Tatlı Dil Güler Yüz


İnsan olarak hepimiz Yüce Allah’ın yeryüzünde mükerrem olarak yarattığı varlıklarız. Allah Teâla gerek vücudumuzu gerek ruhumuzu her türlü güzelliklerle donatmış ve ayrıca kainattaki bütün güzellikleri de bizlere emanet etmiştir.  Bütün bu güzelim nimetlere insanoğlu lâyık görülmüştür. Tabiatıyla Alllah Teala’nın bu kadar değer verdiği insana bizim de değer vermemiz, onu sevindirmemiz gerekmektedir. Taktir edileceği gibi bir insani sevindirmenin en kolay ve en külfetsiz yolu, ona karşı sevgi ve saygı göstermektir. Sevgi ve saygının tezahürlerinden biri de şüphesiz muhatabına karşı tatlı dil ve güler yüzlü olmaktır. Kızgınlık ve öfke makbul bir haslet değildir. Marifet öfkesini yenebilmektir. Nitekim Allah Rasûlü (a.s), bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır:  “Gerçek pehlivan güreşte gâlip gelen değil, kızgınlık anında öfkesini yenendir.” (Buhârî, Edeb 76). İnsanlar kılığıyla karşılanır, konuşmasıyla uğurlanırlar. Tatlı dilli ve güler yüzlü olanlar, etrafa neşe ve huzur dağıtırlar. Başkalarına neşe ve huzur verenlerin kendileri de mutlu ve huzurlu olur, bu neşeden pay alırlar. Esasen gönlü geniş, güler yüzlü, hoş sohbetli olmak dinimizin de emridir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, ne yeri yarabilirsin, ne de boyun dağlara erişebilir” buyrularak gurur ve kibir yasaklanmış, büyüklenmek yerine insanın alçak gönüllü ve mütevazı olması tavsiye edilmiştir.             Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır derler. Bu söz gerçekten çok yerindedir. Şüphesiz bu söz tatlı dilli olmanın önemini anlatmaktadır.  Tatlı dil ve güler yüz gerçekten etkili bir davranış biçimidir. Bu bağlamda Güneş ile rüzgarın hikayesi çok ibretlidir. Güneş ile rüzgar kendi aralarında, sen güçlüsün, hayır ben güçlüyüm şeklinde tartışmaya başlamışlar. Rüzgar, aşağıda yürüyen bir adamı göstererek, ‘şu adamın ceketini kim çıkartabilirse o güçlüdür,’ demiş ve esmeye başlamış..., rüzgar estikçe adam ceketine daha da sarılmaya başlamış. Rüzgar şiddetini artırdıkça adam çıkarmak yerine ceketine daha da sarılmış ve bir türlü onu bırakmamış. Güneş, rüzgara, ‘çıkaramadın, sen kenara çekil! Bak, ben onun ceketini nasıl çıkartacağım!’ diyerek, tatlı tatlı ısıtmaya başlamış. Güneşin çıktığını gören ve yavaş yavaş ısındığını hisseden adam, önce ceketinin düğmelerini çözmüş, daha sonra da ceketini çıkarıp omzuna atmış. Görüldüğü gibi kabalık ve sertliğin yapamadığını, nezaket ve zarafet becermiştir. İste bu nedenle olmalıdır ki, Allah Teâla sevgili peygamberimize yumuşak sözlü ve tatlı dilli olmasını öğütlemektedir. Kur’an-ı Kerim’de sevgili peygamberimize hitaben söyle buyrulmaktadır: “Sen Rabbin yoluna insanları hikmet ve güzel öğütle davet et..”, (Nahl, 125), Bir başka âyet-i kerîme’de ise, “Şayet sen insanlara sert ve haşin davransaydın etrafında kimse kalmaz dağılırdı” denilmektedir.    Allah’ın sevgili peygamberi bile sert davrandığında etrafında kimseyi bulamayacak olursa, bizlerin kaba ve sertlikle dost  ve arkadaş bulmamız asla mümkün değildir. Üstelik kabalık ve sertlik makbul bir davranış da değildir. Aksine kınanmıştır. Diğer taraftan tatlı dilli güler yüzlü olmak, Dinimizce sadaka vermek kadar sevap sayılmıştır. Nitekim Sevgili peygamberimiz bu konuda söyle söylemektedir: “İnsanların, her gün güneş yeniden doğduğunda vücutlarındaki eklem sayısınca sadaka vermeleri gerekmektedir. Dargın olan iki kişinin arasını düzeltmek sadakadır. Bir insanın eşyasını aracına yüklemesine yardım etmek de sadakadır. Güzel ve hoş bir söz de sadakadır. Namaza giden bir kimsenin attığı her adım bir sadakadır. Yol üzerinde insanlara eziyet veren bir engeli kaldırmak sadakadır.”  (Buhârî, Cihâd ve’s-Siyer 2767). İnsanın vücudunda yüzlerce eklem yeri bulunmaktadır. Bunların her biri için her gün sadaka vermek çoğumuz için mümkün değildir. Ancak yüce Rabbimiz merhamet ve şefkati sebebiyle sözkonusu davranışları da sadaka saymaktadır. Güzel ve hoş söz de sadaka yerine geçmektedir. Hatta sevgili peygamberimiz, “Yarım hurma da olsa sadaka vererek cehennem ateşinden korunun. Şayet onu da bulamazsanız biliniz ki, güzel söz de bir sadakadır” buyurmaktadır. (Buhari, Edeb 34). Başkalarına belki maddi anlamda sadaka vermemiz mümkün olmayabilir. Ancak güler yüz göstermek, güzel söz söylemek için bir engel bulunmamaktadır. Dostlarımıza, arkadaşlarımıza, birlikte olduğumuz veya herhangi bir nedenle karşılaştığımız insanlara pekala güler yüz gösterebiliriz. Bu sayede hem dostluk ve arkadaşlığımız pekişecek, hem de sevap kazanmış olacağız. Kaldı ki, ruh sağlımız açısından da bu davranışların pek çok yararı bulunmaktadır.             Şüphesiz bize bu konuda yine en güzel örnek sevgili peygamberimizdir. O kolay kolay kızmaz, kimseyi incitecek ağır sözler söylemezdi. Bu konuda kendisine on yıla yakın bir zaman hizmet eden Enes b. Mâlik (r.a.), şöyle anlatmaktadır:  Allah Rasûlüne hizmetim süresince o bana asla kızmadı; yapmadığım bir iş için “neden bunu yapmadın” bile demedi. (Ebû Dâvûd, “Kitâbü’l-Edeb” 1). Sevgili peygamberimiz konuşurken sürekli tebessüm eder, mübarek yüzünden tebessüm hiç eksik olmazdı. (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, IV,191).

Devamını Oku...

Ramazan Ve Oruç


Hak ile batılı, doğru ile yanlışı insanlara göstermek üzere gönderilen Kur’an, Ramazan ayında indirilmiştir (Bakara, 2/186). Şüphesiz Allah katında ayların sayısı ön ikidir (Tevbe, 9/36). Şehr-i Ramazan bunlardan biridir. Ancak onu, on iki ayın sultanı yapan Kur’an’dır. Onun fazileti Kur’an’a ev sahipliği yapmasından ileri gelmektedir. Zira Ramazan ayı Kur’an ayıdır. Bir bakıma Ramazan ayı zarf, Kur’an ise mazruftur. Bu mazruf ilahi bir mesaj olduğundan zarfı da, mazrufu da son derece kıymetlidir. Diğer bir deyişle zarfın önemi içinde taşıdığı mazruftan ileri gelmektedir. İşte böyle müstesna bir zaman diliminde Yüce Allah, müminlerin oruç tutmalarını ve Kur’an’a daha bir aşkla ve fazlaca yönelmelerini murat etmiştir. Ramazan mu’minler için rahmet kapılarının açıldığı, şeytanların zincire vurulduğu kutsî bir aydır. “Ramazan ayı girdiğinde göğün kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar zincire vurulur” (Buharı, Savm 5).Ramazan ayı, Allah Teâla’nın engin lütûf ve bereketinin müminler üzerine adeta yağdığı bir mevsimdir. Kur’an’ın inmeye başladığı ilk gece olan kadir gecesini de içinde barındırması sebebiyle Rabbimiz ona ayrı bir değer bahsetmiştir. Zira Kur’an’ın ifadesiyle Kadir gecesi bin aydan daha hayırlı bir gecedir (Kadir,97/3). Bu ise seksen iki sene dört ay kadar bir zaman dilimi demektir. Hem kadir gecesini hem de orucu içinde barındırdığı düşünülürse Ramazan ayının ne denli değerli olduğu daha iyi anlaşılacaktır.“Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) insanların en gayretlisiydi. Ancak Ramazanda Cebrail (a.ş.) ile karşılaştığında daha da gayretli olurdu. Ramazanın her gecesinde Cebrail (a.ş.) ile buluşur ve Kur’an mukabele ederlerdi. Resûlullah (s.a.v.) hayırda yarış hususunda esen rüzgardan daha hızlıydı.” (Buhârî, Bedyu’l-Vahy 5).Ramazan günlerinde inananları tatlı bir heyecan sarar, ruhlar berraklaşır, vücudumuzla yüz yüze geliriz. Daha önce fark etmediğimiz ekmek ve pide kokuları burnumuzda tüter, suların her bir damlası billur tanecikleri olarak görünür. Düne kadar dikkatimizi çekmeyen bakıp geçtiğimiz yiyecek ve içecekler cennet taamı gibi iştahımızı cezbeder. Yediğimiz yiyeceklerin gerçek tat ve lezzetlerini alırız. Ayrıca bütün sene boyunca bunlara ulaşamayanların hislerini daha bir fark eder daha bir hissederiz. Bu yönüyle de bir terbiye mektebidir Ramazan ve oruç. Ağızların kapalı ancak kalp gözlerinin açık olduğu günlerdir. Gündüzleri saim/oruç tutarak, akşamları kaim/teravih namazı kılarak, mukabele dinleyip hatimler yaparak manevi gıdaların stok edildiği demlerdir. Ramazan, on bir ay insanı önünde sürükleyen zamana, bir ay hükmedebilme şansıdır. Zekat ve sadakalar dağıtılarak, iftar sofraları kurularak, fertler arasında dayanışma ve kardeşliğin sağlandığı bir fırsattır.Diğer taraftan imsak vaktinden iftar anına kadar yeme içme ve cinsel arzulardan uzaklaşmak anlamına gelen oruç, Geçmiş ümmetlere olduğu gibi Müslümanlara da farz kılınmış bir ibadettir (Bakara, 2/283). Zira oruç bir eğitimdir ve aynı zamanda iradenin nefse hakimiyetinin de bir sembolüdür. Oruç, behimi duyguların dizginlenerek meleküt alemine seyrin mevsimidir. Maddenin, mana emrine girdiği; ruhun bedene galip geldiği, ham ve çığ duyguların kemale erdiği bir iklimdir. Zengin iken yoksulluğu, varlıklı iken yokluğu; tok iken açlığı, kuvvetli iken zayıflığı yaşatan bir eylemin adıdır. Haramlar şöyle dursun, helallere bile elin sürülmediği demlerdir. Yoksulların dul ve yetimlerin halinin hatırlandığı günlerdir. Bu bir empatiden öte birebir yaşamaktır. Bir anlamda “hakka’l-yakın”dir; bilmenin ve görmenin ötesinde tatmaktır. Bu yüzden orucun sevabı çok büyüktür. İşlâm’in temel esaslarından biri olan ramazan orucu, müslümanlar için rahmet ve bereketin sağanak halinde yağdığı manevî bir mevsimdir.Orucun sevabının sınırı yoktur. Bir kudsi hadiste bildirildiğine göre Alah Teâla “Adem oğlunun her iyi ameline karşılık ön katından yedi yüz katına kadar sevap yazarım. Ancak oruç hariç, onun ecri bana aittir” buyurmaktadır (Buhârî, Savm 2). Dahası oruç tutanların Cennetin Reyyan isimli kapısından girecekleri haber verilmektedir (Buhârî, Savm 4; Müslim, Siyâm 166).Oruçluya iki sevinç vardır. Birincisi, dünyada iftarı açarken, diğeri ise ahirette Rabbine kavuştuğu zamandır. (Buhârî, Savm 9). Ayrıca “Kim inanarak ve sevabını Allah’tan umarak oruç tutarsa geçmiş günahları affedilir” denilmektedir. (Buharı, Savm, 6). Allah katında oruçlunun ağız kokusu misk kokusundan daha güzeldir (Buharı, Savm, 2).Oruç kalkandır. Allah Resûlu (s.a.v.),“Oruç, kalkanın sizi düşmandan koruduğu gibi cehenneme düşmekten koruyan bir kalkandır” buyurmaktadır (İbn Mace, Siyâm 1). Oruç, Allah ile kişi arasındaki engelleri/masiva asma mücadelesidir. Çirkin bakışlardan gözleri; yalandan, giybet ve dedikodudan dilleri; vurmaktan, dövmekten ve incitmekten elleri korur. Gözlerde fer’in dizlerde dermanın kalmadığı, dillerin kuruyup dudakların çatladığı bir anda top patlamasıyla ve müezzinlerin ezan sesleriyle, tabak, kaşık ve çatal seslerinin harmoni oluşturduğu heyacan ve telaş dolu sevinçler, Rabbimizi hoşnud eden görüntülerdir. Zira kul, firavunluk, karunluk ve nemrudluk taslamamış, O’nun için aç kalmış, akşama erdiğinde ise yeme içme telaşıyla Rabb olmadığını, aksine aciz bir varlık olduğunu ve yaratanın nimetlerine muhtaç olduğunu sergilemiştir. Orucun ibadet olmasının yanısıra vücudumuza da sayısız faydaları bulunmaktadır. Bir yıl boyunca hiç durup dinlenmeden çalışan sindirim organlarımız, bir anlamda rektife/bakım yapılarak yeniden ayarlanmaktadır. Sindirim organları denen mide ve bağırsaklar, karaciğer ve diğer hazımla ilgili uzuvlar, Ramazanda intizama girerler. Resûlullah (s.a.v.), “Her şeyin zekatı vardır. Bedenin zekatı da oruçtur” buyurmuştur. Orucun ayrıca iradeyi güçlendirdiği de bilinmektedir. Yine Hz. Peygamberin “Oruç sabri artırır” ifadesi de bunu desteklemektedir (İbn Mace, Siyam 44).Son derece sevap ve faziletli olan oruç ibadetini hakkıyla ifa etmeye çalışmalıdır. Bir takım kötü davranışlarla oruca zarar vermekten sakınılmalıdır. Zira bazı davranışlar tutulan orucun sevabını yok eder. Nitekim bu konuda Allah Resûlu çok önemli bir uyarıda bulunmaktadır: “Nice oruç tutanlar vardır ki, kendisine sadece susuzluğu kalır; nice gece namazına kalkanlar da vardır ki, sadece gece uykusuz kalmış olur” (İbn Mâce, Siyâm, 21). Oruç tuttuğu halde kötülüklerden kaçınmayan kimse, perhiz yapıp zehir içen hasta gibidir. Zira günahlar da bir bakıma zehirdir. Güzel hasletleri yok eder, sevapları alır götürür.Görüldüğü gibi oruç tuttuğu halde sevap alamayanlar da bulunmaktadır. Başkalarını üzen, onlara zarar veren bir kimse orucun hikmet ve gayesini anlayamamış demektir. Halbuki orucun hikmetlerinden biri, iyi ve güzel davranışlara sahip insanlar ölüstürmaktır. Dolayısıyla oruç tutan kimseler davranışlarına her zaman olduğundan daha çok dikkat etmelidirler. Başkasına haksızlık etmemeli, hemen kızmamalı, sabretmeli, kötü söz söylememelidir. Nitekim Allah Resûlu (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Oruç kalkandır. Oruçlu çekişmez ve kimseyle de dövüşmez. Bir kimse kendisine sataşır veya küfrederse iki kez ben oruçluyum desin” (Buhârî, Savm 9). Kısaca oruç sabırdır. Sabrın sonu selamettir ve de bayramdır.

Devamını Oku...

Hadislerle Hz. Peygamber'in Ahlakı


Hz. Muhammed (a.s.), doğusundan itibaren Allah’ın emrini almak için adeta hazırlanıyordu. Doğmadan önce babasının, küçük yaşta da annesinin vefat etmesiyle birlikte yetim kalınca, kendisinde filizlenen ahlâkî duyarlılık; ailevî ve toplumsal birliğin kıymeti hususunda tüm hayatını etkileyecek hassasiyetlere dönüşecekti. Gençliğinde hassas, duyarlı, diğergam; ama içine dönük, çekingen olan Hz. Muhammed bu duyarlılık ile çekingenliğin uzlaşma noktasını arıyordu. O, el-Emin idi; Hz. Hatice de bundan etkilenip, ona evlenme teklif etmişti. Evlenmişler, çocuk sahibi de olmuşlardı. Ne yazık ki daha sonra bazı çocukları vefat etmiş ve o, böylece evlat açısını da tatmıştı. Ticaret ile uğraşıyordu; ancak, ticaret hayatında ne gibi hilelerin döndüğünü görmekte gecikmedi. Her şeyin madde etrafında döndüğü Mekke toplumunun ahlakî sorunlarını idrak için illa doğrudan vahiy gelmesi gerekmiyordu; Allah’ın ona bahşettiği hassasiyet onu bir ahlâkli insan yapmıştı. Diğer yandan hem Mekke toplumu, hem de ticaret için gittiği yerler gördükleri ona ters geliyordu. Mekke toplumu tuhaf şeyleri tanrı ediniyordu. Tek Tanrıya sahip olduğunu söyleyen dinler ise hem Tanrıyı parçalamışlardı hem de toplumu... O, peygamber olmadan önce de bunun farkındaydı. Ticareti bırakacaktı, bıraktı da. Düşüncelere dalacaktı; bu evrenin “tek gayeli” bir yaratıcısı olmalıydı; insanların da “tek ve gayeli” olması gerekiyordu. Bunu biliyordu. Ancak ne bu bilgisinden emindi, ne de bu sorunun çözümünden... Belki “ahlâkî sezgisi”, yapılacakları hedefler olarak kendisine idrak ettirmişti; ancak bütün tefekkür ve gayretleri onu sadece biraz daha “kişisel olgunlaşmaya” götürüyor, ancak toplumsal bir ıslahat hareketi oluşturamıyordu. Otuz beş yaşından itibaren Hira’ya gidip gelmeye başladı. Allah’ın birliğinin tahrifi, siyasî buhranlar, cinsiyetler arası eşitsizlik ve ahlaksızlıklar onu üzüyor, ne yapacağını bilemiyordu. İşte Allah bu halde iken, bir melek vasıtasıyla onun bilincini ve kalbini genişletti. O, kutsal âlem ile doğrudan irtibat kurmuştu. Böylece ağır bir sorumluluk ile tebliğ yükünü yüklenmişti. Bundan böyle o Kur’anı okuyor, insanlara onun istediği davranışları bizzat kendisi yaşayarak gösteriyordu. Sûreti kadar sîreti de güzeldi; zira onun ahlâki artık Kur’an olmuştu. Yüce bir ahlâk üzere olan Peygamber, kendi ifadesiyle güzel ahlâki tamamlamak için gönderilmişti. Örnek olarak sunduğu hayat tarzı ise onun sünnetini oluşturuyordu. İnsanlık, artık iyi ile doğruyu, güzel ile çirkini onun penceresinden bakarak daha berrak görme şansına sahipti. O, örnek davranışlarıyla vahşi bir dünyadan medenî bir dünya kurmuş, zulüm ve ahlâksizlıklarla dolu bir toplumdan “asr-ı saadet”e damgasını vuran altın nesiller yetiştirmişti. Yeniden buhranlarla kıvranan günümüz dünyasında ise, onun ahlâkına ve “sünnet”ine dün olduğundan çok daha fazla ihtiyaç bulunmaktadır. Onun ahlâki, hakkı arayan ya da İşlâm’i gerçek biçimde yaşamak isteyen insanlara en kıymetli bir rehber durumundadır. “Hadislerle Hz. Peygamber”, Resûlullah (a.ş.)’in yüce ahlâkından bir demet sunmak amacıyla Yrd. Doç. Dr. Mustafa Karataş tarafından Sahih hadis kaynaklarından seçilerek hazırlanmıştır. Bu bilgiler Resûlullah’ı çok daha yakından tanımaya ve onun ahlâkıyla ahlâklanmaya yardımcı olacaktır. 1. RESÛLULLAH’IN SEMAİLİYüce bir ahlâk üzere olan Peygamber, buhranlar ve vahşet içerisinde kıvranan insanlığa kendi ifadesiyle güzel ahlâki tamamlamak için gönderilmişti. O, örnek davranışlarıyla vahşi bir dünyadan medenî bir dünya kurmuş, zulüm ve ahlâksizlıklarla dolu bir toplumdan “asr-ı saadet”e damgasını vuran altın nesiller yetiştirmiştir. Onun sireti gibi sûreti de güzeldir. Sünen-i Tirmizî’nin Menâkib bölümünün 19. bahsinde yer alan bilgilere göre, Hz. Ali (r.a.) Sevgili Peygamberimizin semâilini şöyle anlatmaktadır:Resûlullah (s.a.v.) ne son derece uzun ne de son derece kısaydı, o orta boyluydu. Saçları, tam düz olmayıp, biraz kıvrımlıydı. Şişman olmadığı gibi yüzü tamamen yuvarlak da değildi, ve rengi kırmızıya çalan beyazdı. Gözleri kara, kirpikleri uzundu. Mafsal kemikleri ve omuzlarının arası iriydi. Avuçları ve ayakları dolgundu. Yürüdüğü vakit, yamaçta yürüyormuş gibi sert adımlar atardı. Bir tarafa döndüğünde bütün vücuduyla dönerdi. İki omuzu, arasında Peygamberlik mührü vardı; zira o, Peygamberlerin sonuncusuydu. Gönlü cömert ve aksanı en düzgün kişiydi. Gayet yumuşak tabiatlı, muaşereti de soylu idi. Ansızın gören ondan çekinir, fakat tanıdıkça onu daha çok severdi. Kendisini tanımlayan kimse, “Ne ondan önce ne de ondan sonra asla bir benzerini görmedim” derdi.Şüphesiz bizlerin ve günümüz insanının ondan öğreneceği çok yüce ahlakî değerler bulunmaktadır. 2.TEMİZLİKAllah Resûlu, temizlik ve sağlığa son derece önem verirdi. Temizlik imanın yarısıdır buyurur, temiz olmayanlarla konuşmak bile istemezdi. Yamalıklı elbise giyer ancak kirli ve yırtık elbise asla giymezdi. Bir gün kendisine eli yüzü kirli, tırnakları uzamış biri gelip ahirete ve gayba ait sorular sorduğunda, ona, önce git şu tırnaklarını kes, sonra gel sorunu sor buyurmuştu. Sevgili Peygamberimiz, kendisine gelen ziyaretçilerin huzuruna çıkmadan önce saçlarını tarar, aynaya bakardı. Hatta bir gün ayna bulamayınca şu dolu bir taşa bakmış saçlarını öyle düzeltmişti. Yemeklerden sonra hemen ellerini ve ağzını yıkar, dişlerini fırçalardı. Diğer insanlara da ısrarla dış temizliğini tavsiye ederdi. Bu konuda Sahih-i Buhârî adli eserin Savm bölümünün 27. bahsinde şöyle anlatılmaktadır:Ebû Hüreyre (r.a.) Resûlullah (a.ş.)’in şöyle buyurduğunu haber vermektedir: “Şayet ümmetime zor geleceğinden endişe etmeseydim, her abdest alışlarında onlara misvak kullanmalarını/dişlerini fırçalamalarını emrederdim” 3. NEZAKETAllah Resûlu (s.a.v), hizmetindekilere asla kızmazdı Ayrıca Hanımlarına ve çocuklarına karşı da gayet kibar ve nazikti; onlara hiçbir zaman bir tokat bile vurmamıştır. Sevgili Peygamberimizin yanında olan bir kimse Onun yanında olmaktan pişman olmamış aksine mutlu olmuştur. Bu konuda Sünen-i Ebî Dâvûd’un “Edeb” bölümünün 1. bahsinde şöyle zikredilmektedir:Enes b. Mâlik (r.a.) anlatmaktadır: Resûlullah (a.ş.), insanların en güzel huylusu idi. Bir gün beni ihtiyaçtan ötürü bir yere göndermişti. Ben de aslında onun emrettiği yere gitmeye niyetli olduğum halde çocukluk hali, ‘gitmeyeceğim’ diyerek evden çıktım. Sokakta oynayan çocukların yanına gittim. Tam o sırada Resûlullah (a.ş.) arkamdan ensemi tuttu. Dönüp baktığımda bana gülümseyerek, “Ey Enescik söylediğim yere gittin mi?’ dedi. Bunun üzerine ben de, ‘Evet Ya Resûlallah! şimdi gidiyorum’ dedim. Enes sözlerine şöyle devam etmektedir: Allah’a yemin olsun ki, Resûlullah (a.ş.)’a dokuz sene (başka bir rivayette on sene) hizmet ettim, bu süre zarfında yaptığım bir işten dolayı bir gün olsun bana ‘neden böyle yaptın’; veya yapmadığım bir işten dolayı da ‘neden böyle yapmadın’? diye sormamıştır. 4. ÇOCUK SEVGİSİAllah Resûlu çok merhametliydi, o bu duygusunu merhamet etmeyene merhamet edilmez sözüyle ifade etmiştir. Sevgili Peygamberimiz çocukların ağlamasına hiç dayanamazdı. Bir gün mescidde namaz kıldırırken bir çocuğun ağlaması üzerine annesi sıkıntı çekmesin diye namazı daha erken bitirmişti. Torunlarını da çok severdi. Namaz da bile çocukların mesciddeki davranışlarına kızmaz, aksine onların gönlünü yapardı. Onları öper, başlarını okşar, hatta bazan onlarla oynardı. Bu konuyla ilgili olarak Sahih-i Buhâri’nin “Büyû” bölümünün 49. bahsinde şöyle zikredilmektedir:Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resulullah (a.ş.), bir gün evinden çıkarak benimle birlikte Benû Kaynuka çarşısına gelinceye kadar hiç konuşmadan yürüdü. Sonra oradan da Hz. Fatima’nın (r.a) evinin önüne geldi ve, “Küçük! orada mısın, küçük! orada mısın?” diyerek, torunu Hasan’ı çağırdı. Hz. Fatima çocuğu hemen göndermemişti. Sanırım o arada çocuğun üzerini giydirmiş, yahut banyo yaptırmıştı. Sonra çocuk koşarak geldi. Resûlullah (s.a.v.) torunu Hasan’ı kucakladı, öptü, okşadı ve sonra: “Allahım sen bu çocuğu sev, bunu seveni de sev!” diye duâ buyurdu. 5. CÖMERTLİKAllah Resûlu (s.a.v.), son derece cömertti. Kendisinden bir şey isteyeni asla boş çevirmezdi. Bu konuda Sevgili Peygamberimizin hayatında bir çok örnek bulunmaktadır. Sünen-i İbn Mâce’nin, “Libâs” bölümünün 1. bahsinde şöyle zikredilmektedir:Sehl b. Sa’d eş-Sâidî anlatıyor: Bir kadın Resûlullah (a.ş.)’a bir hırka getirmişti. Allah Resûlu, “Bu kadifeden hırka da nedir?” diye sordu. Kadın: Ya Resûlallah! Sizin giymeniz için onu kendi ellerimle dokudum buyurun dedi. Esasen Resûlullah (a.ş.) efendimizin böyle bir hırkaya ihtiyacı da vardı, onu aldı. Ardından o hırkayı giyinmiş olarak namaz kılmak için mescide çıktı. Adamın biri Yâ Resûlallah! Bu giymiş olduğunuz hırka ne kadar da güzel! diye seslendi. Allah Resûlu (a.ş.); “Evet öyledir” buyurdu. Odasına girdiğinde hırkayı katlayıp o adama gönderdi. Orada bulunan insanlar adama çıkışarak, ‘Vallahi, sen iyi bir şey yapmadın. Resûlullah’ın bu hırkaya ihtiyacı vardı. Allah Resûlunun kendisinden bir şey isteyen kişiyi boş çevirmediğini sen de biliyorsun’ dediler. Bunun üzerine adam şöyle dedi: ‘Allah’a yemin olsun ki, ben bunu sadece giymek için almadım, kefenim olsun diye aldım’. Sehl diyor ki: o zat olduğu gün, o elbise kendisine kefen olmuştu.   6. MERHAMETAllah Resûlu (s.a.v.), Duygu yüklüydü, o bir rahmet peygamberiydi. Bazen göz yaşlarını tutamaz ağlardı. Sevgili peygamberimiz gayet yumuşak kalpliydi.Bu konuda Sünen-i Dârimî’nin, “Mukaddime” bölümünün 2. bahsinde zikredilen olay çok etkileyicidir.el-Vadîn isimli bir zat anlatıyor: Bir adam Resûlullah (a.ş.)’a geldi ve şunları aktardı: ‘Yâ Resûlalllah! Biz cahiliye ehlinden iken putlara tapar, çocuklarımızı öldürürdük. Benim bir kız çocuğum vardı. Ona seslendiğim zaman sevinçle yanıma gelir neşelenirdi. Yine bir gün yanıma çağırdım, o da geldi. Evimin yakınında kendimize ait bir kuyu vardı, oraya götürdüm ve kızımı kendi elimle kuyuya attım... Yavrucağızım benim ardımda...

Devamını Oku...

Zekat Ve Sadaka


İslamın şartlarından birisi de zekat vermektir. Lügat itibariyle zekat artma, bereket, temizlik, koruma manalarına gelmektedir. Dinimizde ise belirli hak sahiplerine verilmek üzere malın Allahın tayin ettiği muayyen kısmı veya bu kısmı çıkarıp verme işleminin kendisi demektir. Kuran da zekat diye isimlendiği gibi sadaka olarak da kullanılmıştır. Sadaka oluşu imanda sadakatin ve ahiret hayatını tasdik anlamına gelmesidir. Müslüman akıllı, hür, erginlik çağına ulaşmış ve borçlarını çıktığında nişah miktarına sahip kimselerin ellerinde ki bir yılı doldurmuş mallarından zekat vermeleri farzdır. Zaruri ihtiyaçların dışında kalan mallarda cinsine göre değişik oranda zekat terettup eder. Oturacağı evi giyeceği elbiseleri evinin eşyasını kullandığı silahları bindiği hayvanı ve ya arabası ilim adamının kitapları sanatçının aletleri ticarette kullanmadığı bir yıllık nafakalarını temiz edecek miktardaki yiyecek içecek malzemesi ve geçimini sağlamak için zaruri olan diğer ihtiyaçlardan zekat verilmez. Bunlar dışında üzerinden bir yıl geçmiş olmak ve yıl sonunda tasarrufunda bulunmuş olmak şartıyla niyetle birlikte koyun cinsinden kırkta bir büyük baş hayvanlarda otuzda bir devede beste bir ve altın gümüş gibi para cinsinden olan değerlerden de 40 da bir olmak üzere zekat verilir. Bu konuda teferruatıyla bilgi ilmihal kitaplarında mevcuttur. 80 gr. Altına malik olan kimse nişah miktarına ulaşmış demektir. Bu kimsenin cenabi Hakkın Tevbe süresinde bildirdiği kişilere zekatını vermesi gerekir. Tevbe süresinde Allahü Teala şöyle buyuruyor: “ sadakalar (zekat) ancak şunlar içindir. Fakirler,miskinler, (onun üzerine memur olan) zekat toplayan memurlar kalpleri islama işindirilacak olanlar. Köle olarak bulunanlar borçlular Allah yolunda cihad edenler ve yolcular. (toplanan zekat ancak bu sayılan yerlere verilir.) Allah bilendir. Hikmet sahibidir. “Zekat fakirlerin hakkıdır. Zekat vermemek Hak ve halk katında çok büyük suç ve günahtır. Hz. Ebu Bekir Resulullahin vefatından sonra zekatını vermek istemeyen kabilelerin üzerine yürümüş Resulullah zamanında vermiş olduğunuz bir oğlak bile vermeyecek olursanız onu alıncaya kadar sizinle harp ederim buyurmuştur. Zekat ve sadaka cemiyeti ayakta tutan sosyal bir dengeyi sağlayan başka hiçbir sistem de bulunmayıp yalnız islama ait olan çok faziletli bir ibadettir. Allahın verdiği mali yine allah yolunda harcamak cihatdır. Maddeyi manaya feda etmek imanı küfre tercih etmektir. Zekatı ve sadakası verilen mal azalmaz aksine artar,çoğalır. Bakınız yüce Allah kurani kerimde bu konuda neler buyurmuş: “ Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu her başağında 100 tane olmak üzere 7 başak veren bir tohumun durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah’ın lütfü geniştir. O bilendir.” BAKARA –261Yapılan yardımın sevabına erişebilmek için ancak onun gösteristen uzak olmasını ve başa kakılmamasına bağlıdır. Bu konuda Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “ Ey inanlar insanlara gösteriş için malını verip Allaha ve ahiret gününe inanmayan adam gibi başa kakmak ve eziyet etmekle sadakalarınızı boşa çıkarmayın. Onun durumu üzerinde biraz toprak bulunan su kayaya benzerki şiddetli bir sağnak yağmur indi de (üstündeki toprağı silip süpürerek) onu sert bir taş halinde bıraktı. Böyleleri kazandıklarından bir şey elde edemezler. Allah kafir topluma doğru yolu iletmez.BAKARA-274“Allah faizi mahveder. Sadakaları artırır ve Allah hiçbir günahkar kafiri sevmez.” BAKARA-276Sadakaları gizli verenler övülmüş ayrıca veren el alan elden üstündür, buyurularak hayır yapanlar yardım yapanlar takdim ve tafdil edilmiştir.“ Mallarını gece ve gündüz açık( Allah yolunda ) verenlerin mükafatı Rableri yanındadır. Onlara korku yoktur. Ve onlar üzülmeyeceklerdir.” BAKARA-274Bunun içindir ki ecdadımız birbirleriyle hayır yarısı yapmışlar. Vakıflar kurmuşlar. Zekat ve sadaka verecek kimse bulmakta güçlük çektiklerinden ve yardım ettiği kişinin rencide olmaması için sadaka taşları tesis etmişler gündüz zengin buraya yardımını koyar gece karanlığında fakir gelir ihtiyacı kadar olanını alırdı. Sadaka malın ve canın muhafızıdır. Hz. Ömer devrinde Medine ‘de büyük bir yangın çıkar yangın bir türlü söndürülemez. Hz. Ömer’e haber verdiklerinde o fakirlere sadaka dağıtılmasını emreder. Sadakalar verildikten sonra yangın soner. Devlete verilen vergiler zekat yerine geçmez. Çünkü verdiğimiz vergi yol ,şu, okul, hastane olarak yine bize hizmet etmektedir. Halbuki zekatın karşılığı beklenmez ve zekatın verileceği yerler bellidir. Bunu dışında başka yerlere zekat verilmez. Baş tarafta zikredilen hadisi şerifte peygamber efendimiz aleyhisselatı vesselam efendimiz: “ Allah kendisine mal verdiği halde zekatını vermeyenlere kıyamet gününde mali ejderha gibi boynuna dolanırve ben senin malınım ben senin servetinim diye işkenceye devam eder buyurmuştur.”Allahın verdiği mali vermekten çekinmek korkmak Cenabi hakkın Razzak oluşundan şüphe etmektir. Dünya imtihan yeridir. Malda yalandır. Mülkte yalandır. Bakın mevlana malını çok sevenleri nasıl anlatıyor:sağır istektir dilektir. Bizim ölümüzü duyduda kendi ölümünü duymadı kendi görünüşünü görmedi korde hirştir.Korde hirştir halkın ayıbını kıldan kıla görür. Taraf taraf söylerde kör gözü kendi ayıbını zerre kadar göremez fakat gene de alemin ayıbını arar.Çıplak elbisesinin eteğini kesecek diye korkuyor ama çıplak adamın eteği mi olur ki kessinler.Dünya ya kapılanda hem müflistir hem de korkmakta. Halbuki hırsızlardan hiçte korkmamak lazım.Zaten dünyaya çıplak geldi çıplak gidecek. Böyle olduğu halde hırsızlardan korkusundan yüreği kan ağlamakta.Hayattaki bu korku eteğine saksı kırıkları doldurupta kendisini mal sahibi sanan onları kaybedeceğinden korkan onların üzerine tirtir titreyen çocuğun korkusuna benzer. O saksı kırıklarından bir parçasını bile ağlamaya başlar. Geri verirsen de sevinir gülmeye koyulur. Uykuda kendisini mal sahibi görür. Çuvalını hırsız çalacak diye korkar. Fakat kulağı çekildi de uyandımı kendi korkusuyla alay eder.Yunusta şöyle der: mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi malda yalan mülkte yalan. Var birazda sen oyalan.Üç hayır sebebiyle öldükten sonra amel defteri kapanmaz.Sadakayı cariye yani camii,medrese,yol,köprü,hastane,çeşme, gibi insanların faydasına yaptığınız hayırlar .Kendisinden istifade edilen faydalı bir ilim bırakmakKendisine hayır dua eden salih bir evlat bırakmak.Bunlar var olduğu sürece sevaplar yazılır durur. Ecdadımız bu güzel şaheser yapıları bizlere yadigar bırakmışlar. Bizde en güzel şekilde koruyup işletmezsek vebal altında kalırız. Şu anda nöbet bizde imkanda bizde cennetimizi donatmamız süslememiz bizim elimizde şimdi yaptığımız hayırları yardımları cennete köşkler saraylar olarak karşımızda göreceğiz inşallah. (Ya Rab bizim ümidimiz sensin yardımlarını esirgeme bizden.) bakın mevsimi gelince ağaçları buduyoruz. Neden daha çok gürleşsin daha çok meyve versin diye. Sadaka vermeklede mal azalmaz aksine artar katkat çoğalır. Allah için hayır yapmaktan zevk almak lazım. Bunları vermezsek zaten bizden alınacak bir kefenden başka malımız olmayacak. Ana rahmindik geldik pazara bir kefen aldık döndük mezara dediği gibi şairin mal mülk hepsi Allahın birer emanetidir. Yersiz kullanmaktansa kendi elimizle hayırlı yerlere vermek en güzeli değilmi. Cenabi Hak yeryüzüne her gün iki melek gönderir bunlardan birisi malını hayra sarfedenler için şöyle dua eder: Ya Rabbi bu malını senin rızan için hayra verene sende daha fazlasını nasip et. Diğeri de malını vermeyip cimrilik eden kimselere şöyle beddua eder. YA Rabbi malını hayır yoluna vermeyip cimrilik edenin malını sende telef et. (Riyezu’s-Salihin)Evet meleklerin bile dua ettiği hayır sahibi olmak ne güzel bir şey. Fakiri yetimi garibanı sevindirmek onun dünyasına inebilmek onun halini anlayabilmek ne yüce bir duygudur.

Devamını Oku...

Amellerin Karşılığı


AMELLERİN KARŞILIĞI CENNET VE CEHENNEM Yüce Rabbimiz iyiler için cennetini kötüler için ise cehennemini yaratmıştır. İman ve Ameli Salih cennete küfür ve kötülükler ise cehenneme götüren araçlardır. Cennetin etrafı zorluklarla çevrilidir. Cenneti kazanabilmemiz için dünya hayatımızda nefsimizin ve şehvetimizin ve de şeytanlarımızın arzu ve isteklerinden uzak durup Rabbimiz’e itaat etmemiz gerekmektedir. Cehennemin yolu ise kolay ve kaygandır. Nefis ve şeytanın kayığına binil dimi cehennemdesin. Helal ve haram hesap edilmeyip Allah’a isyana bayrak açıldı mı hemen cehennemin yolunu tutmuş oluruz. Halbuki kutsi bir hadiste belirtildiği gibi : “Eğer insanoğlu Cenneti görüp bilmiş olsaydı ne yapar eder cennete girmek için canla başla çalışır orayı kazanırdı. Ve eğer cehennemin dehşetini anlayabilmiş olsaydı orayı düşünmemek için dünya hayatında her türlü sıkıntıya katlanır. Her şeyini feda ederdi”Rabbimiz bize cenneti kazandıracak ve cehennemden uzaklaştıracak davranışların tümünü kitap ve peygamberler aracılığı ile bildirmiştir. Bugün elimizde her türlü tahrif ve tebdilden uzak aslı ile muhafaza edilmiş yüce kuran mevcuttur. Allah Resulunun sahih hadisleri mevcuttur. Bu ikisine sarıldığımız zaman asla sapıtmayacağımızı peygamberimiz bizlere bildirmiştir.Allah’ın ve resulunun yolunda gidenler elbette cehenneme düşmeyecek ceza çekmeyecektir. Onlar cennette sonsuza dek nimetler içerisinde yüzeceklerdir. Küfür ve isyan bataklığına saplanmış ve ayrıca sirk ve nifaka davet eden kitap ve sünneti inkar eden Allah’a isyan edenlerin varacağı cehennemin ta kendisidir. Ve orada ebedi kalacaklardır. Onlar dünya da iken yardımcı ve yaltakçıları olsa da ahirette ne bir yardımcıları ne de kendilerinin peşinden giden şakşakçıları olacaktır. Onlar yapayalnız kalacaklardır.Mahşer günü kişi kardeşinden babasından hanımından ve çocuklarından kaçacak,dünyada iken yaptığı kötülükler açığa çıktıkça yerin dibine geçecektir. Kimse kimsenin derdiyle ilgilenmeyecektir. O gün ne mal ne mülk ne evlat fayda vermeyecek. İman ve temiz bir kalp ınsanı kurtaracaktır. Dünyanın geçici zevklerine aldanarak Allah’u Tealaya inanmayan ya da O’na isyan ederek yaşayanlar cehennemde çok acı bir şekilde azap göreceklerdir. Allah’u Teala Kurani Kerimde cehennemi ve cehennemlikleri şöyle tarif ediyor. “ Ey habibim inkar edenlere şöyle,yenileceksiniz ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü bir dösektir.” Ali İmran-12“ Onların hepsine vaat edilen yer cehennemdir. Cehennemin yedi kapısı vardır. O kapıların her birinden girecek muayyen bir zümre vardır.” Hicr-43-44“ O ayetlerimizi inkar edenleri yakında bir ateşe sokacağız. Derileri pistikçe azabı tadsınlar diye ,başka deriler vereceğiz. Şüphesiz Allah üstün ve hikmet sahibidir.” Nisa-56Amel defteri solundan verilenler onlar kötülüğün temsilcileri şeytanın askerleridir.Delikçilere işleyen bir ateş ve kaynar şu içinde. Kara dumandan bir gölge altında. Ki o ne serindir ne de faydalı. Çünkü onlar bundan önce varlık içinde şımartilmişlardı. Büyük günahı işlemekte ısrar ediyorlardı. Ve diyorlardı ki: biz öldükten sonra kemik yığını olduktan sonra biz mi bir daha dirileceğiz.De ki: öncekiler ve sonrakiler belli bir günün buluşma vakti mutlaka toplanacaklar. Sona siz ey sapık yalanlayıcılar elbetteki bir ağaçtan zakkum ağacından yiyeceksiniz. Onunla karınlarınızı dolduracaksınız.üzerine de kaynar şu içeceksiniz. Susuzluk hastalığına tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz. Çünkü içtiğiniz şu susuzluğunuzu gidermeyecek tersine hararetinizi artıracaktır. İşte ceza gününde onların ağırlanışı bu şekilde olacaktır.”Vakıa ,41-56Bir su damlasından meniden yaratıp sonra çürümüş birkaç parça kemik olan insanın nereye sığınırsa sığınsın ölümün penceresinden kurtulamayan, dünyaya çıplak gelip ,ana kucağı arayan yerlerde sürünen insan ,Allah’ın yaratmış olduğu ateşe suya havaya ekine her an muhtaç olan bu insanın Rabbine isyan etmesi firavunluk nemrutluk Karunluk taslaması ne kadar gülünç ve ne kadar abestir. Bu gönül ne kadar kirli ne kadar paslıdır. Bunu ancak ateş temizleyecektir. Kafir ve müşrikler cehennemde ebedi kalacaklardır. Orada ölümde yoktur. İman edip salih amel işleyenler ise cennete girecekler ebedi olarak orada kalacaklardır. Allah’u Teala cennet ve cennetlikleri kitabında şöyle haber veriyor.“ İnanıp yararlı işler yapanlara altlarında ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele onlardaki herhangi bir meyveden riziklandırıldıklarında bu daha önce de riziklandırıldığımız şeydir. ( dünyada iken de bu rizıktan yemiştik derler) cennetteki bu rizik onlara benzer verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşlerde vardır. Ve onlar arada ebedi kalacaklardır. Bakara-25işte onlardan yüksek derecelere yaklaştırılanlar nimet cennetlerindedirler. Çoğu önceki ümmetlerden birazda sonrakilerden ( Muhammed ümmetinden olan bu mutlu insanlar) altın ve cevahirle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Onların üzerinde karşılıklı yaşlanırlar. Çevrelerinde ebedi yaşama erdirilmiş gençler dolaşırlar. Akıp giden şarap kaynağından doldurulmuş testiler ibrikler ve kadehlerle bir şarap ki ondan ne başları ağrıtılır ne de akılları giderilir. Beğendikleri meyveler canlarının çektiği kuş etleri iri gözlü huriler saklı inciler gibi yaptıklarına karşılık o müminlere bahsedilmiştir. Orada ne boş bir söz ne de günaha sokan bir laf işitmezler. Duydukları söz yalnız selam, selam dır. İyilik taraftarları hakkı tutanlar ( Sağın adamları nedir o sağın adamları ) onlara dikensiz kirazlar kökünden tepesine kadar uzamış meyve dizili müzlar,uzamış gölgeler,fışkıran sular tükenmeyen ve yasaklanmayan pek çok meyve arasında ,ve yükseltilmiş dösekler üzerindedirler. Biz orada ki kadınları yeniden inşa ettik. Onları bakireler yaptık. Hep yaşıt sevgililer inanlar için bu iyi kulların bir çoğu önceki ümmetlerdendir. Bir çoğu da sonrakilerden. Vakıa,11-40Efdalul Beşer aleyhisselatu vesellam efendimizde hadisi şeriflerinde cenneti ve cennetlikleri şöyle tarif ediyor:“derece bakımından cennet ehlinin en aşağı mertebede olan kimsenin seksen bin hizmetçisi ve yetmiş iki hanımı vardır. Kendisi için şam ,yemen ,cabiye ile Mekke arasında ki mesafe kadar inci zeberced ve yakuttan bir kubbe dikilecektir.” ( Tirmizi,2687)“ Cennet ehlinden büyük ve küçük yaşta bütün ölenler Cennette orta yaşına çevrilecekler ve onların yası otuzun üzerine asla çıkmayacaktır. Cehennem ehlide böyledir.” (tirmizi,2687)Cennet ehlinin başlarında taclar vardır ve bu taçların en az değerlisi doğu ile batı arasını muhakkak aydınlatır. Kurani kerimin haber verdiğine göre ehli cennet bu nimetlere karşı şöyle diyecekler: “ Lütfedip bizi buraya getiren Allah’a hamd olsun. Allah bizi getirmeseydi biz bunu ( bu nimeti) bulamazdık. Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler. Söyledikleri doğruymuş dediler. Onlara işte size cennet yaptıklarınıza karşılık o size miras verildi. Diye seslenildi.” Araf,43“Ateş halkı cennet halkına suyunuzdan veya Allah’ın size verdiği rizıktan biraz da bizim üzerimize dokun nolur,diye yalvardılar. Onlar da dediler ki; Allah bu ikisini kafirlere haram etmiştir. Onlar ki dinlerini bir eğlence ve oyun yerine koydular ve dünya hayatı kendilerini aldattı. Onlar bugünleriyle karşılaşacaklarını nasıl unuttular Ve ayetlerimizi bile bile nasıl inkar ediyor idilerse bizde bu gün onları öyle unuturuz.” Araf,50-51Bunca cennet nimetini ve saadetini Havzi sadıklarla sıddıklarla beraber olmayı cemalüllahi dünyanın şu geçici zevkine yarım yamalak eğlencesine tercih etmek akıllıca bir seçim değildir. Ebedi bir hayatı fani bir hayatla elden kaçırmak çok acı çok kötü bir sonuçtur. Binaenaleyh duamız ve işimiz cenneti kazanmak ,cennete girmek cehennemden Allah’u Tealaya sığınmak olmalıdır. O karanlık günle için buradan ışık götürmek aydınlık götürmek başlıca derdimiz tasamız olmalıdır.Allah Resulü aleyhissalatu vesselam efendimiz:“ Her kim Allah dan üç kere cennet dilerse, cennet onun için Allahım onu cennete şok diye dua eder.kim de cehennemden üç kere Allaha sığınırsa cehennem de onun için Allahım Onu cehennemden koru diye dua eder. Buyurmuştur. Tirmizicennet ve cehennemi daha iyi öğrenip iman ettiğimizi söylediğimiz fakat hatırımıza bile gelmeyen ahiret hayatına yeniden iman etmeliyiz....

Devamını Oku...

Dua Ve Önemi


Kul olmamızın aciz olmamızın gereği her işte ve her yerde rabbimizi hatırlamak derdimizi ona iletmek ve hacetimizi ondan istemek durumundayız. Şüphesiz Allah herşeyin yaratıcısıdır. Muhtaç olduğumuz bir şeyi onun dilemesiyle elde edebiliriz. Dolayısıyla kulun kulun bir ihtiyacı olduğu zaman Rabbının kapısına varırkı biz buna dua diyoruz. Allaha yalvarmak hacetini ona bildirmek ve ondan istemek manasına gelen dua ,Resulullah efendimizin ifadesi ile; ibadetlerin özüdür,adeta ibadetlerin iliğidir. Her çeşit ibadetimiz bir duadir. Namazimiz baştan aşağı bir duadir.Rabbimiz bize her zaman her ahvalde dua etmemizi ve ne dilersek kendisinden dilememizi istemektedir. Bir hadis-i kutside şöyle buyrulmaktadır.“Ey kullarım benim hidayet ettiklerimden başka hepiniz sapıklıktasınız. O halde benden halde benden hidayet isteyinki sizleri hidayete erdireyim. Ey kullarım benim doyurduklarımdan başka hepiniz açsınız. O halde benden rizik isteyinki sizleri riziklandırayım. Ey kullarım benim giydirdiklerimden başka hepiniz çıplaksınız. O halde benden giydirilmeyi isteyin ki sizleri giydireyim. Ey kullarım sizler gece gündüz hata eder durursunuz. Ben ise günahları hepinizi bağışlarım. Hadi benden bağışlanmayı dileyinki ben de sizi affedeyim. Evet merhamet sahibi yüce Allah kullarının günahlarını affetmek için onların kendisine dua etmesini ve dua ettikleri takdirde her türlü ihtiyaçlarını karşılayacağını beyan ediyor. Ayet’i kerimede rabbimiz şöyle buyurmaktadır.“Ey Muhammed eğer kullarım sana beni sorarlarsa şüphesiz ki ben çok yakınım. Du edenin duasını dua eder etmez kabul ederim. Benim emrime uysunlar ve bana iman etsinler ki doğruyu bulabilsinler.”Evet bize şah damarımızdan bile daha yakın olan yüce Mevlamız her türlü ihtiyacımızı bizden daha iyi bilmektedir. Ama kulluk ve imtihan gereği bizim kendisinden istememizi kendisine el açıp boyun eymemizi murad etmektedir.Kimler ihtiyaçlarını Allah’dan isteyecek kimler başka mabutlardan isteyecek sınamaktadır. Ve bize beş vakit namazda her rekatında “iyyake na’budu ve iyyake neştein” Ya Rab ! yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz. Dedirterek başkasına kul olmayacağımıza ve sırf Allah’dan isteyeceğimize dair söz almaktadır.Bütün dünya bir araya gelsede bize yardım etmek istese,bizim ihtiyaçlarımızı karşılamak için seferber olsa Allah istemedikçe hiç kimsenin bize bir faydası olamaz. Yine bütün insanlık bir araya gelse Allah’ın takdir ettiği bir musibeti erteleyemezler. O halde hacetlerimizi ondan bundan istemek yerine Rabbimize havale edelim. Ona yalvaralım elimizi ona açalım. Ya Rab kapına geldik ellerimizi açtık sen bizi boş çevirme diye niyaz edelim. Şüphesiz duamız kabul olunacaktır. Hakkımızda hangisi hayırlı ise rabbimiz bize onu bahsedecektir. Zaten gidecek başka kapımızda yoktur. Dua etmeyen Allaha yalvarmayan kimseler çareyi içkide,kadında,kumarda,ve hatta intiharda ararlar. Halbuki Rabbimiz yokmu benden isteyen istediğini vereyim buyuruyor. Allah Resulü A.Ş. efendimiz ayakkabınızın bağı kopsa onu bile Allah’tan isteyin buyuruyor.çünkü o dilerse akan sular durur. O dilerse denizler yarılır. O dilerse ateş yakamaz olur. O dilerse Musa’yı firavunun sarayında büyütür. O dilerse kafirler önlerinden geçen Peygamberi göremezler. Onun herşeye gücü yeter. O bir kere ol derse herşey oluverir. Bir kuluna yürü kulum derse o şahsi ki durdura bilir?Malımız mülkümüz, evlat ve hayallerimiz hep O’nun lütfudur. Neşemiz ,sıhhatimiz,sevincimiz hep O’nun rahmetidir. O’nun dergahına yüz sürmeliyiz.hep anmalıyız. O’dan gafil olmamalıyız. Kalpler O’nu anmakla huzur bulur. Mevlam görelim neyler neylerse güzel eyler deyip O’nun takdirine boyun eymeliyiz. Hakkımızda en hayırlısı ne işe biz değil yalnız ve yalnız O bilir. Sıkıntılı ve dar zamanlarımızda Alla in yardımını götrmek istiyorsak bolluk ve neşeli günlerimizde de O’nu anmalıyız. Sıkıntıda nasıl dualer ediyorsak bollukta da dua edip sürekli Allah’ı hatırlamalıyız. Yunus’un dediği gibi; Dağlar ile taşlar ile çağırayım mevlam seni seherde kuşlar ile Çağırayım Mevlam seni. Diyerek onu her an hatırlamalıyız. Allah teala kendisine yönelen kulunun mutlaka mükafatını verecek onu yardımsız koymayacaktır.hacet kapımız onun kapısıdır. Ancak onun kapısı önünde diz çökeriz derdimizi ancak ona dökeriz dediği gibi ; adın senin”gaffar” iken aybortucu “şeffar “iken kime gidelim sen var iken cürmüm ile geldim sana. Diyerek ona yalvarıyoruz. Yüce Raabim günahlarımızı affetsin bizi cehennemden azad edip cennetine dahil etsin. Dünyada da ahirette de muradımızı nasip etsin.

Devamını Oku...

Nefsin Hile Ve Tuzakları


İnsanlar ruh, beden ve nefis üçlüsünden mürekkep yaratılmış varlıklardır. Bedeni kontrol ve idare eden insanın ya nefsidir veya ruhudur. Vücudumuz bir bakıma ruhun bineğidir. Nefis hayvanı arzu ve istekleri emreder. Ruh ise ruhani, ulvi, melekî arzu ve istekleri emreder. İşte her insan bu ruh ve nefsinin mücadelesi içerisinde yaşamını sürdürmeye çalışır. Bu mücadelede nefsin ve şeytanın yolunda gidenler, hayvanlar gibi belki de onlardan daha sefil bir şekilde yaşamak zorunda kalanlardır. Ruhun ve aklın yolunda gidenler ise melekler gibi ya da meleklerden daha yüce bir hayat yaşayan kâmil insanlardır. Nefis hiçbir zaman iyi ve doğru olanı yaptırmak istemez. O hep hevâ ve arzuların tatminini ister. Bunlar isterse akla ve dine aykırı olsun, isterse bütün canlıların zararına olsun, nefis ancak kendini oyalamak kendi zevk aleminde uçmak ister. İçimizi bizlerden çok daha iyi bilen Yüce Rabbimiz nefisle mücadele etmeyi ve nefsimizin değil, Hakkın yolunu, Allah’ın kitaplarının onun elçilerinin yolunu tutmamızı emreder. Zira nefis insanı çok gülünç hallere düşürür. İnsan ihtiyarlık yaşına bile gelse ona gülünç işler yaptırır. Sonu pişmanlıkla bitecek pek çok yaramazlıklar yaptırır. İnsanoğlu Allah’tan gafil olduğu zaman, iradesini kullanmayarak, aklını bir tarafa bıraktığı zaman nefsinin eline düşer. İnsan çocuk iken şekeri, tatlıyı çok sever. Nefsi hep tatlı ister, onun için ağlar, onunla kandırılır. Gençlik çağına geldi mi, nefis bu sefer hemcinsine karşı ilgi duymaya başlar. Bu duygu ve arzular peşinde çirkin ve haram işlere tevessül eder. Azgın nefis daldan dala uçmaya, uçsuz bucaksız zevk ve eğlence alemleri aramaya başlar. Evlenip çoluk çocuk sahibi olduktan sonrada nefis yine insanın yakasını bırakmaz. Bu defa da mal biriktirme hırsı kaplar. Kimi zaman nefis, para için mal için kavga ettirir, adam öldürtür. Bazen de diyar diyar gezdirir. Kazandıkça doyacağı yerde acıkır. Daha fazlasını ister. Halbuki insanoğlunun dağlar kadar yığılı altını olsa yine de yetinmez, fazlasını ister. İnsanoğlunu ancak bir avuç toprak doyurur. Mali mülkü de olduğunda rahat ve lüks içinde yaşamaya başladığı zaman, bu kez de nefis riyaset sevgisine kapılır. Baş olmak, alkışlanmak, omuzlarda taşınmak ister. Herkesin kendinden bahsetmesini, kendisini konuşmasını ister. Bunun için yıllarca biriktirdiği mallarını harcamaya bile hazırdır. Bir mevki sahibi, bir baş olabilmek için yanar tutuşur. Şahsiyetinden, ilkelerinden tavizler vermeye başlar. Arzuladığı makama geldiği zaman ise her şey değişir. Konuşması, yürümesi başkalaşır. Kendini farklı görmeye başlar. Nasihatlar vermeye, yol göstermeye kalkışır. Mikrofonlar tutulduğunda dünyayı kendisinin yönettiği hissine kapılır. Geldiği yeri ve cürmünü unutur. Eş, dost tanımaz. geldiğinin çevrenin bilinmesini bile istemez. Gurur ve kibir küpü haline gelir. Yanına yaklaşılması bir hayli zorlaşır. Diğer taraftan kazandığı mal, mülk ve mevki ile değişmeyen, şahsiyetli, dürüst insanlar ise azdır. Onlar nefsinin değil, ruhunun ve aklının yolunda giden dürüst insanlardır. Fakat bu, büyük mücadelelerle zor kazanılmış bir başarıdır. Herkesin başarabileceği bir husus değildir. İnsanın nefsi hiçbir zaman boş durmaz. Her yer ve her zaman aldatacak bir şeyler bulur. Yusuf (a.ş) kötülüğe düşmemesine rağmen, ‘Ben böyle yapmakla nefsimi temize çıkarmak istemiyorum. Çünkü nefis insana daima kötülüğü emredicidir. Ancak Rabbimin esirgediği bir nefis ola. Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir’ (Yusuf, 53). Sâir Büsurî işe şöyle demektedir; “Nefsi emmâre ve şeytana karşı köy ve isyan et! Onlar sana güzel öğütlerde bulunsalar bile sen yine kabul etme. Çünkü nefis iyi olanı emretmez; o yine bir hile düşünür. Nefsin isteklerini yerine getirmekle o doymaz, aksine daha da ister. Nefis süt emen çocuk gibidir. Eğer onu sütten kesmezsen delikanlı da olsa süt emmek ister. Ama vakti gelince sütten kesersen o da bu alışkanlığı bırakır. Hiç öduna ateş atmakla ateş soner mi? Nefse istediğini vermekle de nefis doymaz. Daha yok mu? diye feryat eder. İçimizde sürekli bulunan ama gözle görmediğimiz, bazen “ben”, bazen “gururum” diye ifade ettiğimiz, kimilerinin “ego” diye adlandırdığı, “canım” dediği bu düşman hep aynıdır ve her insanda mevcut olan nefistir. İnsana yakışan bununla mücadele etmek, nefsin hile ve tuzaklarına karşı aklını, iradesini ve ruhunu güçlendirmektir. Her yaptığımız davranışta önce niyetimizi kontrol etmeliyiz. Bu işi niçin yapıyorum, Allah rızası için mi, insanların yararına mı? ya da nefsim hoşlanıyor diye mi? Bunları iyi düşünmek durumundayız. Bazen iyi bir iş yapıyor bile görünebiliriz. Ama orada yine nefis araya girmiş ise sonuçta sevap yerine günah kazanırız. Nitekim caddede yürürken vitrinlere bakan insanlar görürüz. Kimi eşyalara bakar onları inceler, kimi de vitrin camindan kendi silüetini görür, saçını, başını düzeltir, elbisesini kontrol eder. Görünüşte ikisi de vitrine bakar ama niyetler başkadır. Dolayısıyla her halimizde niyetimizi ve maksadımızı kontrol etmek zorundayız. Hayatımızı, nefsimizin arzu ve istekleri yolunda harcamak yerine, aklımızın ve irademizin yardımı ile Rabbimizin bize gösterdiği istikamette yaşamaya gayret etmeliyiz.Doç Dr. Mustafa Karataş

Devamını Oku...

Herkes Mes'uldür


İnsanlar cemiyet halinde yaşamak zorunda oldukları gibi bu toplum içerisinde de bir takım vazifeler yüklenmek ve bu vazifeleri adil ölçüler içerisinde yerine getirmekle muhatabtirlar.Cemiyetlerin tessekül ettirilebilmesi ve ayakta kalabilmesi ise, fertlerinin görevlerini, disiplinize edilmiş birtakım şart ve kurallar içerisinde de yerine getirebilmeleriyle yakından alakalıdır. Görev vazife yükümlülük mesuliyet kavramlarının olduğu yerde amirlik memurluk mefhumları da tabiyatı ile olacaktır. Öemanda ki hayvanların nasıl bir kralı varsa havada ki göçmen kuşların naişl bir rehberi mevcut ise insanlar içerisinde de rehberler amirler idareciler yolgosrericiler olmak zorundadır. Ve olagelmiştir. İlk insane adem aleyhisselam kavmının efendisidir peygamberidir yol göstericisidir. Amiridir. Allah ın son peygamberi efdadul beşer aleyhisselatu vesselam efendimizde peygamberliği gereği bir rehber bir önder olduğu gibi aynı zamanda da bir amir devletin bir reisi durumunda idi. Devlet reisliği veya başkanlığı amirlik olduğu gibi 3 yada 5 kişinin idaresinden sorumlu kimse de kendilerine tabi olanlara nisbetle amir durumundadır.Hiç bir insan amir veya memur dışında kalamaz. Allah Rasulu efendimiz; her biriniz çobansınız. Ve elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Devlet reisi imam çobandır. Halkından sorumludur. Erkeklerde ailelerinin çobanıdı ve sürüsünden mesuldur.. Kadın kocasının evinin çobanı çocuklarının eğitim ve namusundan mesuldur. Hizmetçi işçi efendisinden patronunun malını gözetmekle yükümlüdür,o da ondan sorumludur. Hülasa hepiniz çobansınız ve elinizin altındakileri korumakla ,vazifelerinizi yerine getirmekle mükellefsiniz’ buyurmaktadır. Tek başına yaşayan bir çoban bile kendi vücudunu korumakla mükelleftir. Bir kavmın bir topluluğun başına geçmiş yönetici olmuş bir kimse o toplumun her haliyle tüm problemleriyle ilgilenmek ,çaresini aramak ihtiyaçlarını gidermeye çalışmakVe onlara iyi muamele etmekle sorumludur. Cenabi hak baş tarafta okuduğumuz ayeti kerimede mealen şöyle buyurmaktadır :“müminlerden sana tabi olanlara kanadını aç şefkatle muamele et.“Diğer bir ayeti kerimede ise; „“muhakkak allah adaleti ihsanı akrabayı gözetmeyi emreder. Edepsizlikten fenalıktan ve azgınlıktan men eder. Ders almamız için bu konuda size öğüt verir buyurarak adaleti ve iyi muamele yapmayı zulmetmemeyi emretmektedir.Rasulullah (sav) efendimiz herhangi bir amir müslümanların işini üzerine alırda onların iyiliğine çalışmazsa müslümanlarla birlikte cennete giremez. Buyurmaktadır.işte bu korku ve inançla haşır üzerinde yatmıştır. Rasulullah ve onun raşit halifeleri ve bu duygu ve düşünce ile gece yarıları uyumayıp halkın halini araştırıp allah korkusundan gözyaşı dökmüşlerdir.Ve bu mesuliyet duygusuyla Hz. Ömer ! kenarı diclede bir kürt aşırsa bir koyunu, gelirde adlı ilahi sorar Ömer’den onu diyerek“ tarihe adalet güneşi olarak geçmiştir. Ve hep kaçmışlardır başkanlıktan,reislikten olamk için değil olmamak için yarışmışlardır birbirleriyle.Erkek de evinin reisidir ve aile fertlerinin her halinden sorumludur. Allah’u Teala “ey iman edenler kendinizi ve aile efranıdınızı yakıtı inasanlar ve taşlar olan cehennem ateşi olan cehennemden koruyunuz’ buyurulmaktadır. Hanımlar ve çocuklarımızın maddi ve manevi ihtiyaçlarından sorumluyuz ve onalrin hatası ve sevabıyla bizde muhatabız.Kardeşin,kardeşten,kişinin anne ve babasından,hanımından çocuklarından kaçacagio kıyamet gününün dehşetinden korunabilmemiz onlara karşı vazifelerimizi yerine getirmemizle mümkün olabilir. Aksi takdirde şahıs olarak yapmış olduğumuz ,hasenat ve ibadetlerimizin faydasını göremiyebiliriz. Çocuklarımıza dünya serveti yığmak biriktermek yerine,onları,ahırette bizim için sevap kaynağı olacak şekilde müslim-muvahhid-mücahid dürüst bir insan cemiyetifaydalı bir insan olarak yetiştirmeliyiz. Ayağına diken batmasına bile tahammül edemediğimiz yavrularımızın o korkunç azaba uğramalarına nasıl seyirci kalabiliriz. Bu konuda neden hassas değiliz.Kadınlardan evinden sorumludur. Namusunu korumakla,çocuklarını eğitmekle, koasına hizmet etmekle yükümlüdür. Çocuğun okulunun eğitimini takip etmekle sorumludur.İşçi, işverenini aldatmayacağı onun malına işine hile yapmayacağı gibi işverende işçisinin emeğinin karşılığını vermek , onun zulmetmemekle onu sömürmemekle yükümlüdür. Emeğinin karşılığını işçinin alın teri kurumadan vermelidir.Hoca,talebesinden,talebeside hocasından sorumludur. Kısacası toplum içerisinde yaşayan sosyal ve şahsi vazifelerle yükümlüdür. Ve bunları Allah ve Rasulunun istediği şekilde yerine getirmek zorundadır.Sahip olduğu mevki makam ve selahiyetleri kötüye kullanmak müslümanların menfaatlerini değilde şahsi menfaatlerini tercih etmek veya müslümanların düşmanlarının karanlık emellerine alet olmak o kimsenin çetin bir azaba uğramasına sebeb olacaktır. Ve onun hesapların görüldüğü günün dehşetinden ne efendileri ne de şakşakçıları kurtarabilecektir. Bir kaç kirli dosyanın açığa çıkmasıyla dünyada insanların yüzüne bakamayanlar yada işi pişkinliğe vurunlar bütün dosyaların ortaya serildiği mahşer günü hangi tarafa kaçacaklar nereye saklanacaklar.Ya Rab! Yüzümüzü kızartacak fiilleri işlemekten sana sığınırız. Sen bizi yüzsüzlerin şerrinden koru.. en önemli vazifemiz ailemize karşı olan vazifemizdir. En küçük toplum birimi ailedir. Fertler aileyi ailelerde cemiyetleri meydana getirir. Sağlıklı ve düzenli ailelerden oluşan toplumlardan sıhhatli ve güçlüdür. Dejenere olmuş ailelerden müteşekkil sıhhatli bir toplum düşünülümez. Bu nedenle fert,fert her insana sorumluluk yükleyen islamiyet bu sorumluluklarının en önemlisini ve en çoğunu da aile fertleri arasında birbirlerine karşı vazife ve haklar olarak beyan etmiştir. Kadının kocasına,kocasının hanımına karşı hak ve vazifeleri vardır. Çocuklar ın anne ve babasına karşı,ebeveyninde çocuklarına karşı hak ve yükümlülükleri vardır. Bunlar yerine getirilmediği zaman ailede çöküş başlamış toplum içten içe yanmaya yüz tutmuş demektir. Dinimize göre ailemizin reisi erkektir. Aileden mesulde odur.kadın kocası varken aile reisi değildir. Zaten olması da fıtratına aykırıdır. Kadının ruhen ve bedenen yapacağı işlerle ,erkeğin beceri ve kabiliyetleri ayrı ayrı şeylerdir. Bunları kadınada yüklemek zulümdür. Erkek çalışıyor o halde kadın da çalışsın demek kaddin hakkı değil kadını sömürmektir. Kadına zulüm etmektir. Kadının çocuklarına karşı vazifeleri vardır. Bunları yapabiliyorsa kendisine zaten bu yetip artmaktadır. Birde kadını sabahtan akşama kadar çalıştırıp akşamda evinde hizmet etmesini istemek haksızlıktır. Bu çocuklar içinde haksızlıktır. Anne baba yüzü görmeyen anne şevkatinden mahrum çocuklar bunalıma girmektedir. Kendisi de büyüdüğünde sıhhatli bir aile yuvası kuramamaktadır. Ve küçükken sevgi ve şevkatını göremediği anne ve babasını büyüdüğü zaman hiç tanımamakta onlara itaat etmemektedir. Halbuki cenab’ı Hak onlara of bile demeyin buyuruyorken Anne Baba döven nesiller yetişmektedir. Ve körüklenmektedir asi gençler anarşist gençler yetişsin diye. Dini hakkı ile öğretilmediği gibi üstelik her gün istisnasız amerikan dizi ve filimleriyle çocuklarımız koparılmaktadır. Anne babalar çocuklarından , kadınlar kocalarından uzaklaştırılmaktadır.Yüz kızartıcı film ve rezaletler ailelerimizi içten içe yıkmakta hergün biraz daha bozup dağıtmaktadır. Buna dur demek bütün müslümanların en başta görevidir. Müslüman aile yapısının öğretileceği yerde kokuşmuş dejenere olmuş sufi batı tipi aileye özendirilmektedir insanımız. Buda toplumumuza çok pahalıya mal olmaktadır. Kendi elimizle sonumuzu hazırlamamız demektir. İşte sonradan dizimizi dövmekten iş işten geçmeden tedbir alıp çocuklarımızın din ve ahlak dersi almasını kuran ve ilmi,hal bilgilerini öğrenmesini ihmal etmemeliyiz.

Devamını Oku...

Gıybet Ve Zan


Yüce Allah iman edenleri birbirlerine karşı suizanda bulunmalarını birbirlerinin ayıplarını araştırmalarını ve birbirlerinin giybetlerini yapmalarını yasaklıyor ve metni okuduğu Ayet-İ kerimede mealen şöyle buyuruyor; “Ey iman edenler zannin bir çoğundan kaçının. Çünkü zannin bazısı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Birbirinizin giybetini yapmayın. Sizden biri ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? ondan tiksinirsiniz değil mi? Allah’dan korkun şüphesiz ki Allah tövbeleri daima Kabul edendir,çok merhametlidir.’ Müslüman elinde delil olmadıkça kesin bir bilgisi olmadan bir olay hakkında kötü mnefi bir zanda bulunmaz. Bu zan üzerinde hukgm bina edemez. Bize bir haber ulaştığında hemencecik inanmak ha öyle mi vay canına demek bu adam da sahtekarmış şöyleymiş böyleymiş diye hüküm vermek yanlış olur. Halbuki haberin kaynağını incelememiz doğruluğuna kanaat getirdikten sonra hüküm vermemiz daha doğru olur. Çünkü ( yine aynı süredeki bir başka ) ayeti kerimede Cenabi Hakk’ ey iman edenler size faşik birisi bir haber getirdiğinde onu araştırın hemen inanıp hüküm vermeyin. Bilmeden haksız yere bir kavme edersinizde sonra yaptığınıza pişman olursunuz.’ Buyuruyor. Hele bugünün insanları sözüne güvenilmeyen, sahidliği islama göre kabul olunmayacak , haram yiyen haramla istiğfar eden insanların sözlerini dinleyerek bir konuda karar vermek hiç de hjos bir durum değildir.Ayrıca birtakım dedikoducu insanlar vardır ki onların vazifesi iki müslümanı birbirine düşürmek müslümanları zayıf düşürmektir. Bu gibilire fırsat verme gafletinine düşmemeliyiz. Bir haber bir söz duyduğumuzda veya bir olaya hakemlik yaptığımızda iki tarafıda iyice dinlemeden tahkik etmeden hüküm vermemiz dünya ve ahirette aleyhimize olur. Müslüman bir kardeşimiz hakkında kötü bir söz söylendiğinde aleyhinde konuşulduğunda doğru değilse dur diyebilmeliyiz. O kardeşimiz böyle birşey yapmaz ben onu tanıyorum diye giybeti yapılan insani gıyabında savunmak üzerimizde borçtur. Giybet bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek bir şekilde lüzumsuz yere zaruret olmaksızın anmaktır. Zaruretin ölçüsü ise kitaplarda belirlenmiştir. Bir adam islam düşmanı ise müslümanları o tehlikeden haberdar etmek üzere onun halleri müslümanlara anlatılabilir. Fakat adam müslüman ise bir taki kusurları varsa işte onalri kendisinin bulunmadığı yerde başkalarına anlatmak giybet olur haramdır. Allah-u Teala bunu kardeşinin etini yemeye benzetmiştir çok büyük günahtır.Allah Rasulu şöyle buyurdu:“ giybet zinadan daha büyük günahtır. Ashabı kerim söylem sordular:Ya Rasullulah giybet zinadan nasıl büyük günah olur dediler. Allah Rasulude şöyle cevap verdiler:Kişi zina eder sonra pişman olur tevbe eder Allah da onun tevbesini kabul eder, onu bağışlar. Fakat giybetini yaptığını kişi kendisinin giybet suçunu bağışlamadıysa giybetçi Allah tarafından bağışlanmaz. (m. mesabih k. adap 1874)Hz. Aişe(r.a.) anlatıyor :Kuman safiyenin kısa boylu olduğunu peygambere ima ederek anlattım.Allah Rasulu Safiyenin hoşlanmayacağı şekilde anılmasını tasvip buyurmadı, böylesine bir sözün günahını açıklamak içinde şöyle buyurdu :- Ya Aişe öyle günah söz söyledin ki o sözler deniz suyuna karışsaydı denizin suyunu kirletirdi. ( İ.Kesir,Hucurat 12,3/365)Birde kendimizi düşünelim. İşimiz gücümüz, dedikodu ve giybet , başkalarının hakkında konuşmak , başkalrinin kusurlarını araştırmak ,hatta iftira etmek. Kalplerimiz boşuna kapkara değil işte bükirler,pislikler kalplerimizi kirletiyor onun için biz ibadetlerimizin tadını hissedemiyoruz.Ashab-ı Kiram (r.a.) birbirlerine rastladıkları zaman birbirlerini güler yüzle karşılıyorlardı. Gıyaplarında konuşmazlardı. Bunu münafıklık alameti sayıyorlardı.Şimdi ise yalan söylemek ve giybet etmek idarecilik alametis sayılıyor. Bir mevki ve makamda iseniz, yanınızdaki övmeyi, olmayan kimseyi ise yanınındakinin hoşuna gidecekse kötülemeyi idarecelik sayıyorlar. İşler böyle idare ediliyormuş. Bu düpe düz münafıklık ve iki yüzlülüktür. Bu müslümana yakışmaz.Ebu Hüreyre der ki :Kim dünyada müslüman kardeşinin etini yerse ahirette ona o müslüman eti yaklaştırılır ve kendine diri iken onun etini yediğin gibi ölü olduğuhalde de ye!O da mecbur kalarak yer böylece geveler,tiksinir bağırır ve yüzünü buruşturur.Şimdi bir kimseye giybet etme dediğinde ben giybet etmiyorum ki bunların hepsi onda var diyor. İşte olan bir şeyi gıyabında söylemek tam anlamıyla giybettir.anlattıklarımız doğru değilse o da iftiradır onun azabı daha da çetindir.Değerli alimlerden olan Kadade derki:Bize anlatıldığına göre kabir azabı şu üç şey sebebiyle olur. Biri giybet ,biri nemime (laf getirip götürmek) biriside bevilden korunmamaktadır.Hasan-ı Basri (r.a.) de şöyle demişti:-Allah’a yemin ederim ki giybet,mu’min kişinin dinini ifrad hususunda cüzzamın vücuddaki ifsadından daha da süratlidir.Bir kısım alimlerde ibadeti tarif ederken,oruç tutmak ve namaz kılmakdan öte dili tutmak derlerdi.Sizden bir kimse müslüman kardeşinin gözündeki copu görürde kendi gözündeki mürteği görmez. Nasıl olur derlerki :İnsanı şeytan başlarıyla meşgul ederek aldatır. Hep başkalarının ayıbını kusurunu araştırır. Ne mutlu kendi kusurlarıyla meşgul olanlara...

Devamını Oku...

Fakirlere Yardım


Bu kimseler belki de akşam pazar dağıldıktan sonra kimseye görünmeden karınlarını doyurmak için dökülmüş sebze ve meyve artıklarını toplayan kimselerdir.Bu insanlar belki de giyecek ayakkabısı olmadığı için bir lastik ve ya karton parçasını bağlayıp yürümeye çalışanlardır. Bu kimseler belki de yiyecek yemeği giyecek giysisi omadığı için akrabası ve yakını yardım edin diyecek bile kimsesi olmadığı için ve yardım istemek için evinden çıkmaya bile takatı kalmayan kimselerdir.Evet bu kimselerin sayısı hiç de az değildir. Eğer gerçekten ciddi bir şekilde arayacak tetkik edecek olursak böyle insanların hemen yani başımızda bir mahalle ileride ve ya bir semt ileride yaşadığını fark edeceğiz. Hemen yani başımızda böyle insanlar açlık ve sefalet içerisinde kıvranırken nice dul ve yetimin açlıktan ağzı kokarken ,bir gecede içki masalarında, lokanta köşelerinde nisan ve düğün gecelerinde milyarları harcayan gelinine kızına milyarlık gerdanlıklar takılar takan insanlar. Ne kadar hümanist olduğunu ve insanlara saygılı olduğunu ve onları sevdiğini nasıl söyleyebilir. Bir defasında Hz. Peygamberin kızı Hz. Fatima kocası Hz. Ali’nin getirdiği bir gerdanlığı takmıştı. Kızının boynunda bunu güren Hz. Peygamber Ya Fatima Muhammedin kızı boynuna ateşten bir altın takılmış denilmesini istermisin? Buyurdu. Hz. Fatima derhal boynundan bu gerdanlığı çıkardı onu sattı ve yerine bir köle alarak onu hürriyetine kavuşturdu.İlmi irfanı olan kalemi hitabeti güçlü olan bu nimetlerin şükrünü yine konuşmalarıyla kalemiyle yazısıyla ifa etmeli. Diğer taraftan Allahın mal mülk verdiği kişi de malını hayır yolunda kullanarak şükrünü yerine getirmelidir. Yüce Rabbimiz Hud süresi 6. Ayet-i Kerimesinde de buyurduğu gibi, “Yeryüzünde mevcut her canlının rızkı Allah’a aittir.” Buna göre bırakın zengini fakirin bile rizik endişesi taşıması uygun değildir. Çalışmak ve gayret bizden rizik ise Allah’dandir. Malının artmasını isteyen cenneti ve Rabbimizin rızasına ermek isteyen sevdiği mallarından infak etmelidir. Toplumlarda her sınıf insan mevcuttur. Zenginlerimizin hemen yanıbaşında fakirlerimiz de yaşamaktadır. “ Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” diyen Peygamberimizin ölçüsü ne kadar manidardır. İnsanları düşünmek yine insanların vazifesidir. İyilik yapacaksak önce insanlardan başlamalıyız. Bir tarafta insanlar aç sefil bir hayat yaşarken onları terk ederek yaşamak mantıklı bir hayat değildir. Allahın mükerrem olarak yarattığı insanı düşünmek onun derdine deva olmak gücü yeten her insanın üzerine vazifedir. Fakirlerin bulunması zenginler için birer nimettir. Onları sevindirmek onların hayır duasını almak Rabbimiz en sevdiği ibadetlerdendir. İnsana hizmet etmek insanlar için çalışıp didinmek ne kadar kıymetlidir. Bir kul kardeşinin yardımında olduğu müddetçe Allah da onun yardımındadır. Muhterem müminler cemiyette her türlü insan bulunmaktadır. Köşe başında dilenen insanlardan başka birde haya ve duygusu taşıyıp ta kimseye derdini söyleyemeyen namuslu insanlarda var ki işte bunları bulup ta bu insanlara yardım yapmak ne kadar makbuldür. Baş tarafta okuduğum Ayet-i Kerimede Rabbimiz mealen şöyle buyuruyor: “ sadakalar ,Allah yolunda hayatlarını vakfedenlere sarf edilmelidir. Onlar ticaret için fırsat bulamazlar,hallerini bilmeyenler bunları dilenmedikleri için zengin zannederler. Sen onları simalarından tanırsın onlar halktan ısrarla bir şey istemezler. BAKARA-273Evet işte gerçekten yardım yapmak isteyenler bu gariban yoksul kimseleri araştırıp bulup hayır ve hasenatını bunlara ulaştırmaktadır. Bir başka zamanda Resulullahin hanımı Hz. Aişe iki altın bilezik takmıştı. Resulullah onları görünce “Böyle şeyler Muhammedin aline ehline yakışmaz” dedi. Hz. Aişe de derhal onları kolundan çıkardı. Halbuki altın zinet takmak kadınlara helaldi.Evet bir tarafta insanlar fakir biçare zelil bir halde yaşarken diğer tarafta bir kısım insanların altın,dolar,mark stok etmeleri hanımlarının kızlarının gelinlerinin kollarını ve boyunlarını altınlarla doldurmaları ne kadar doğrudur. Bu mesele de çok yanlış algılanıyor. İslamda kadının altın zinet takınması caizdir. Yani takabilir. Takdiği zaman erkeğe günah olduğu gibi ona günah yazılmaz. Ama biz bu cevazı sanki farzmiş gibi anlamışız. Kolunda bilezik boynunda gerdanlık olmayan kadın kalmamış farz gibi kadınlarımız altınlara boğulmuş. Hem altını doları markı mali stok ediyor geleceğe dair sanki bir şüphe taşıyoruz. Hem de çok derin çok samimi ihlaslı bir müslüman olduğumuzu söyleyebiliyoruz.Bakın peygamber efendimiz aleyhisselatı vesselam efendimiz devletin reisi, ordunun komutanı müminlerin imamı Allah’ın sevgilisi kulu olduğu halde lux ve rahat içinde yaşamayı arzu etmedi. Sıradan bir vatandaş gibi yedi ve sıradan bir vatandaşın giyindiği gibi giyindi. Sarayları korumaları yoktu bazen aç bazen de tok olmak isterdi. Bir defasında Hz. Ömer Resulullahin yanına girdi. Üzerinde yattığı hasırın vücudunda bıraktığı izleri görünce: Sana yumuşak bir dösek yaptırsak Ya Resulullah ! dedi. Bunun üzerine O dünya benim neme gerek” buyurdu.“ Dünya neye benzer bilirmisiniz hayat kervanı giderken bir yolcu istirahat etmek için bir ağaç gölgesinde nasıl konuklarsa biz de öyleyiz.” Derdi.Gelen mali hemen fakirlere sarf ederdi. Aişe r.a. dan rivayete göre: Peygamber ailesi koyun kestiler ve dağıttılar. Peygamberimiz (a.ş.)ondan mı kaldı? Buyurdu. Aişe r.a.ancak kürek kemiği kaldı. Deyinceşu halde kürek kemiğinden başka hepsi duruyor. Buyurdular.Allah Resulü Ebu Bekir’in kızı Esmaya şöyle demişti, Kesenin ağzını bağlama seninde rızkın bağlanır. İnfak et sayma sana da sayı ile verilir. Kilere kapatma senin de rızkın kapanır. (Buharı müslim)Evet Allah Resulü bu söylediklerini aynen yaşayarak örnek oldu. Zengin müminlerinde bu konuda üzerine düşenleri yapması pek çoğumuzun evlerimize depoladığımız yiyecek ve giyecekten pek çok fakir giydirilir ve doyurulur. Bu malları mezara mı götüreceğiz. Hayatta iken ne hayır işlersek o bizim için kar olacaktır.

Devamını Oku...

İslam'ın Çalışmaya Verdiği Önem


Çalışmak ve elde etmek ama helal yoldan kazanmak dinimizde kutsal sayılmıştır. Dünya hayatında çalışana karşılığını vermek Allah’u Teala’nın adaleti gereğidir. ‘ kişiye ancak çalıştığının karşılığı vardır’ buyuran Rabbimiz, ter döküp döküp emek sarfeden ile tembel yembel oturani asla bir tutmayacağını haber vermektedir. Yaşantımız sırasında hiçbir zaman din ve ırk ayırımına itibar edilmeden herkesin çalışmasının ve gayretinin mükafatını aldığını müşahade etmekteyiz.’ hiçbir başarımı tesadüfe borçlu değilim. Buluşlarımda tesadüfen değil,çalışmalarımın eseridir.’ Diyen ( Thomas Addison) bu gerçeğin canlı ifadesidir. ‘Kuvvetli mümin zayıf müminden hayırlıdır.’ Hadisi şerifi tembellere bir ihtar niteliği taşımaktadır. Başkalarının sırtından geçinen asalak ve parazit insanlar dinimizce kınanmıştır. Hz. Peygamber efendimiz bile dualarında tembellikten Allah’a sığınmıştır.Bir gün bir dilenci yardım için hz. Peygamberin (sav) yanına geldi. Allah rasulu eli ,ayağı düzgün güçlü kuvvetli bu adamı .çalışsana buyurdu. Adam nasıl deyince efendimiz: şu ipi al ,dağdan ödün topla şehre getir ve sat dedi . ve şöyle devam etti: ‘sizden birinizin ipini alıpta dağa gitmesi ve arkasına odun demeti yüklenip getirerek onu satması ve cenabi hakkın bu suretle o kimsenin onurunu koruması istediği verilsede halktan dilenmesinden daha hayırlıdır.’Hz. Ömer diyorki : ‘Rızkını elde etmek hususunda gevşeklik gösterme. Tembel tembel oturupta Allah dan rizik isteme. Bilirsinizki gökten ne altın yağar ne de gümüş. Görürümki bazı insanların boyu,gücü,kuvveti, gayet yerinde çok güzel. Bunların ne işle meşgul olduklarını sorarım. Hiçbir işle meşgul değildir. Denildiği zaman onlar hemen gözümden düşer, artık onlara itibar etmem.’Arılara ,karıncalara,kuşlara bakınız, diğer canlılara bakınız hiç boş duran var mı? Her canlı çalışırken kainatın en mükemmel ve mükerrem varlığı olan insana tembellik nasıl yaraşır! Çalışmadan , emek sarfetmeden nimet elde edilemez. Allah (c.c.) rızkı yaratmıştır ve kainatı insanlığın emrine vermiştir. Ancak o rızkı arayıp bulmayı ve en güzel bir biçimde istifade etmeyi insana bırakmııtır. Bu durumu Ümmi Sinan’ın şu sözü ne güzel anlatmaktadır: ‘Bir pınarın başına bir testiyi koysalar, kırk yıl orda dursa dolası değil.’Tembelliğin bir başka turu de vardır ki , o da ‘çalışmak ibadettir’ sözünün arkasına sığınarak,Allahü Teala’nın emrettiği diğer vazifelerden kaçmaktır. İşleri öne sürerek namaz kılamadığını,oruç tutamadığını vs. söyleyenlerde tembellik örneği sergilemektedirler. Çalışmak bu ibadetlere mani olmadığı gibi Allahın emrettiği diğer ibadetlerede bizim ihtiyacımız vardır ve bu ibadetler çalışmamıza asla mani değildir. Bakınız bu konuda Allah Rasulu şöyle buyuruyor: ‘Donya için ahiretini,ahireti için dünyayı terkedende hayır yoktur. Her ikiside lazımdır. Çalışın başkalarına yük olmayınız.Çalışanlar fenalık düşünmeyede vakit bulamazlar. Çalışmayanlar ise fenalıktan kurtulamazlar. En kıymetli sermaye zamandır. Zamanı boşa harcamak en büyük kayıptır. Hatta iki günü müşavi olan bile zarardadır. O halde insana çalışmak yaraşır. M.Akif’in dediği gibi ; ‘Allah’a dayan, s’ay’e şarıl,hikmete ram ol. Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.Çalışmak bizden tevfik ve inayet ise Allah’tandır. Dünya ve mal bizlere bir emanet ve imtihan için birer araçtır. Rizik ise Allah’tandır. Allah Tealanın bize taksim ettiğinden başka hiçbir rizik elde etmemiz mümkün değildir. Rızkımızı ya helal yoldan yada haram yoldan elde etme seçeneğine sahibiz. Çalışmak ve kazanmak ama helal yoldan kazanmak dinimizce kutsaldır. “ kişiye ancak çalıştığının karşılığı vardır.” Buyuran rabbimiz gayret edip ter dökenle tembel tembel oturani asla bir tutmaz. Dünya hayatında çalışıp didinen emek sarf eden isterse kafir olsun Allah Teala onun karşılığını burada mutlaka verir. Çalışmadıktan sonra isterse ne kadar iyi niyetli olursa olsun o kimse zelil ve sefil yaşamaya mahkumdur. Her çalışan Allah’ın takdir ettiği kadar kazanacaktır. Fakat kazançta iki turludur birisi helal yoldan birisi de haram yoldan dır. Biz müminler helal kazanıp helal yemek zorundayız. Çünkü haram rizikta mutlaka bir başka insanın hakkı vardır. Kul hakkı ise ödenilmesi en zor olan haktır. Maalesef günümüzde unuttuğumuz kitabımızdan sildiğimiz bir methum var ki o da helal kazanmak helal yemek...Reklamlarda da kamçılanan aşırı israf ve tüketim tutkusu insanları daha çok harcamaya dolayısıyla çok daha fazla kazanmaya teşvik etmektedir. Ölçüsüz harcamalarını frenlemeyen inancı zayıf ve ya inançsız kimseler ise helal haram hesabı yapmadan sürekli kazanma hırsına kapılmaktadır. Kendi kazandığını kör sayan helal mi haram mı haklımı haksız mı düşünmeyen haramla beslenen bir toplumla karşikarşıyayız. Rızkını lota toto dan ,piyangolardan kazanan insanlar ne dünyadan bir tat alabiliyor,ne de bir zevk. Ne kadar kazanırsak kazanalım ne kadar lux yaşarsak yaşayalım yine hepimiz şikayetçiyiz. Huzursuz yine problemlerin içerisinden çıkamıyoruz. Bunun ana sebebi hiç şüphesiz haram riziktir. Haramla beslenmektir. Baş tarafta metnini okuduğumuz hadis-i Şerifte Allah Resulü )s.a.v.) şöyle buyuruyor. “ Şüphesiz Allah Teala güzeldir. Ve ancak güzel ve temiz olanı kabul eder. Allah müminlere peygamberlere emrettiği şeyleri emretmiştir. O peygamberlere şöyle demiştir:“ Ey peygamberler hoş güzel olan temiz ve helal şeylerden yiyiniz. Salih amel işleyiniz. Yine Allah Teala:” Ey iman edenler size rizik olarak verdiklerimizin temiz helal olanlarından yiyiniz.” Buyurmuştur. Sonra efendimiz (s.a.v.) uzun bir yolculuk yapıp saçı başı tozlanmış olduğu halde ellerini göğe kaldırıp ya Rabbi ya Rabbi diye dua eden birinden bahsederek oysa bu kişinin yediği haram içtiği haram giydiği haramdır. ( hülasa ) haramla beslenmiştir. Bunun duası nasıl kabul edilir buyurmuştur. Bir başka hadis-i şerif ise şöyledir: Sa’d İbn vakkas Allah Resulüne şöyle sordu: Ya Resulullah Allah’a dua ediniz de benim duamı kabul etsin dedi.Nebiy (a.ş.) buyurdular: Ey Sa’d helalinden ye duan kabul olsun. Muhammedin nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki bir kul ağzına haram bir lokma koyduğu zaman kırk gün onun yaptığı hayırlar ibadetler kabul olunmaz haramdan oluşan bir et parçası ise ancak cehennem ateşine layıktır. Evet helal haram demeden yiyip içip sonra da duasının kabulü için dileğinin yerine gelmesi için türbe türbe mezar mezar gezenlerin kulağı çınlasın! Ne kadar gezersen gez yediğin lokma haram ise boşuna kürek çekersin her işin başı helal lokmadır. Helalinden yemek dünyanın ve dinin temelidir. Temel zayıf olursa kurulan tüm yapılar çökecektir. Helal olan az lokma haram olan çok lokmadan daha hayırlıdır. Helal de bereket vardır. Haramda bereket yoktur. Helal de huzur ve itminan vardır. Haramda huzursuzluk ve doyumsuzluk vardır. Mevla’nın bize nasip ettiği hakkımızda hayırlı olanıdır. Kaldı ki hayır ve şer izafidir. Bir avcı bir geyik avlasa bu avcı için sevinilecek bir hayır,geyik için ise istenmeyen bir serdir. Bir kurt bir koyun kapsa bu koyun için şer olduğu halde kürt için bir hayır bir riziktir. Kalkmak üzere olan bir vapuru kaçırdığınız zaman üzülürsünüz. O anda o sizin için bir serdir ama az sonra aynı vapurun denizde battığını görseniz o da sizin için bir hayırdır. Kısacası hakkınızda olan şeylere rıza göstermek isyan etmemek gerekir. Tabi bu arada esbaba tevessülü ihmal etmemek ise vazifemizdir. Çalışırız gayret ederiz. Tedbirimizi alırız ama başa gelen Takdiri İlahiye de razı oluruz. Allah’a her halimiz için şükrederiz. Dünyalık işlerde bizden daha zor durumda olanlara bakarak hamd ederiz. Saadet ve refah çok kazanmak mal biriktirmek değildir. Helal ve dürüst yoldan elde edilen dürüst mal haramdan elde dilen çok maldan hayırlıdır. Bir insanın kuru ekmek yemesi haramdan milyarlar almasından daha hayırlıdır. Kazanmak her müslümana farzdır. Helal kazanç bir cihad dir!Binaenaleyh çok kazanacağım diyerek haram yollara tevessül etmek alıp satarken ölçü ve tartılarda hileye başvurmak bir Müslüman’a yakışmaz. Ölçü ve tartıda belki bir anlık kar ettiklerini şansalar bile onun cezası hem dünya da hem de ahirette kat kat fazlası ile çekilecektir.Alışverişte ölçü ve tartıda dürüst olanlar hem dünya da hem de ahirette kazanırlar. Allah Resulü doğru ve güvenilir. Tüccarın cennete peygamberlerle ,şehidlerle komşu olacağını haber veriyor. Helalinden çalışıp kazanan Allah’ın sevgilisidir buyuruyor. Peygamberimiz de ticaret yapmış ama hiçbir zaman yaptığı ticarette...

Devamını Oku...

Gençlik Ve Önemi


Çocuklarımız bizlere emanettir. Onlar yarının büyükleri olacak ve bu vatan her şeyi ile onlara devredilmiş olacaktır. Özellikle Türkiyemizin nüfusunun çoğunluğunu gençler teşkil etmektedir. Bu gençlerin iyi bir terbiye ve eğitim almaları gerekmektedir. Bu husustan önce anne ve babalar daha sonra da devlet sorumludur. Çocuğu doğduğunda ona iyi bir isim koymak, onu helâl rizıkla beslemek, onu İslamî terbiye ile yetiştirmek ebeveynin görevidir. Belli bir yasa kadar gerekli eğitimi verip, edebli, çalışkan, üretken, vatana ve millete faydalı bir genç kazandırmak başlıca gayemiz olmalıdır. Devlet de bu konuda üzerine düşeni yapmalı, anne ve babalara yardımcı olmalıdır. Okulları ve üniversiteleri sadece diploma veren yerler değil, her yönüyle insan yetiştiren birer eğitim kurumu olmalıdır. Şurası iyi bilinmelidir ki, ancak gençliği iyi yetişmiş bir ülke istikbâline umutla bakabilir. Bu nedenle en büyük yatırım gençlere yapılmalıdır. Çocuklar ve gençler, anne ve babaların karneleri demektir. kendisi iyi, hoş fakat çocuğu yaramaz, kızı ya da oğlu baş belası ise, o anne ve baba bunun vebalini çok düşünmelidir. Kendisi camide oğlu kumarhanede, ya da başka günah yerlerinde ise secde de gözyaşlarıyla tevbe etmeli, Allah ‘tan af dilemelidir. Kendisi haya ve edeb timsali bir anne dahi olsa şayet kızı delikanlı ve gençleri baştan çıkarmak için cadde cadde, sokak sokak geziyor, ya da nerelerde kiminle gezdiği dahi bilinmiyorsa o anne çok ah çekmelidir. Allah Teâla, Tahrîm Sûresi’nde, “Ey İmân edenler kendinizi ve aile fertlerinizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem ayesinden koruyunuz.” (Tahrîm, 6). buyurmaktadır. Şüphesiz anne ve babaya ve de özellikle anneye tarifi dahi imkansız derecede bir çocuk sevgisi merhamet duygusu verilmiştir. Bu sebeple anne ve babaların bütün çaba ve gayeleri çocuklarını istikbâle daha iyi hazırlamak, onlara daha güzel bir hayat sunabilmektir. Bundan daha tabii bir şey olamaz. Ancak çocuğunu sadece dünya da rahat ettirmek, onun ahiret hayatını düşünmemek büyük bir gaflettir. Dünyada ayağına diken batmasına bile tahammül edemediğimiz çocuklarımızın ahirette cehennemde yanmasına nasıl razı olabiliriz. O halde çocuğunun gerçekten geleceğini düşünen veliler, onun ahiret hayatını da hesaba katmak ve ona göre yetiştirmek gayreti içerisinde olmalıdırlar. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz “Hepiniz çobansınız yani idarecisiniz ve elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Erkek ailesinin reisidir ve onların her halinden sorumludur. Kadın da evinin sorumlusudur ve evinde olup bitenlerden sorumludur” buyurmaktadır. görüldüğü gibi Hz. Peygamber aile ve evin sorumluluğunu hem erkeğe hem de kadına yüklemektedir. Dolayısıyla anne ve baba ev ailenin birinci derecede sorumlusudur.Çocuklarımızı sevmek sadece onlara iyi bir maddi miras bırakmak sanılmamalıdır. Onlara bırakılabilecek en en iyi mirasın güzel ahlak olduğunu Allah Rasulu (sallallahü aleyhi ve sellem) haber vermektedir. Bütün çalışmamız ve düşüncemiz bu yolda olmalıdır. Gençlerimizi, imanlı, ahlâkli, çalışkan, kendine güvenebilen, faydalı birer altın nesil olarak yetiştirmeliyiz. Bu meyanda gençlere de birtakım tavsiyelerimiz vardır.Kıymetli Gençler!-İlk olarak Allah’ın sana verdiği bu gençliğin kıymetini bilmelisin. Şunu unutma ki, ahirette sorulacak sorulardan biri de gençliğini nasıl ve nerede harcadın olacaktır.Gençliğini Allah yolunda, her anını ibadet haline getirerek yaşamalısın. Şeytana tapan satanist, ya da Allahsız ateist değil, inançlı ve bilgili olmalısın. Hz. Ali gibi, Nasıl ki, Hz. Ali Hz. Peygamber’in dizinin dibinden ayrılmadıysa, sende onun hayatını okuyarak, öğrenerek sanki Peygamberle birlikte yaşıyor gibi hissetmelisin. Ammar gibi Bilâl gibi Zeyd gibi ona aşık olmalısın. Allah Rasûlunun peşinden gitmelisin. Uyuştucu kurbanı değil, vatan ve Millet için din ve namus için kurban olmalısın.Öğretmenine silah çeken değil, bir harf öğretene köle olmalısın.   Üniversite imtihanına hatta iş yerine gelirken anne ve babanın güdümünde değil, II. Mehmed gibi yirmi bir yaşında Fatih olmalısın.İsmâil gibi babana, Veysel Karanı gibi annene teslim olmalısın.Yusuf (sallallahü aleyhi ve sellem) gibi harama bakmayan namus timsali, İbrahim gibi Nemrud’a, Musa gibi Firavuna tapmayan er kişi olmalısın. Hz. Ömer ve Hz. Hamza gibi haksızlığa tahammül etmeyip, mazlumun ve fakirin yanında yer almalısın. Hz. Ebûbekir gibi ancak Allah için ağlayıp ve fakat yeri gelince Allah’ın arslanı kesilip kükremesini bilmelisin.Şehid ve Gazi dedelerinin ruhunu incitmemelisin. İman taşıyan herkesi kardeş bilip müslümanların ve insanlığın hizmetine koşmalısın. Kısaca enerjini şeytanın ve nefsin yolunda değil hak ve hakikatin uğrunda sarfetmelisin.

Devamını Oku...

Anne Baba Hakkı


Anne ve babaların çocuklarına karşı vazifeleri olduğu gibi, dünyaya gelmemize vesile olan anne ve babalarımıza karşı da evlatlar olarak bizlerin vazifeleri vardır. Şüphesiz anne ve babanın hakkı, evladın hakkından çok daha fazladır. Kur’ân-ı Kerîm’de, onların evlat üzerindeki haklarını çeşitli vesilelerle hatırlatan Rabbimiz, ana babaya karşı iyi davranmayı ve onları üzmemeyi emretmektedir. Allah Teâla şöyle buyurmaktadır: “Rabbin yalnız kendisine tapmanızı ve ana babaya iyilik etmenizi emretti. Onlardan biri yahut her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “üf” bile deme. Onları azarlama, onlara güzel söz söyle. Onlara saygıyla  tevâzu kanatlarını indir. Ve ‘Ey Rabbim! Ben küçük iken bunlar beni nasıl şefkatle yetiştirdiler ise, Sen de onlara öylece merhamet eyle’ diyerek dua et” (İsrâ, 23-24). Hayırlı bir evlat olmak ve anne- babaya iyi davranmak dinimizde en makbul ibadetler arasında sayılmaktadır. Nitekim sahabenin ileri gelenlerinden biri olan Abdullah b. Mes’ûd (r.a) şu şekilde anlatmaktadır: “Hz. Peygamber’e Allah katında en faziletli ibadet hangisidir diye sordum, vaktinde edâ olunan namazdır, buyurdular. Sonra hangisi dedim, Ana babaya iyilik etmektir, dediler. Daha sonra hangisi olduğunu sordum, Allah yolunda cihaddır, buyurdular”. Diğer taraftan annenin hakkı, babanın hakkından üç kat daha fazladır. Nitekim Ebû Hureyre’den (r.a) rivayet olunan bir hadise göre, kime iyilik edeyim diye üç defa peş peşe Allah Rasûlüne soru soran şahsa, Rasulullah (a.s) her üç cevabında da, annesine iyilik etmesini söylemiş; dördüncüde ise babasına iyilik etmesini tavsiye etmiştir. Ayrıca, bir insanın babası başkasının kölesi iken, çok fazla para verip onu esaretten kurtarsa, yine de hakkını ödeyemeyeceği belirtilmiştir. Dolayısıyla bu durumda annenin  hakkını ödemenin daha zor olduğu  anlaşılmaktadır. Anne babayı hoşnut etmek, onların hayır dualarını almak dünya ve ahiret saadeti bakımından son derece önemlidir; Kişinin anne ve babasını razı etmeden cenneti kazanması bile kolay değildir. Anne dokuz ay çocuğunu karnında taşır, sonra yıllarca kucağında gezdirir, daha sonra da bir ömür boyu gönlünde gezdirir. Çocuğunun ayağına diken batmasına bile tahammül edemez. Kendini ateşe atar, çocuğunu kurtarır. yemez yedirir, giymez giydirir. Söyler misiniz annenin hakkı nasıl ödenir! Onların rızası alınmadan son nefeste kelime-i şehâdet getirmek ve imanla gitmek bile kolay değildir.  Sahâbe arasında annesiyle dargın olan bir zat, ölüm döşeğinde iken dili tutuldu, kelime-i şehadeti söyleyemiyordu. Onun bu hâlini Rasûlullah’a bildirdiler. Allah Rasulü, o zatın annesine giderek oğluna hakkını helâl etmesini söyledi. Kadın diretince Rasûlullah;  ‘O halde ben de büyük bir ateş yaktırıp oğlunu içine atacağım’ buyurdu. Kadıncağız anne şefkatiyle buna dayanamadı ve hakkını helâl etti. Bunun üzerine oğlunun dili çözüldü ve kelime-i şehadet getirerek ruhunu teslim etti. Rasulullah (a.s) ana baba hakkını da vurgulayan şu olayı anlatmıştır: Üç arkadaş bir yolculuk esnasında kuvvetli bir yağmura tutuldular; yağmurdan kurtulmak için bir mağaraya sığınmışlardı. O sırada fırtınanın etkisiyle bir kaya yuvarlanarak mağaranın ağzını kapattı. Üçü de içeride mahsur kaldı. Kayayı yerinden kımıldatamıyorlardı. İçlerinden biri, ‘Allah Teâla’nın rızası için yaptığımız en güzel amellerimizi hatırlamaya çalışalım ve onun sebebi ile Allah’a yalvaralım, belki duamız kabul olunur da buradan kurtuluruz’ dedi.  Biri ellerini açtı ve şöyle niyaz etti: “Ey Rabbim, Benim çocuklarım ve bir de yaşlı anamla babam vardı. Ben bunlar için hayvan otlatır, her akşam sütlerini sağar, ana-babama ve çocuklarıma sütlerini içirirdim de öyle yatarlardı. Bir gün yine hayvanları sağdım fakat gecikmiştim, Geldiğimde annemle babam uyumuşlardı. Sütü pişirip onların baş ucunda beklemeye başladım. Çocuklarım da ayağımın dibinde dolaşıyorlar, süt istiyorlardı. Annem babam içmeden onlara vermek hoşuma gitmedi. O kadar bekledim ki, sabah olmuştu. Anne ve babam uyanınca sütlerini içirdim. Ey Rabbim bunu yalnız senin rızan için yaptım. Şayet yaptığım bu iyiliği kabul etti isen bizi buradan kurtar”. Kaya bir parça aralanmıştı, ama dışarı çıkamadılar. Daha sonra diğer iki arkadaşının duâlarının sonunda kaya tamamen açıldı ve öylece kurtuldular. Ana baba hakkı çok  önemlidir. Onların çocukları için yaptıkları duâlar kabul olunmaktadır. Nâil olduğumuz bir çok nimetin onların dualarının eseri olduğunu hatırlamalıyız. Onların bedduasını almaktan ise son derece sakınmalıyız. Hadis-i şerifte, “Üç kimsenin duası makbul duadır. Bunların kabul edilişinde şüphe yoktur. Zulme uğrayanın duası, yolcunun duası ve ana babanın çocukları için yaptıkları dualar” buyurulmaktadır. Rasûlullah (a.s) ana babasına iyilik edene dua etmiş, “Allah, ana babasına iyilik edeni Cennetine koysun, ömrünü bereketlendirsin” demiştir. Annelik kadar değerli bir makam var mıdır? Bundan dolayı Cennet annelerin ayağı altındadır iltifatı annelere en büyük değeri vermektedir. Ana başta tâc imiş, her derde ilâç imiş Bir evlat pîr olsa da, anaya muhtâc imiş.Doç. Dr. Mustafa Karataş

Devamını Oku...

İslamda Estetik Duygusu


Sanatta ve hayatta güzelliğin kuramsal bilimi, insan belleğindeki ve duygularındaki güzelliğin tezahürü olan estetik, sanatta, edebiyatta, yapıtlarda, mimaride, giyim ve kuşamda, musikîde hatta tüm varlık alanında, güzel ile çirkinin, âhenk ile uyumsuzluğun, zarafet ile kabalığın, kemal ile nâkışın mihenk taşı ve de nirengi noktasıdır. Mantık, gerçeğe ermek için akla nasıl kılavuzluk ediyorsa, estetik de güzeli bulmak için duyguya öyle yol göstermektedir.Hiç şüphesiz Yüce Yaratıcının, alemleri emrine verdiği insanda görmesini istediği en mükemmel olgulardan biri estetik olmalıdır. Zira O, yarattığını en güzel bir biçimde, her türlü kusur ve eksiklikten uzak yaratmıştır. Gökleri, yıldızlarla adeta bir merasim gecesinde olduğu gibi milyonlarca fenerle donatmış, dünya üzerinde ise, canlılardan yüz binlerce tur bahsetmiş, aynı tür içerisinde sayısız kümeler ve üyeler meydana getirmiştir. Kuşlar kendi içerisinde başka bir güzel, renkler insanı büyüleyen sayısız tonlarıyla, daha bir hoş, daha bir harikadır. Kâinattaki yeknesaklık ve benzerlik içerisinde her insan, sanki ayrı bir kâinat olarak yaratılmıştır. Tıpkı billur damlalardan oluşan suların harmanlandığı denizler gibi. Kısaca Yüce yaratıcının ihsan ettiği güzellikleri saymak asla mümkün değildir. Yusuf’un (a.ş.) cemalı, Dâvud’un (a.ş.) lâhûtî sesi hep o ilahî neşenin akışleridir.Diğer taraftan en son din olan İşlâmiyet, gerek insanlar üzerinde, gerekse insanların işlerinde en güzeli, en mükemmeli görmek istemekte, göze ve gönle hoş gelene ulaşmanın yollarını öğütlemektedir. Yaşamın her safhasında hatta ibadet esnasında dahi yüce duyguları harekete geçirecek mânevî hazzın elde edilmesini hedeflemektedir. Örneğin namazlardaki saf düzeni ile karmaşa ve karışıklığa set çekerek insanı düzen ve disipline alıştırmaktadır. Saflardaki bu âhenk ve hep birlikte hareket, en güzele ve en mükemmele erebilme çabası olarak algılanmalıdır. Öte yandan hac ve umrede tavaf esnasında melekleri sembolize ederek pervaneler gibi Kabe etrafında topluca helezon şeklinde dönen insanların manzarası da, bediî duyguları çağrıştıran güzelliklerden değişik tablolar sunmaktadır.Allah Resulunun hayatı incelendiğinde, onun her işinde estetik duygusunun, hakim olduğu göze çarpmaktadır. Zira güzel ve estetik olan her şey fıtrat tarafından benimsenecektir. Nitekim o, “Allah güzeldir, güzel olanı sever” demektedir. Her konuda ümmetine örnek olan Hz. Peygamber, mescitte itikafa girdiğinde dahi hanımlarına saçlarını yıkatır, taranır ve aynaya bakardı. Öte yandan Allah Resûlu, bir gün vefat eden birinin cenaze merasimine katılmıştı. Ölenin yakınları mezar kazdılar. Ancak Allah’ın Elçisi mezarın bir köşesinde düzeltilmemiş bir yer gördü. O tümseğin de kazılmasını istedi. Yanındakiler, “Az sonra üzerine toprak dökeceğiz kapanacak, ne zararı olabilir!? dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Orayı da düzeltiniz; zira Müslüman yaptığı işi güzel yapar” buyurdu.Hz. Peygamber’in bir savaşta burnu kesilen şahâbîye, gümüşten taktırdığı burundan şikayeti üzerine, altın taktırmasına müsaade etmesi, sağlık açısından açıklanabileceği gibi, estetik yönü de göz ardı edilemeyecek bir olaydır. Allah Resulunun, ağız bakımı ve dış sağlığı konusunda da aynı duyarlılığı gösterdiğine tanık olunmaktadır. Öte yandan onun, çirkin olacağı için yalnız tek ayağa ayakkabı giyilmesini yasaklaması da oldukça ilginçtir.Estetik şüphesiz her alanda önemlidir. Ancak giyim ve kuşamda ayrı bir önemi vardır. Bugün her ne kadar Müslümanların bir kısmı, belki de büyük çoğunluğu sık ve zarif giyinemese de, İşlâm dini, bunun aksine güzel giyinmeyi öngörmektedir. Nitekim Kurân-i Kerîm, toplum içerisine giren bir kimsenin örtünmekten öte, ziynet sayılan giysilerini giymesini emretmektedir: “Ey Âdem oğulları! Her mescide gidişinizde ziynetlerinizi /güzel elbiselerinizi giyiniz”. Bu âyetten, toplum arasına çıkan insanların daha bir dikkatli davranmaları, giyim ve kuşamlarına özen göstermeleri gerektiği anlatılmaktadır. Hatta güzel giyinmekle kalmayıp ziynet sayılabilecek eşyalarını da takınarak en sık bir biçimde toplum huzuruna çıkmalıdır.Asr-ı saadetten günümüze değin İşlâm sanat tarihinde, estetiğin eriştiği boyutlar tartışmasız parmak ısırtacak seviyededir. Harflerin dile geldiği hüsn-ü hat sanatı, renklerin ve şekillerin bayramını andıran tezhip ve minyatür sanatları Müslümanlara ait sanat dalları arasında estetiğin en güzel sunulduğu alanlardır. Buhûrîzâde İtrî Efendi’nin “tekbir” ve “salâvat” ta kullandığı lahûtî ses ve eşsiz beste muşîkîde zirvedir. Özellikle mimaride Müslümanlar adeta sanat yarışı içine girmişçesine harikalar meydana getirmişler, fizik ile metafiziğin buluştuğu olumsuz eserler ortaya koymuşlardır.. Şüphesiz bunlar arasında camilerin payı oldukça büyüktür. Görenlerin büyülendiği Süleymaniye ve Selimiye camileri Mimar Sinan’ın ve Türklerin erişilmesi imkansız olan estetik zevkini hala dünyaya ilan etmektedir. Öte yandan Şah Cihan’ın, Mimar Sinan’ın talebelerinden Mehmed İsa Çelebi’ye yaptırdığı Taç Mahal, mimarı tarihçilere ve uzmanlarına göre dünyanın en güzel binasıdır. Bir güzellik ve zarafet sembolüdür. Ayrıca Müslümanların, hali ve kilim dokumalarındaki müstesna güzellikler, onların insana, sanata ve estetiğe verdikleri değeri göstermeye yeterlidir. Kısaca Müslümanların tarihi pek çok sanat ve estetik harikalarıyla doludur.

Devamını Oku...

Evlilik Nasihatleri 4 Mektup


1. Beyine hoşlanacağı isim ve sıfatlarla hitap et!3. Beyin evden çıkarken onu uğurla; akşam döndüğünde güler yüzle karşıla!5. İffetini ve hayanı muhafaza et. En güzel elbisenin takva elbisesi olduğunu unutma; her işimizi murakabe eden Allah’ı düşün!7. Beyine her fırsatta teşekkür etmeyi unutma! Gücü yetmeyeceği külfetin altına sokma, başkalarına da şikayet etme!9. Beyinin izni olmadan ve onun müsaade etmeyeceği yerlere gitme!11. Temiz ve tertipli ol. Beyinin elbiseleri de temiz ve ütülü olsun.13. Kaynananı tecrübeli bir anne olarak sev ve say ki, beyin üzülmesin.15. Çocuklarını hayırlı bir evlat olarak yetiştirmeye gayret et ki, millet de sizi hayırla yad etsin.Cenab-ı Hak’tan iki cihan saadeti dilerim.SEVGİLİ DAMAT BEY2. Pencerelerden yolunu gözletme, vakıtlice evine gel!4. Hanımının kusurlarını başkalarına anlatma, güzelliklerini an!6. İş hayatının sıkıntılarını eve yansıtma! Evde sevinç olsun.8. Evine geldiğinde selamla ve güler yüzle gir ki, ev halkı senin geldiğine sevinsin.10. Gayretli ol, kıskanç ol! Ancak tecessus etme, şu-i zan ile hareket etme! Ayıp ve kusur araştırmakla meşgul olma!12. Kararlarında hanımınla da istişare etmeyi unutma!14. Dünya evine girmek, dünyaya dalmak olmamalı; Ahiretini unutma! Din, vatan ve insanlık için çalışmayı terk etme!Cenab-ı Hak’tan iki cihan saadeti dilerim. 1. Kızını savunma, o şikayete geldiği zaman ona yüz verme! Damadının iyiliklerini başkalarına da anlat!3. Kızında ve torunlarında damadının anne ve babasının hakları olduğunu unutma!5. Damadını oğlun bil. Onu da zaman zaman ara, gönlünü hoş tut! 1. Gelinini kızın gibi bil. El kızı gelip oğlumu elimden aldı deme!3. Başkalarının gelinin hakkındaki dedikodularına hemen inanma!5. Gelininden gizli oğlunla konuşma ki, gelinin senden endişe etmesin. Sana güvensin.Doç.Dr.Mustafa KARATAŞ

Devamını Oku...

Hacı Adaylarına Öğütler


Değerli Hacı Adayı Kardeşim!1. Yolculuğa çıkmadan önce akrabalarınla, dost ve arkadaşlarınla ve komşularınla helalleş; helallik almadan yola çıkma.3. Yol arkadaşlarına ve grubuna yardımcı ol. Başındaki idarecinin emir ve tavsiyelerine uy.5. Kabe’yi görür görmez en önemli ve en güzel dualarını yap. Rabbinden dilediğini iste. Dosta kavuşmanın heyacanını ve sevincini yaşa. 7. Diğer ülkelerden gelen Müslüman kardeşlerinle tanış, onların durumlarına vâkıf olmaya çalış.9. Medine’ye vardığında Resûlullah’ın huzurunda edebli ve dikkatli ol. Kimseyi incitme. Sesini yükseltme.Doç.Dr. Mustafa Karataş

Devamını Oku...

Esnaf ve Tüccara Öğütler


-         Ölçüde ve tartıda hile yapma-         Faiz yeme, tefecilik yapma-         Komşunun, diğer esnaf ve tüccarın satışını engelleme-         Paranın ve menfaatin kulu olma-         Müteşebbis ol, cömert ol, ülkene ve insanına yatırım yap-         Allah’ın rızka kefil olduğunu unutma, Rabbinin seni unuttuğunu sanma-         Malını fahiş fiyatla satma-         Kaliteli ve orijinal üretim yapmaya çalış-         Borcunu zamanında öde, alacaklına kolaylık göster.-         İşçinin ücretini alın teri kurumadan öde-         Yeryüzünü dolaş, çorak araziyi verimli hale getir, Rızkın sana çok yakın, hemen şuracıkta, adımını at, kolunu uzat.-         Erken kalk, dükkânını besmeleyle erken aç, rızkın paylaştırıldığı saati kaçırma

Devamını Oku...

ELVEDA YA ŞEHRİ RAMAZAN


Daha yeni gelmişti, ne çabuk da ayrılık vakti geldiNe kadar alışmıştık iftardaki telaşlaraŞimdi ayrılık anı geldi on bir ayın sultanıHergün ayrı bir bahar sonsuz bereket getirdinSeninle ellerimiz duaya daha çok durduEzan sesleri bile farklı geliyordu kulaklarımızaBir zeytin dünyalara bedeldi baldan tatlıydıSabretmeyi, direnmeyi, umutla beklemeyi öğrettinKur’an’lar okudu senin bahçende güzel sesli bülbüllerSeninle her yer gündüz oldu bizeSenin nefesinle kin ve nefret kaçmıştı uzak diyarlaraYoksullara kucak açmıştı çadırların gölgesinde sahibu’l-hayratŞefkat ikliminden esen saba rüzgarıYemek, içmek  yabancı olacak daha bayramında Sen bir ibadetten öte bir hayat tarzı oldun bizeSuyumuz, hamurumuz oldun ekmeğimizeŞahit oldu kadrine âlem, şahit oldu meleklerHuzurla doldu yürekler, feyze gark oldu ruhlarCamiler cemaata kandı, mahyanı bekler minarelerYedi kat sema, arz ve gökteki yıldızlarSeni görecek gözler seni anacak dillerTesbihler tane tane arayacak sesiniGünler ayları kovalar sana kavuşmak içinHilaller gözetlenir zaman zamanla kitlenirMelekler heyecanlı şeytanlar tedirginAlevleri sönmüş dumanı tütmez olmuş ateşinŞehri Ramazan gelir elbet dönen devran kim içinSevabına değil yalnız dost olduk kendimizŞimdi ayrılmak zor Sen ferahlık ver bizeDamarlar suya kandı varlık iftar edinceDaha büyük mükafat verilecek ukbadaSeyru sefere daldı alnımı yoran secdemAteşlerde yakıldı urganı hutamedeki bukağımınDizime derman geldi sabahına erinceUfukları gözledim imsakları bekledimLeyalisini bulabilsem şanı yüce KadrininHamdinle kapına geldim sığınağım tefekkürRamazan yaktı ateşi ayrılık hüzün olduSonu bayram oldu sermayemiz tastamamElveda Ya Şehri Ramazan 29 Ramazan 1433/17 Ağustos 2012 Başakşehir

Devamını Oku...

Kardeşlik


İmam Gazâlî kardeşliği üçe ayırmaktadır;2.Evsat kardeşlik/Orta derece kardeşlik; Bu kardeşlik derecesinde mü’min kardeşine kendisi gibi davranır.Allah Teâla mü’minlerin kardeş olmalarını ve kardeşliğe zarar veren davranışlardan uzak durmalarını emretmektedir. Rabbimiz, Hucurat Sûresi’nde mü’minlerin ancak kardeş olduklarını Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.¨(Hucurat 49;10) âyetiyle beyan ettikten sonra, kardeşliği zedeleyen altı davranışa dikkat çekmekte ve bunları mü’minlere yasaklamaktadır. Kardeşliğe zarar veren davranışlar müteâkip âyetlerde Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle sayılmaktadır:Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler.Birbirinizi karalamayınirbirinize kötü lakap takmayınZandan SakınınÖnyargılı davranmak da kötü zannın bir neticesidir. Kendi zannını haklı çıkarmak için sürekli kardeşinin ayıbını arar. Bulduğu zamanda cihana yayar.Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın.  Herkesin mutlaka bir takım kusurları ve eksikleri bulunabilir. Esas olan mü’min bir kimsenin ayıbını gördüğü zaman başkalarına bir zararı yoksa onu gizler. Mü’min kardeşinin ayıbını gizlerse Allah’da onun ayıbını kıyamette gizler. Casusluk yapmak, durduk yerde ayıp araştırmak büyük günahlardandır.Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.            1. Haset/kıskançlık      2. Kibir/Kendini beğenip başkalarını küçük görmekAramızda sevgi ve muhabbeti artıracak ve bizi kibir, enaniyet ve kıskançlık hastalığından kurtaracak ilaç gibi iki güzel haslet vardır.2. İkram

Devamını Oku...

Helal Kazanmak


Rızık Allah’tandır ve Allah Teala’nın bize taksim ettiğinden başka hiçbir rızık elde etmemiz mümkün değildir. Ne var ki, rızkımızı ya helal yoldan yada haram yoldan elde etme seçeneğine sahibiz. Çalışmak ve kazanmak ama helal yoldan kazanmak dinimizce kutsaldır. “Kişiye ancak çalıştığının karşılığı vardır”. Gayret edip ter dökenle, tembel tembel oturan asla bir olamaz.  Dünya hayatında çalışıp didinen, emek sarf eden kimse Allah’ı inkar etse de, Allah Teala onun karşılığını burada mutlaka verir. Aksi taktirde çalışmadıktan sonra isterse ne kadar iyi niyetli olursa olsun o kimse zelil ve sefil yaşamaya mahkumdur. Her çalışan Allah’ın takdir ettiği kadar kazanacaktır. Fakat kazanç iki türlüdür; biri helal yoldan diğeri de haram yoldandır. Biz müminler helal kazanıp, helal yemek zorundayız. Çünkü haram rızıkta mutlaka bir başka insanın hakkı vardır. Kul hakkı ise ödenmesi en zor olan haktır.“Şüphesiz Allah Teala temizdir. Ve ancak temiz olanı kabul eder. Allah müminlere peygamberlere emrettiği  şeyleri emretmiştir. O peygamberlere şöyle demiştir:Rasulullah (a.s) uzun bir yolculuk yapıp saçı başı tozlanmış olduğu halde ellerini göğe kaldırıp ya Rabbi ya Rabbi diye dua eden birinden bahsederek oysa bu kişinin yediği haram içtiği haram giydiği haramdır. Kısaca haramla beslenmiştir. Bunun duası nasıl kabul edilir buyurmuştur.Helal de bereket vardır. Haramda bereket yoktur. Helal de huzur ve itminan vardır. Haramda ise huzursuzluk ve doyumsuzluk vardır. Mevla’nın bize nasip ettiği hakkımızda hayırlı olanıdır. Tabi ki, bu arada esbaba tevessülü ihmal etmemek ise vazifemizdir. Çalışırız gayret ederiz. Tedbirimizi alırız ama başa gelen Takdiri İlahiye de razı oluruz. Allah’a her halimiz için şükrederiz. Dünyalık işlerde bizden daha zor durumda olanlara bakarak hamd ederiz. Saadet ve refah çok kazanmak mal biriktirmek değildir. Helal ve dürüst yoldan elde edilen dürüst mal haramdan elde dilen çok maldan hayırlıdır.            Alışverişte ölçü ve tartıda dürüst olanlar hem dünya da hem de ahirette kazanırlar. Allah Resulü doğru ve güvenilir tüccarın Cennette peygamberlerle, şehidlerle komşu olacağını haber vermektedir. Allah Rasulü (a.s), bir gün Medine pazarında bir buğdaya müşteri oldu. Elini buğday çuvalına daldırdıktan sonra üstünün kuru olduğu halde altının yaş olduğunu görünce: “Bizi aldatan bizden değildir” demiştir.

Devamını Oku...