinmektedir.
Yukarıda zikredilien hususların yanısıra bir çok şahâbî Kuran ihmal edilir endişesi ile ilk zamanlar hadis rivayet etmekten ve hadisle uğraşmaktan kaçınmışlardır. Bundan dolayı bildikleri hadisler vefatları ile beraber unutulmuştur. Dolayısıyla bu ve benzeri sebepler yüzünden şahâbenin hadis rivayetindeki durumları birbirinden farklı olmuştur.

b) Mükillûn
Şahâbîler kendilerinden rivayet edilen hadis sayısı bakımından genel olarak iki grupta mütalea edilmişlerdir. Binden fazla hadisi bulunanlar “müksirûn” binden az hadisi bulunanlar ise “mükillûn” olarak isimlendirilmişlerdir. Bakî b. Mahled’in Müsned’i esas alınmaktadır. Hadis rivayeti ile meşhur olan şahâbî şüphesiz sâdece 7 kişi değildir. Bu yedi kişi kadar olmasa da, Abdullah b. Amr, Abdullah b. Mes’ûd, Ömer b. Hattâb, Ali b. Ebû Tâlib, Ummu Seleme, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, Berâ' b. Âzib gibi şahâbîlerden de bize pek çok hadis nakledilmiştir. İlk dört halife ve cennetle müjdelenen diğer şahâbîler “mükillûn” içersinde yer almaktadırlar. Bunlardan Ömer b. el-Hattab 537, Ali b. Ebû Talib 536, Osman b. Affan 146, Hz. Ebû Bekir 142, Abdurrahman b. Avf 65, Saîd b. Zeyd 48, Zubeyr b. Avvam 38, Talha b. Ubeydullah 38 hadisi rivayet edilen zevattır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu rakamlar bu şahısların Bakî b. Mahled’in Müsned’inde yer aldığı bildirilen hadislerinin sayısı olup tekrar içermektedir.
“Mükillûn” arasından birinci sırayı 848 hadis ile Abdullah b Mesud, ikinci sırayı da 700 hadisle Abdullah b Amr almıştır. Yine “mükillûn” içerisinde yer alan ve “ashâbu’l-mie” (yüz hadis rivayet edilenler) arasına dâhil edilen şahâbîlerden Muâz b. Cebel’den 157, Ebû Eyyûb el-Ensârî’den ise 155 hadis rivayet edilmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, şahâbenin bir çoğundan ise bize hiç bir hadis intikal etmemiştir.

2. Farklı Sayıda Hadis Rivayetinin Sebepleri
Şahâbenin büyük bir kısmı Hz. Peygamber’den az hadis rivayet etmişlerdir. Şahâbenin ileri gelenlerinden ve özellikle de Hz. Peygamber’in ehlinden olan Ebû Bekir, Zubeyr (o.36/656) Ebû Ubeyde (o.18/639) ve Abbas (o.32/652), kendilerinden az sayıda hadis rivayet edilen kimseler arasında zikredilebilir. Cennetle müjdelenmiş on kişiden biri olan Saîd b. Zeyd (o.51/671) gibi bazı şahâbîler ise neredeyse hiç rivayette bulunmamışlardır.
Bakî b. Mahled’in Müsned’ini esas alarak şahâbeden rivayet edilen hadis sayıları konusunda bir değerlendirme yapıldığı zaman, ilk dört halifeden gelen hadis sayısının, Ebû Hüreyre’den gelen hadis sayısına oranı, tıpkı “müksirûn”un diğer râviler karşısındaki oranında olduğu gibi % 27’dir. Kısaca bu dört halifenin tamamından gelen hadislerin sayısı, Ebû Hüreyre’nin hadislerinin sayısının ancak dörtte biri kadardır.
İşte şahâbenin hadis rivayetindeki bu farklı durumları sebebiyle hadis rivayeti konusunda özellikle günümüzde bir takım eleştiriler gündeme gelmektedir. Şöyleki; Hz. Peygamber’in ilk dört halifesinin ve cennetle müjdelenmiş şahâbîlerin rivayetlerinin, özellikle kendilerinden çok sonra müslüman olmuş ve Hz. Peygamber ile son üç ya da dört sene kadar kısa bir süre beraber bulunabilmiş olan Ebû Hüreyre’ye nisbetle az olması ve yine Hz. Peygamber zamanında çocuk denecek yaşta küçük olan bazı şahâbîlerin rivayetlerinin, yaşlı şahâbîlerden fazla olması hadis rivayetini tenkit sebebi olarak ileri sürülmektedir. gore fazladır. Ayrıca Abdullah b. Amr ‘in kendisinden daha fazla hadis bildiği halde Ebû Hüreyre’nin rivayetlerinin daha çok olması da, onun rivayetlerine kuşkuyla yaklaşanların gerekçesini oluşturmuştur. Geçmişte mütezilenin özellikle “mükşirun” olarak bilinen şahâbîler hakkındaki bu tür eleştirileri, son dönemde gerek batılı şarkiyatçılar, gerekse modernistler tarafından benimsenerek günümüze de taşınmıştır. Halbuki bazı şahâbîlerin çok, bazılarının ise az hadis rivayet etmelerinin muhtelif sebepleri vardır:

a) “Müksirûn”dan Çok Hadis Rivayet Edilmesinin Sebepleri
“Müksirûn” içerisinde yer alan şahâbîlerin vefat tarihleri incelendiğinde hemen hemen tamamının Hz. Peygamber’den sonra yaklaşık yarım asır daha yaşamış oldukları müşahade edilmektedir; Hz. Âişe 58/678, Ebû Hüreyre 58/678, Ebû Sa‘îd el- Hudrî 64/683, Abdullah b. Abbas 68/687), Abdullah b. Ömer 73/692, Câbir b. Abdullah 74/693 ve Enes b. Mâlik 93/711 tarihlerinde vefat etmişlerdir. Görüldüğü gibi bu şahâbîler Hz. Peygamber zamanında genç yaşta oldukları için onun vefatından sonra da uzun müddet hayatta kalmış ve bir kaç kuşak sonraki nesille görüşme imkâni bulabilmişlerdir. Ayrıca fetihler sebebiyle genişleyen İşlâm coğrafyasında ortaya çıkan yeni problemlere çözüm bulabilmek için de bu şahâbîlerin bilgisine başvurulmuştur.
Bu şahâbîler kendilerini ilim yoluna hasretmişlerdir. Diğer şahâbîlerin pek çoğu ibadet, cihad, ticaret ve yöneticilik vs. ile uğraşırken, “müksirûn” olarak nitelenen şahâbîler, Hz. Peygamber hayatta iken ilim öğrenmeye yönelmişler, onun vefatından sonra da öğrendiklerini yaymak için çaba sarfetmişlerdir. Nitekim vakitlerini üçe taksim ederek birini uykuya, birini ibadete ve birini de Hz. Peygamber’in hadislerini ezberlemeye ayıran Ebû Hüreyre, kendisini çok hadis rivayet etmekle itham edenlere karşı şu cevabı vermektedir: “Siz niçin Ebû Hüreyre, Muhacir ve Ensar’dan farklı olarak Resûlullah’tan çok hadis rivayet ediyor diyorsunuz. Muhacir kardeşlerim pazarda alış veriş yaparlarken, Ensar’dan olan kardeşlerim ise ziraatle meşgul olurlarken ben karın tokluğuna Resûlullah’ın yanından ayrılmıyor, onun hadislerini ezberliyordum. Ehl-i Suffe arasında ikamet eden yoksul bir kimse idim. Onlar bulunmazken ben dâima Resûlullah’ın yanında bulunuyor, onlar unuturlarken ben onun hadislerini ezberleyip duruyordum.”
Diğer taraftan Ebû Hüreyre’nin öğrendiği ve duyduğu hadisleri başkalarına öğretmek amacıyla Cuma günleri imam mescide girinceye kadar, etrafına halka kurup oturan insanlara hadis dersi yaptığı da bilinmektedir. Ayrıca Abdullah b. Abbas’ın çok kalabalık talebe gruplarına hadis dersleri verdiği, tâbiûnun ileri gelenlerinden pek çok muhaddisin kendisinden hadis aldığı ve yine “mükşirun”dan olan Câbir b. Abdullah’ın da Mescid’de hadis dersi yaptığı bildirilmektedir.
Kendilerinden çok hadis rivayet edilmiş olan bu şahâbîler, dikkat edilirse Hz. Peygamber’in çok yakınında olan kimselerdir. Bu şahıslar devamlı onunla birlikte olma imkânina sahiptirler; Ebû Hüreyre “suffe” ashabındandır. Hz. Hz. Âişe Peygamber’in hanımıdır. İbn Abbas yeğenidir. Enes ve Câbir sürekli Resûl-i ekremin hizmetinde bulunmuşlardır. İbn Ömer onun kayınbiraderidir; evine rahatça gidip gelme imkânina sahiptir. Dolayısıyla bu şahâbîlerin, diğerlerine göre, Hz. Peygamber’in değişik söz ve hallerine çok daha fazla muttalı öduklarını söylemek mümkündür. Nitekim “Aşere-i mübessere”den Talha b. Ubeydullah, Ebû Hüreyre’nin Hz. Peygamber’in meclisine devam konusundaki gayretini takdirle karşılamış; kendilerinin işle meşguliyetlerinden Hz. Peygamber’in yanına ancak sabah akşam gelebildiklerini, oysa Ebû Hüreyre’nin her zaman onunla beraber bulunduğunu, kendilerinin duymadığı sözleri onun işitmiş olmasının yadırganmaması gerektiğini belirtmektedir.
Hz. Peygamber zamanında yaşları genç olan bu şahâbîler ondan duymadıkları hadisleri başka yaşlı şahâbîlerden de almışlardır: Özellikle Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer ve Enes b. Mâlik’in, yaşlı sahabîlerden hadis aldıkları bilinmektedir.
“Miksirûn” arasında yer alan şahâbîler, Hz. Peygamber zamanında genç yaşta olduklarından, yaşlı şahâbîlere nisbetle hafızları daha güçlü idi. Yaş durumunun öğrenmedeki ve özellikle de ezberlemedeki rolü düşünüldüğü taktirde, Hz. Peygamber zamanında genç olan şahâbîlerin, diğerlerine göre daha şanslı olduklarını söylemek mümkündür.
Ebû Hüreyre ve İbn Abbas gibi bazı şahâbîler öğrendiklerini unutmamak için Hz. Peygamber’den dua almışlardır.
Devlet memurluğu, yöneticilik gibi, ilme mâni olacak idarî işlerle fazla meşgul olmamışlardır.
Bu şahâbîlerden bir kısmı sonradan da olsa hadisleri yazmışlardır. Nitekim İbn Abbas’ın da hadisleri yazdığı haber verilmektedir.
“Mükşirun” arasında yer alan şahâbîler, dikkat edilirse Hz. Peygamber’den sonra da genellikle Medine’de ikamet etmişlerdir. En çok hadis rivayet eden yedi kişiden Ebû Hüreyre, Hz. Âişe, Abdullah b. Ömer ve Ebû Sa‘îd el- Hudrî Medine’de yaşamışlardır. Medine ise devletin merkezi olmakla birlikte aynı zamanda bir ilim yuvasıdır. Kaldı ki, hac ve ticaret için Mekke’ye gidenlerin uğrak noktası olduğundan, pek çok muhaddis, şahâbenin ileri gelenleri ile görüşme fırsatı bulabilmiştir. Kısaca Medine’de bulunan şahâbîlerin, diğer şehirlere yerleşmiş şahâbîlere göre ilmi neşretme bakımından daha şanslı oldukları bir gerçektir.

Kendilerinden aldıkları ilmi neşredecek büyük âlimler yetişmiş olması da bu sahabilerin hadislerinin daha çok yayılmasına zemin hazırlamıştır. Meselâ Ebû Hüreyre, tâbiûnun ileri gelenlerinden Saîd b. el-Müseyyeb gibi bir öğrenciye sahiptir. Saîd b. el-Müseyyeb aynı zamanda Ebû Hüreyre’nin damadıdır. Ebû Hüreyre’nin hadislerinin büyük bir kısmı, daha sonraki kuşaklara onun vasıtası ile aktarılmıştır.

b) “Mükillûn”dan Az Hadis Rivayet Edilmiş Olmasının Sebepleri
Bâzı şahâbîlerin Hz. Peygamber’den hadis rivayetlerinin az oluşunun bir çok sebebî vardır; “kişi’ye her duyduğunu nakletmesi yalan olarak yeter.” hadisi ve bu manada diğer hadisler, şahâbenin bir çoklarının hadis rivayeti hususunda tereddütlerini artırmıştır. “Mükşirun”dan olmasına rağmen Enes b. Mâlik hadis rivayet etmekten korkardı. O bu konudaki endişesini şöyle ıfâde etmektedir: “Eğer hatâ yapmaktan korkmasaydım Rasûlullah’tan (sallallahü aleyhi ve sellem) duyduğum şeyleri size rivayet ederdim.” Aynı yaklaşım yüzünden şahâbeden bir çok kimse Hz. Peygamber’den bir hadis rivayet ettiklerinde, kendi rivayetlerinde kullandıkları kelimelerin Hz. Peygamber’in telaffuz ettiği lafızların aynısı olmadığını vurgulamak için hadisin sonunda “...ev kemâ kaale” (yahut buna benzer söyledi) gibi terimleri kullanmışlardır.
Bir kısım şahâbî de unutkanlık gibi illetlerden dolayı Hz. Peygamber’den yanlış, eksik ya da fazla sözlerle hadis nakletmenin vebâlini düşünerek hadis rivayetinden kaçınmışlardır. Zeyd b. Erkam (o.66/685) kendisinden hadis rivayet etmesini isteyenlere şu cevabı vermiştir: “Biz artık yaşlandık ve unuttuk. Resûlullah’tan (sallallahü aleyhi ve sellem) hadis rivayet etmek ise zor bir iştir” Özellikle hadislerin Hz. Peygamber’den ısıtıldığı gibi harfi harfine lafzan rivayet edilmesinin gerekli olduğuna inananlar son derece az hadis rivayet etmişlerdir.
Bazı şahâbîler, halifelik, valilik, kadılık ve vergi memurluğu gibi devlet işleri ile uğraşmaktan ilme fazla vakit ayıramamışlardır. Hz. Peygamber’in vefatından sonra halife seçilen Hz. Ebû Bekir (o.13/634) yaklaşık iki yıl hilafet makamında kalmış, bu süre zarfında yalancı peygamberlerle, mürtedlerle, yeni fetihlerle uğraşmaktan hadis rivayetine vakit bulamamıştır. Hz. Ömer de (o.23/643) on yıl süren halifelik devrinde, devletin işlerinden, hadis rivayetine zaman ayıramamıştır. Hz. Osman (o.35/655) ve Hz. Ali’nin (o.40/660) hilafet yıllarında ortaya çıkan fitneler ve diğer devlet işleri, bu iki şahâbînin de hadis nakli ile meşgul olmalarına fırsat vermemiştir.
Şahâbeden bir kısmı Hz. Peygamber’in meclisine çok fazla devam etme imkâni bulamamıştır. Bakî b. Mahled’in Müsned’inde kendisinden 38 hadis rivayet edilmiş olan Talha b. Ubeydullah, Ebu Hüreyre’nin, Hz. Peygamber’in meclislerine devam ettiğini, kendilerinin ise yoğun işleri sebebiyle Hz. Peygamber’in meclislerine çok fazla katılamadıklarını itiraf etmiştir.
Şahâbenin ileri gelenlerinden pek çoğu Hz. Peygamber’den sonra fazla yaşamamışlardır. Dolayısıyla kendilerine hadis sorma ihtiyacı hasıl olmadan önce vefat etmişlerdir; Hz. Peygamber’in kızı Fâtima validemiz (o.11/632), babasından altı ay gibi kısa bir süre sonra vefat etmiştir. Pek çok şahâbî de savaşlar sebebiyle erken devirde yaşamlarını yitirmişlerdir. Yine Peygamber’in en yakın arkadaşı ve kayınpederi olan Hz. Ebû Bekir (o.13/634), kendisinden bir buçuk sene sonra vefat etmiştir. Bu yüzden Hz. Ebû Bekir’in rivayetleri, kendisinden sonra on sene kadar yaşayan Hz. Ömer’e (o.23/643) gore daha azdır. “Aşere-i mübessere”ye mensup şahâbîlerin vefatları ise, “müksirûn”a dâhil olan yedi şahâbîye göre çok daha erken tarihlerde olmuştur.
Siyasî olaylara karışan şahâbîlerden hadis rivayet etmekten kaçınılmıştır. Çeşitli siyasî fırkaların ortaya çıkmasıyla birlikte uydurma rivayetler çoğalmış ve münafıkların, bu rivayetler arasına şüpheli sözler sokuşturmalarından kaygı duyulmuştur. Bu tür endişeler bazı şahâbîlerin az hadis rivayet etmesinde etkin rol oynamıştır.
Bir kısım şahâbî eğitim ve öğretim işi ile hiç uğraşmamışlardır. Hatta okumayı ve yazı yazmayı bilmeyenlerin oranı, bilenlere nisbetle hiç de az değildir. Tabiatıyla hadis rivayeti gibi önemli ve zor bir işi pek çok şahâbî yerine getirememiştir.
Bazı şahâbîlerin rivayet ettikleri hadislerin bir kısmı, çeşitli sebepler yüzünden tasnif döneminde kitaplara kaydedilmemiştir. Nitekim Ebû Ubeyde b. Cerrâh’in hadisleri zayıf kimselerce nakledildiği için, Buhârî ve Müslim’in sahihlerinde yer almamıştır.
Hz. Peygamber’den bin tane mesel ezberlediğini ve ondan duyduğu her şeyi eş-Şahîfetu’s-sâdika adını verdiği kitaba yazdığını söyleyen Abdullah b. Amr, Ebû Hüreyre’nin de haber verdiği gibi şahâbe içerisinde Hz. Peygamber’den en fazla hadis yazan kimsedir. Ancak buna rağmen ondan “müksirûn”a göre daha az hadis rivayet edilmiştir. Şüphesiz bunun bazı sebepleri vardır: Abdullah b. Amr’ın Medine’de değil de Mısır’da ikamet etmesi, devlet işleriyle de uğraşması ve kendisini ilimden daha çok ibadet hayatına adamış olması yanında ehl-i kitaptan nakillerde bulunması, kendisinden az hadis rivayet edilmesinin belki de en önemli sebepleri arasında zikredilebilir. Çünkü Süryanice bilen Abdullah b. Amr, Yermuk Harbi’nde eskilere ait iki deve yükü kitap elde etmişti.
Bir çok şahâbî Kur’an ihmal edilir endişesi ile ilk zamanlar hadis rivayet etmekten ve hadisle uğraşmaktan kaçınmışlardır. Bundan dolayı bildikleri hadisler vefatları ile beraber unutulmuştur. Dolayısıyla bu ve benzeri sebepler yüzünden şahâbenin hadis rivayetindeki durumları birbirinden farklı olmuştur.

Ebû Hanîfe’nin Hadisçiliği
Öte yandan bu dönemin sonunda vefat etmiş olan Ebû Hanîfe Numan b. Sâbit’in (o.150/767) hadisleri kabul hususunda müteşeddid olduğu bilinmekle beraber, onun bildiği ve rivayet ettiği hadis sayıları konusunda muhtelif fikirler ileri sürülmüş ve çeşitli tartışmalar yapılmıştır. Nitekim İbn Haldun’un Mukaddime’sinde yer alan bir habere isnat edilerek onun 17 hadis rivayet ettiği iddiası ortaya atılmıştır. Bu iddiaya karşı ise, Ebû Hanîfe’nin 17 hadis değil, aksine 17 müsnedi olduğu ve bu müsnedlerin pek çok hadis içerdiği savunulmuş, Ebû Hanîfe’nin senedinde yer aldığı hadislerin, İmam Muhammed ve Ebû Yûsuf tarafından el-Âsâr adlı iki ayrı eserde toplandığı hatırlatılarak, bunlardan birinde 900 kusur, ötekinde ise 1.065 hadis bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Ayrıca Ebû Hanîfe’nin, yarısı hocası Hammad’dan, yarısı da diğer şeyhlerinden olmak üzere 4.000 hadis rivayet ettiği, buna ilave olarak onun ahkâm istinbat ettiği hadislerin en az iki bin sayfalık bir müsned teşkil edeceği tezi de ortaya atılmıştır.
Büyük bir müctehid olduğu maruf olan Ebû Hanife’nin, tabiûndan dört bin kadar hocadan ilim öğrendiği, eserlerinde 500.000 meseleyi ele aldığı, bu derece ilim sahibi bir âlimin, Hz. Peygamber’in hadislerini, şahâbe ve tabiûnun fetvalarını bilmeden hüküm vermesinin mümkün olamayacağı da yapılan izahlar arasında yer almaktadır. Ayrıca Ebû Hanîfe’nin eserlerinde 70.000 kusur hadis zikrettiği, âsarını 40.000 hadis arasından seçtiği iddia edilmişse de, kendi döneminde söz konusu edilen hadis sayıları ile karşılaştırıldığında bu rakamların mübalağalı olduğu anlaşılmaktadır.

Kâbe İçinde Namaz
Hz. Peygamber’in Kâbe’nin içinde namaz kıldığını bildiren hadisler olduğu gibi, Kâbe’nin içinde namaz kılmadığını bildiren rivayetler de bulunmaktadır. Nitekim Bilâl el-Habesî’den nakledilen (o. 20/640) bir rivayete göre Hz. Peygamber Kâbe içinde namaz kılmış, İbn Abbâs’tan gelen bir rivayete göre ise Kâbe içinde namaz kılmamıştır. Bu konuda zikredilen rivayetler arasında ilk bakışta teâruz olduğu sanılabilir. Şayet Hz. Peygamber sadece bir defa Kâbe’ye girmiş olsaydı teâruz olduğunu iddiâ edenler haklı görülebilirdi; halbuki Hz. Peygamber Kâbe içine birden fazla girmiş ve oradaki uygulamaları birbirinden farklı olmuştur. Şöyleki;
Mekke’nin fethi günü Kâbeye girdiğinde yanında Bilâl el-Habesî’de bulunmaktaydı. Hz. Bilâl orada Hz. Peygamber’in namaz kıldığını görmüş ve daha sonra, şahit olduğu bu olayı rivayet etmiştir. Dolayısıyla bu rivayette Hz. Peygamber’in Kâbe içinde namaz kıldığı haber verilmiştir. Hz. Peygamber ayrıca Vedâ Haccı sırasında da Kâbe içine girmiş fakat bu sefer namaz kılmamıştır. Kâbe’nin içinde namaz kılmadığı hadisi ise İbn Abbâs tarafından rivayet edilmiştir. İbn Abbâs bu olayı kardeşi Fadl’dan öğrendiğini haber vermektedir. Fadl b. Abbâs’in şahit olduğu olayın Veda Haccı sırasında vuku bulduğu bilinmektedir. Zira Hz. Peygamber Veda Haccı’nda Kabe’ye gelirken yeğeni Fadl’i bineğinin terkişine almıştır. Şu halde Hz. Peygamber’in Kâbe içine birden fazla girdiği rivayetlerden anlaşılamamış olsaydı, bu hadisler arasındaki teâruz giderilemeyecek, belki de her iki rivayetin râvileri töhmet altında kalacaktı.
Arkasından Ağlanması Sebebiyle Ölünün Azap Görmesi
Abullah b. Ömer’in, “Şüphesiz ölü, ehlinin arkasından ağlaması sebebiyle (kabrinde) azap görür” meâlindeki hadis tamamen farklı bir şekilde Hz. Âişe’den rivayet edilmiştir. Hz. Âişe şöyle demiştir: “Allah İbn Ömer’e selâmet versin, yemin olsun ki Hz. Peygamber ölünün arkasından ağlamaktan dolayı onun kabirde azab göreceği konusunda hiç bir söz söylememiştir. Hz. Peygamber kâfırın ailesinin ağlaması sebebiyle Allah’ın kabirde azabını artıracağını söylemiştir. Kur’an size yeter, bakınız! Hiçbir kimse başkasının günahını yüklenemez buyrulmaktadır.” hadisin devamında İbn Ebû Müleyke şöyle demiştir: “Allah’a yemin olsun ki bu söze karşılık İbn Ömer hiç bir karşılık vermemiştir.”
Aynı konuda bir başka rivayet ise şu şekildedir: Nebî (sallallahü aleyhi ve sellem) ölünün arkasından ağlayan yahûdî bir aile görmüştü; bunun üzerine şöyle buyurdu: “O ölü şu anda kabrinde azab olunurken, bunlar tutmuş ölünün ardından ağlıyorlar!?” Teşe’üm olayında olduğu gibi burada da Hz. Âişe’nin yanlış anlaşılan veya eksik duyulan bir sözü tashih ettiği görülmektedir. Hz. Peygamber’in kafirler ya da yahûdîler için söylediği bir söz, onu eksik işiten bazı şahâbîler tarafından genelleştirilmiş; bütün ölülere teşmil edilmiştir. Burada hemen belirtelim ki, Hz. Âişe hadisi yanlış rivayet eden İbn Ömer’i hiç bir zaman yalan söylemekle itham etmemiş, ancak yanıldığını ifade etmekle yetinmiştir.

Teheccud Namazı
Hz. Peygamber’in gece kıldığı namazlarının rekâtları konusunda da birbirinden çok farklı rivayetler bulunmaktadır. Hz. Peygamber’in teheccud namazı olarak kıldığı namazlarda rekâtlarının sayısı, iki ile ön yedi arasında değişmektedir. Üstelik bu rivayetlerin çoğu da Hz. Âişe’ye aittir. Esasen bu hadislerde çelişki gibi görünen bu durumun asıl sebebi şudur: Hz. Peygamber teheccud namazını kendi içinde bulunduğu ortama göre, yani vaktinin dar ve geniş olmasına göre, kimi zaman dört, kimi zaman sekiz, kimi zaman on, kimi zaman on iki ya da ön üç rekât kılmıştır. Dolayısıyla her bir şahâbî, daha sonra kendi gördüğü namazı ve rekât sayısını rivayet etmiştir.