Hadislerle Hz. Peygamber'in Ahlakı
Hz. Muhammed (a.s.), doğusundan itibaren Allah’ın emrini almak için adeta hazırlanıyordu. Doğmadan önce babasının, küçük yaşta da annesinin vefat etmesiyle birlikte yetim kalınca, kendisinde filizlenen ahlâkî duyarlılık; ailevî ve toplumsal birliğin kıymeti hususunda tüm hayatını etkileyecek hassasiyetlere dönüşecekti. Gençliğinde hassas, duyarlı, diğergam; ama içine dönük, çekingen olan Hz. Muhammed bu duyarlılık ile çekingenliğin uzlaşma noktasını arıyordu.
O, el-Emin idi; Hz. Hatice de bundan etkilenip, ona evlenme teklif etmişti. Evlenmişler, çocuk sahibi de olmuşlardı. Ne yazık ki daha sonra bazı çocukları vefat etmiş ve o, böylece evlat açısını da tatmıştı. Ticaret ile uğraşıyordu; ancak, ticaret hayatında ne gibi hilelerin döndüğünü görmekte gecikmedi. Her şeyin madde etrafında döndüğü Mekke toplumunun ahlakî sorunlarını idrak için illa doğrudan vahiy gelmesi gerekmiyordu; Allah’ın ona bahşettiği hassasiyet onu bir ahlâkli insan yapmıştı. Diğer yandan hem Mekke toplumu, hem de ticaret için gittiği yerler gördükleri ona ters geliyordu. Mekke toplumu tuhaf şeyleri tanrı ediniyordu. Tek Tanrıya sahip olduğunu söyleyen dinler ise hem Tanrıyı parçalamışlardı hem de toplumu...
O, peygamber olmadan önce de bunun farkındaydı. Ticareti bırakacaktı, bıraktı da. Düşüncelere dalacaktı; bu evrenin “tek gayeli” bir yaratıcısı olmalıydı; insanların da “tek ve gayeli” olması gerekiyordu. Bunu biliyordu. Ancak ne bu bilgisinden emindi, ne de bu sorunun çözümünden... Belki “ahlâkî sezgisi”, yapılacakları hedefler olarak kendisine idrak ettirmişti; ancak bütün tefekkür ve gayretleri onu sadece biraz daha “kişisel olgunlaşmaya” götürüyor, ancak toplumsal bir ıslahat hareketi oluşturamıyordu.
Otuz beş yaşından itibaren Hira’ya gidip gelmeye başladı. Allah’ın birliğinin tahrifi, siyasî buhranlar, cinsiyetler arası eşitsizlik ve ahlaksızlıklar onu üzüyor, ne yapacağını bilemiyordu. İşte Allah bu halde iken, bir melek vasıtasıyla onun bilincini ve kalbini genişletti. O, kutsal âlem ile doğrudan irtibat kurmuştu. Böylece ağır bir sorumluluk ile tebliğ yükünü yüklenmişti. Bundan böyle o Kur’anı okuyor, insanlara onun istediği davranışları bizzat kendisi yaşayarak gösteriyordu. Sûreti kadar sîreti de güzeldi; zira onun ahlâki artık Kur’an olmuştu.
Yüce bir ahlâk üzere olan Peygamber, kendi ifadesiyle güzel ahlâki tamamlamak için gönderilmişti. Örnek olarak sunduğu hayat tarzı ise onun sünnetini oluşturuyordu. İnsanlık, artık iyi ile doğruyu, güzel ile çirkini onun penceresinden bakarak daha berrak görme şansına sahipti. O, örnek davranışlarıyla vahşi bir dünyadan medenî bir dünya kurmuş, zulüm ve ahlâksizlıklarla dolu bir toplumdan “asr-ı saadet”e damgasını vuran altın nesiller yetiştirmişti.
Yeniden buhranlarla kıvranan günümüz dünyasında ise, onun ahlâkına ve “sünnet”ine dün olduğundan çok daha fazla ihtiyaç bulunmaktadır. Onun ahlâki, hakkı arayan ya da İşlâm’i gerçek biçimde yaşamak isteyen insanlara en kıymetli bir rehber durumundadır.
“Hadislerle Hz. Peygamber”, Resûlullah (a.ş.)’in yüce ahlâkından bir demet sunmak amacıyla Yrd. Doç. Dr. Mustafa Karataş tarafından Sahih hadis kaynaklarından seçilerek hazırlanmıştır. Bu bilgiler Resûlullah’ı çok daha yakından tanımaya ve onun ahlâkıyla ahlâklanmaya yardımcı olacaktır.
1. RESÛLULLAH’IN SEMAİLİYüce bir ahlâk üzere olan Peygamber, buhranlar ve vahşet içerisinde kıvranan insanlığa kendi ifadesiyle güzel ahlâki tamamlamak için gönderilmişti. O, örnek davranışlarıyla vahşi bir dünyadan medenî bir dünya kurmuş, zulüm ve ahlâksizlıklarla dolu bir toplumdan “asr-ı saadet”e damgasını vuran altın nesiller yetiştirmiştir. Onun sireti gibi sûreti de güzeldir.
Sünen-i Tirmizî’nin Menâkib bölümünün 19. bahsinde yer alan bilgilere göre, Hz. Ali (r.a.) Sevgili Peygamberimizin semâilini şöyle anlatmaktadır:Resûlullah (s.a.v.) ne son derece uzun ne de son derece kısaydı, o orta boyluydu. Saçları, tam düz olmayıp, biraz kıvrımlıydı. Şişman olmadığı gibi yüzü tamamen yuvarlak da değildi, ve rengi kırmızıya çalan beyazdı. Gözleri kara, kirpikleri uzundu. Mafsal kemikleri ve omuzlarının arası iriydi. Avuçları ve ayakları dolgundu. Yürüdüğü vakit, yamaçta yürüyormuş gibi sert adımlar atardı. Bir tarafa döndüğünde bütün vücuduyla dönerdi. İki omuzu, arasında Peygamberlik mührü vardı; zira o, Peygamberlerin sonuncusuydu. Gönlü cömert ve aksanı en düzgün kişiydi. Gayet yumuşak tabiatlı, muaşereti de soylu idi. Ansızın gören ondan çekinir, fakat tanıdıkça onu daha çok severdi. Kendisini tanımlayan kimse, “Ne ondan önce ne de ondan sonra asla bir benzerini görmedim” derdi.Şüphesiz bizlerin ve günümüz insanının ondan öğreneceği çok yüce ahlakî değerler bulunmaktadır.
2.TEMİZLİKAllah Resûlu, temizlik ve sağlığa son derece önem verirdi. Temizlik imanın yarısıdır buyurur, temiz olmayanlarla konuşmak bile istemezdi. Yamalıklı elbise giyer ancak kirli ve yırtık elbise asla giymezdi. Bir gün kendisine eli yüzü kirli, tırnakları uzamış biri gelip ahirete ve gayba ait sorular sorduğunda, ona, önce git şu tırnaklarını kes, sonra gel sorunu sor buyurmuştu. Sevgili Peygamberimiz, kendisine gelen ziyaretçilerin huzuruna çıkmadan önce saçlarını tarar, aynaya bakardı. Hatta bir gün ayna bulamayınca şu dolu bir taşa bakmış saçlarını öyle düzeltmişti. Yemeklerden sonra hemen ellerini ve ağzını yıkar, dişlerini fırçalardı. Diğer insanlara da ısrarla dış temizliğini tavsiye ederdi.
Bu konuda Sahih-i Buhârî adli eserin Savm bölümünün 27. bahsinde şöyle anlatılmaktadır:Ebû Hüreyre (r.a.) Resûlullah (a.ş.)’in şöyle buyurduğunu haber vermektedir: “Şayet ümmetime zor geleceğinden endişe etmeseydim, her abdest alışlarında onlara misvak kullanmalarını/dişlerini fırçalamalarını emrederdim”
3. NEZAKETAllah Resûlu (s.a.v), hizmetindekilere asla kızmazdı Ayrıca Hanımlarına ve çocuklarına karşı da gayet kibar ve nazikti; onlara hiçbir zaman bir tokat bile vurmamıştır. Sevgili Peygamberimizin yanında olan bir kimse Onun yanında olmaktan pişman olmamış aksine mutlu olmuştur.
Bu konuda Sünen-i Ebî Dâvûd’un “Edeb” bölümünün 1. bahsinde şöyle zikredilmektedir:Enes b. Mâlik (r.a.) anlatmaktadır: Resûlullah (a.ş.), insanların en güzel huylusu idi. Bir gün beni ihtiyaçtan ötürü bir yere göndermişti. Ben de aslında onun emrettiği yere gitmeye niyetli olduğum halde çocukluk hali, ‘gitmeyeceğim’ diyerek evden çıktım. Sokakta oynayan çocukların yanına gittim. Tam o sırada Resûlullah (a.ş.) arkamdan ensemi tuttu. Dönüp baktığımda bana gülümseyerek, “Ey Enescik söylediğim yere gittin mi?’ dedi. Bunun üzerine ben de, ‘Evet Ya Resûlallah! şimdi gidiyorum’ dedim. Enes sözlerine şöyle devam etmektedir: Allah’a yemin olsun ki, Resûlullah (a.ş.)’a dokuz sene (başka bir rivayette on sene) hizmet ettim, bu süre zarfında yaptığım bir işten dolayı bir gün olsun bana ‘neden böyle yaptın’; veya yapmadığım bir işten dolayı da ‘neden böyle yapmadın’? diye sormamıştır.
4. ÇOCUK SEVGİSİAllah Resûlu çok merhametliydi, o bu duygusunu merhamet etmeyene merhamet edilmez sözüyle ifade etmiştir. Sevgili Peygamberimiz çocukların ağlamasına hiç dayanamazdı. Bir gün mescidde namaz kıldırırken bir çocuğun ağlaması üzerine annesi sıkıntı çekmesin diye namazı daha erken bitirmişti. Torunlarını da çok severdi. Namaz da bile çocukların mesciddeki davranışlarına kızmaz, aksine onların gönlünü yapardı. Onları öper, başlarını okşar, hatta bazan onlarla oynardı.
Bu konuyla ilgili olarak Sahih-i Buhâri’nin “Büyû” bölümünün 49. bahsinde şöyle zikredilmektedir:Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resulullah (a.ş.), bir gün evinden çıkarak benimle birlikte Benû Kaynuka çarşısına gelinceye kadar hiç konuşmadan yürüdü. Sonra oradan da Hz. Fatima’nın (r.a) evinin önüne geldi ve, “Küçük! orada mısın, küçük! orada mısın?” diyerek, torunu Hasan’ı çağırdı. Hz. Fatima çocuğu hemen göndermemişti. Sanırım o arada çocuğun üzerini giydirmiş, yahut banyo yaptırmıştı. Sonra çocuk koşarak geldi. Resûlullah (s.a.v.) torunu Hasan’ı kucakladı, öptü, okşadı ve sonra: “Allahım sen bu çocuğu sev, bunu seveni de sev!” diye duâ buyurdu.
5. CÖMERTLİKAllah Resûlu (s.a.v.), son derece cömertti. Kendisinden bir şey isteyeni asla boş çevirmezdi. Bu konuda Sevgili Peygamberimizin hayatında bir çok örnek bulunmaktadır.
Sünen-i İbn Mâce’nin, “Libâs” bölümünün 1. bahsinde şöyle zikredilmektedir:Sehl b. Sa’d eş-Sâidî anlatıyor: Bir kadın Resûlullah (a.ş.)’a bir hırka getirmişti. Allah Resûlu, “Bu kadifeden hırka da nedir?” diye sordu. Kadın: Ya Resûlallah! Sizin giymeniz için onu kendi ellerimle dokudum buyurun dedi. Esasen Resûlullah (a.ş.) efendimizin böyle bir hırkaya ihtiyacı da vardı, onu aldı. Ardından o hırkayı giyinmiş olarak namaz kılmak için mescide çıktı. Adamın biri Yâ Resûlallah! Bu giymiş olduğunuz hırka ne kadar da güzel! diye seslendi. Allah Resûlu (a.ş.); “Evet öyledir” buyurdu. Odasına girdiğinde hırkayı katlayıp o adama gönderdi. Orada bulunan insanlar adama çıkışarak, ‘Vallahi, sen iyi bir şey yapmadın. Resûlullah’ın bu hırkaya ihtiyacı vardı. Allah Resûlunun kendisinden bir şey isteyen kişiyi boş çevirmediğini sen de biliyorsun’ dediler. Bunun üzerine adam şöyle dedi: ‘Allah’a yemin olsun ki, ben bunu sadece giymek için almadım, kefenim olsun diye aldım’. Sehl diyor ki: o zat olduğu gün, o elbise kendisine kefen olmuştu.
6. MERHAMETAllah Resûlu (s.a.v.), Duygu yüklüydü, o bir rahmet peygamberiydi. Bazen göz yaşlarını tutamaz ağlardı. Sevgili peygamberimiz gayet yumuşak kalpliydi.Bu konuda Sünen-i Dârimî’nin, “Mukaddime” bölümünün 2. bahsinde zikredilen olay çok etkileyicidir.el-Vadîn isimli bir zat anlatıyor: Bir adam Resûlullah (a.ş.)’a geldi ve şunları aktardı: ‘Yâ Resûlalllah! Biz cahiliye ehlinden iken putlara tapar, çocuklarımızı öldürürdük. Benim bir kız çocuğum vardı. Ona seslendiğim zaman sevinçle yanıma gelir neşelenirdi. Yine bir gün yanıma çağırdım, o da geldi. Evimin yakınında kendimize ait bir kuyu vardı, oraya götürdüm ve kızımı kendi elimle kuyuya attım... Yavrucağızım benim ardımda...
Devamını Oku...